Teslime Gülsen NURDOĞAN
Mehmed Zahid Kotku'nun Köyü İzvat
Merdivenlerden çıkarken hala İzvat'tan bahsettiğimi farkettim. İzvat Bursa'da bir köydü. Rahmetullahi aleyh Mehmed Zahid Kotku'nun imamlık yaptığı köyüydü. Bursa'ya gelip de İzvat'ı görmeden gitmek olmayacaktı. Yarın da İzvat'a gideriz artık diye ortaya bir laf attım. Gizem
-Teslime abla köye mi gidicez dedi.
Fatma hanım:
-Yok canım köye nasıl gidelim dedi. Köy yakın olmaz ki!
-Belki de yakındır ne malum? Merkeze bağlı bir köymüş İzvat, belki on onbeş dakikadır.
Fatma hanım güldü:
-Onbeş dakikalık köy olmaz!
Gizem gidecek miyiz anlamında:
-Teslime ablaa?.. dedi.
Köyün çok yakın olduğunu ve gideceğimizi hissediyordum. Bu hissiyatımı espriye dönüştürülerek:
-Yarın on onbeş dakika köy havası alıp geliriz dedim. Gizem gülmekten yıkılıyordu.
Eve girip geçmemiş olan akşam namazımızı eda ettik. Telefonumu alıp İzvat'ı araştırmaya başladım.
İzvat'ın adı 1960'larda Çukurca olarak değiştirilmiş ve köy olmaktan çıkarılıp mahalle haline getirilmiş. Çeltik ve Soğanlı arasındaymış. Bütün bunları Fatma hanıma söyleyince:
-Aaa! dedi. Çok yakın Çukurca buraya. On onbeş dakika ancak!.. Gizem kahkahayla gülmeye başladı ve:
-Teslime ablanın dediği gerçek oldu dedi. Yarın artık bir köy havası alıp geliriz!
Böylece ertesi sabah ilk iş olarak İzvat, yeni adıyla Çukurca'ya gitmeye karar verdik. Fatma hanım Ezine peyniri, burcu burcu kokan Bursa domates ve salatalıklarının oluşturduğu kahvaltı masasına fırında ısıttığı peynir böreklerini diziyordu. Masaya oturup hep birlikte kahvaltı yaptık. Üzerimizi giyinip Çukurca'ya gitmek için yola koyulduk. Dolmuş durağına kadar biraz yürüdük. Oldukça sıcak bir gündü. Bir mezarlık yanındaki durakta beklemeye başladık. Az sonra bir minübüs geldi. Üzerinde Soğanlı/Çeltik yazıyordu. Çukurca'ya da uğruyor musunuz diye sorduk. Evet deyince atladık. Gerçekten onbeş dakika ancak sürdü. Şoför:
-Çukurca burası dedi.
Muhtarın bürosu nerede bilginiz var mı diye sordum. Şoför eliyle işaret ederek:
-İşte şurası dedi.
Minibüsten inip yürüdük. Muhtarlık bürosu minibüsten inince hemen oradaki parkın kenarındaydı. Parkın yola bakan tarafındaki bankta biri diğerinden daha yaşlıca iki adam oturuyordu. Onlara yaklaşıp:
-Selamünaleyküm diye seslendim.
-Aleykümselam dediler.
-Muhtarlık burası mı?
-Evet burası.
Muhtar büroda mı? diye soracaktım ki bir araba yanımızda lank diye durdu. İçinden üç adam indi. Peşpeşe büroya doğru yürüdüler. Yaşlı adam en arkadakini işaret ederek:
İşte muhtar! dedi. Üç adam telaşlı adımlarla yürüyorlardı. Anlaşılan acil bir işleri vardı. Yaşlı adama dönerek:
İşleri bitsin de öyle girelim biz dedim. Sonra da:
Bu köyün adı İzvat değil mi dedim.
-Evet öyle. Ama 1960'larda Çukurca diye değiştirdiler dedi.
Peki bu köyde eskiden Mehmed Zahid Kotku diye birisi imamlık yapmış. Siz hiç onun adını duydunuz mu dedim. Yaşlı adam:
-Bilmez miyim. Köyümüzün imamıydı. Arkasında çok namaz kıldım dedi.
-Aaa! tanıyor musunuz? Çok şaşırdım şimdi. Mehmed Zahid Kotku 1980'de vefat etti dedim. Yaşlı adam:
-Ben 88 yaşındayım. Onun kızlarıyla birlikte okuduk. 1940'da İzvat'a bir eğitmen geldi. Salim Şener. Bizi o okuttu. İki kızı var. 1981'den 1994'e kadar da bu köyde muhtarlık yaptım dedi.
-Evet dedim, kızının birinin adı Muhterem olacak.
-Muhterem küçük kızı. Bir kızı daha var Muazzez dedi.
Bu adam Muhterem hanımefendiye kadar Mehmed Zahid Kotku'nun ailesini tanıyordu. Onlar hakkında bildiği bütün şeyleri anlatmasını istiyordum. Kendisinden ilim ve feyiz aldığımız bu veliyi bizzat tanıyan birine ilk kez rastlamıştım. Gizem ve Fatma hanım, şuradan bir su alıp da gelelim diyerek gittiler. Ben yaşlı adamla konuşmaya devam ettim.
-İsminiz nedir?
İbrahim.
-Soyadınız?
-Kandemir.
-İbrahim amca Mehmed Zahid Efendiyi çok sık görür müydünüz? Nasıl biriydi?
-Tabi ki görürdüm, köyümüzün imamıydı. Cuma namazını kıldırırdı. Orta boyluydu.İyi bir insandı.
Peki cuma namazı haricinde de beş vakit namazı cemaatle kılar mıydınız?
-Yok! Herkesin işi gücü var, her vakti cemaatle kılmazdık. Ama cumaları hep kılardık.
-Mehmed Zahid Kotku'nun babası da kendisinden önce bu köyde imam imiş. Onu biliyor musunuz?
-Yok onu bilmiyorum. Babasını tanımam. Fakat anlatırlardı. Su kuyusuna düşmüş de ölmüş diye. Atın üstünden kaymış düşmüş!..
-Mehmed Zahid Kotku'nun dedeleri Azerbaycan'dan gelmiş. Nuha şehrinden. Nuha'da ipekçilikle uğraşırlarmış ataları dedim.
-He. Babası da kozakçılık yaparmış burada. Ata dut dalı yüklemiş. Kendisi de dalların ortasına binmiş. Eniş aşağı gelirken atın sırtından kaymış, tepesi üstü… Düştüğü yerde de kuyu varmış. O kuyuya düşmüş ölmüş. Kimsenin haberi olmamış düştüğünden. Te sonra bulmuşlar. Mezarını babam kazmış. Eskiden mezar taşının üstüne isim yazmazlardı. Kırk elli sene mezar kazdı babam.
Yaşlı adam konuşurken Gizem ve Fatma hanım ellerinde su şişeleriyle göründüler. Bu esnada muhtarın yanındaki adamlar da çıkıyorlardı. Yaşlı adam misafirlerini uğurlayan muhtara beni işaret ederek:
-Sana soracakları varmış dedi. Bu arada ben de muhtara doğru birkaç adım atmıstım ki muhtar:
-Buyrun diye seslendi.
Buradaki camide yıllar önce imamlık yapmış olan Mehmed Zahid Kotku diye biri var. Ben onu sadece kitaplarından ve sohbetlerinden tanıyorum dedim.
-O cami ile biz ilgileniyoruz. Yıktık, yerine yenisini yapıyoruz dedi. O an caminin eski halini göremeyeceğim için üzüldüm.
-Ben Osmaniye'den geldim. Bunlar da arkadaşlarım. Bizi cami ve Mehmet Zahid Kotku hakkında bilgilendirir misiniz dedim. Mehmet Zahid Kotku benim için önemli. Sadece kitaplarından ve sohbetlerinden tanıyorum. Bursa'ya gelmişken onun köyüne de uğradık. Kıymetli bir alimdir. En azından caminin yerini görebilir miyiz dedim.
-Tabi ki dedi. Henüz kapısı bile örtülmemiş olan arabayı göstererek buyrun götüreyim dedi. Hem caminin yukarısında köyün mezarlığı da var, orayı da görün dedi. Arabaya binerken:
-Bu sene Mehmed Zahid Kotku sempozyumu yapıldı. Ben sempozyumu internet üzerinden takip ettim. Bu köyden birileri de o sempozyumda konuştu dedim.
-Evet dedi. Sempozyum geçen yıl yapıldı.
Camiye varmamız beş dakika ancak sürmüştü. Arabadan indik. Muhtar anlatmaya başladı. Osmangazi Belediyesi işbirliğiyle yapılıyor dedi. Hocanın talebeleri yaptırıyor, mimarisiyle de torunu ilgileniyor dedi.
Henüz dış duvarları örülmüştü. Çatısı falan duruyordu. Muhtar:
-Cami önceki haliyle aynı planda yapılıyor. Eski hali muhafaza edilecek dedi. Bu arada inşaat halindeki caminin içine girmiştik. Köşede üç işçi öğle yemeklerini yiyorlardı. Oradaki bir askıya kıyafetlerini asmışlardı.
-Avlusu çok küçükmüş dedim. Orada eskimekten yıkılmaya yüz tutmuş bir ev gözüme çarptı. Bu evde yaşayanlar Mehmed Zahid Kotku ile konuşup görüşmüş olmalılar diye düşündüm. Belki artık hayatta bile değillerdi. Uzun uzun baktım, o kadar eskimişti ki!.. Fakat en çok o şahitti Mehmed Zahid Kotku'ya. Sonra önünde dallarından ziyade bedeniyle dikkati çeken koca bir çınar ağacı vardı. Çınar ağacı ile hasbihal etmek istedim. Zira bu koca ağaç Zahid hocamıza arkadaşlık etmişti.
Dedim ki; Mehmed Zahid Kotku bu çınar ağacının gölgesinde oturup dinlenmiştir!
Muhtar gülerek çınarın korumaya alındığını söyledi. Zaten Bursa'da hemen her yerde asırlık ağaçlar var. Çınar, cami kapısının girişi, eski ev, avlu… bütün bunlar Mehmed Zahid Kotku ile yaşanmışlığı hatırlatıyordu. İnsana en çok yaşadığı mekanlar dosttur öyle değil mi?
Sonra fatihalarımızı okuyarak mezarlığa girdik. Oradan ayrılıp muhtarlık bürosuna geldik. Gelirken muhtar bize Mehmed Zahid Kotku için mevlid okuttukları parkı gösterdi.
Müsaade isteyip arabadan indik. Alanı incelemek istedim. Gene üzerinde 'Anıt Ağaç' yazan asırlık ağaçlar dikkatimden kaçmadı.
Büronun önüne geldiğimizde İbrahim Kandemir amca hala bankta oturuyordu. Muhtar bey, Osmangazi Belediyesi işbirliği ile bastırdıkları İzvat ve Çeltik köylerinin tarihçesini anlatan kitaptan bize hediye etmek istedi. Gizem ve ben birer tane aldık. Fatma hanım istemedi. Kitaplar çok ağırdı. Gün boyunca onu Bursa'da taşımak zorunda kaldım. Yoruldukça içinde İzvat köyüyle ilgili bilgiler olduğunu düşünüp rahatlıyordum.
Muhtara ve İbrahim Kandemir amcaya dualar edip selametler dileyerek oradan ayrıldık. Öğlen ezanı okunuyordu. Namaz kılacak uygun bir yer de göremeyince otobüs durağına doğru yürüdük. Sağı solu incelemeye başladım. Evleri sokakları bana bizim Çukurova'yı hatırlattı. Çukurca ve Çukurova. İsmi bile benziyor. Hatta muhtarın bana verdiği kitapta köyün adından Çukurova diye bile bahsediliyor. Çukurca, Çukurova İzvat… Anlaşılan isim hakkında ihtilafa düşülmüş! Bence köyün adı Mehmed Zahid Kotku köyü olmalıydı.
Otobüs durağına doğru yürürken zihnimde köyün anatomisi şekilleniyordu; büyükbaş hayvanlar, meyve ağaçları, özellikle armut ve şeftali bahçeleriyle… Sokaklarda tıpkı Çukurova köylerinde olduğu gibi gübre kokuları vardı. Veya ben öyle hissetmiş olabilirim. Güneş tepemizde cikir cikir yanarken burası aynen bizim oralar gibi diye düşünmekten kendimi alamadım.
Durağa vardığımızda başı kasketli yaşlı bir adam da orada bekliyordu. Önce onun otobüs beklediğini anlamadım. Fatma hanımla gideceğimiz yer hakkında konuşurken adamın da aynı otobüse bineceğini öğrendik.
Buralı mısınız diye sordum. Evet buralıyım dedi. Belki ismini duymuştur da hakkında bilgi sahibidir diye:
Eskiden bu köyde imamlık yapmış olan Mehmed Zahid Kotku'yu bilir misiniz dedim. Şöyle bir düşündü.
-Memed Efendiyi mi soruyorsunuz dedi. Ben de bir an şaşırdım. Hocamızın bazı kitaplarda "Bursalı Memed Efendi" diye bahsedildiğini hatırlayıp sorumu daha anlaşılır kılmak için; yıllar önce bu köyün imamıydı kendisi. Babası da imamlık yapmış dedim.
-Bilmez miyim dedi. Arkasında çok namaz kıldım! İyi bir adamdı dedi.
O kadar sevinmiştim ki! Çekip gidiyorken Mehmed Zahid Kotku'yu tanıyan birine rastlamak beni ziyadesiyle mutlu etmişti. Bu arada otobüs geldi ve bindik. Kendime bir yer bulup otururken geriden gelmekte olan yaşlı adam için de bir sandalye ayırdım. Fatma hanımla Gizem karşı tarafa oturdular. Otobüs hareket etti. Yaşlı adama ismini sordum.
İhsan Bağgül dedi. Soyadını anlayamadığım için birkaç kez telaffuz ettirmek zorunda kaldım. Böyle bir zahmet verdiğim için üzgünüm ama ancak anlayabildim. İhsan amca dedim ben Mehmet Zahid Kotku'yu hiç görmedim. Fakat onun yazdığı kitapları okudum, sohbetlerini dinledim, kıymetli bir insan. Bildiklerinizi anlatır mısınız dedim. Karşı taraftan Fatma hanım ve Gizem, söylenenleri not almamı işaret ediyorlardı. Zaman kısıtlı ve otobüs hareket halinde olduğundan zorlanacağımı düşündüm. Hem yazmak vakit alıyor ve söylenenleri kaçırabiliyordum. Onlara İhsan amcayı sadece dinleyeceğimi işaret ettim.
İhsan amcaya caminin önündeki çınar ağacından bahsedince dedi ki; eskiden caminin minberi yoktu. Çınarın dibinde büyük, köşeli bir taş vardı. Memed Efendi o taşın üzerine çıkar ezan okurdu. Ben o zaman küçüktüm fakat büyüklere sokulurdum, ondan hatırlıyorum. Dedim ki eskiden ne ile geçinirdiniz? Dedi ki; eskiden hayvanlarımız çoktu, hayvancılık yapardık.
Memed Efendi'nin de hayvanları var mıydı dedim. Yok o imamlıkla geçinirdi dedi. Ona da süt yoğurt verir miydiniz dedim. Ooo! Eskiden süt yoğurt boldu dedi.
Biz böyle İhsan amcayla konuşurken meğer arkamızda oturanlar onun komşularıymış. Nereye gittiğini soranlara İhsan Bağgül:
Bahçede birez yeşil soğan olduydu da evde lestik bitmiş. Lestik almaya gidiyorum dedi. Birden çantamdaki son kitabım aklıma geldi. Biraz sonra otobüs duracak ve İhsan amcayla irtibatımız kesilecekti. Bir daha onu nerede görecektim? Bu görüşmeyi belki de daim kılmak veya somut bir anı olarak bırakmak için ona çantamdaki kitabımı hediye etmeyi düşündüm. İhsan amca bak bu kitabı ben yazdım. Sana hediye etmek istiyorum. Kitabın girişindeki Mehmed Zahid Kotku'ya ait bölümü de ona göstererek, bak şurası da Mehmed Zahid Kotku'nun sözleri dedim. Cebinden pembe bir poşet çıkardı ve kitabı içine koydu. Bu arada arka koltukta oturan kadınlardan biri benimle konuşmaya başladı. Büyüklerimiz derler ki dedi; bu köy İzvat, Memed Efendi sayesinde zarar görmüyor derlerdi dedi. İsminiz nedir dedim. Şerife Yılmaz, evim camiye çok yakın dedi. Telefon numaranızı verebilir misiniz dedim. Ben telefon numaramı bilmiyorum ama siz numaranızı yazın, gelinime arattırırım dedi. Çantamdaki bir peçeteye numaramı yazıp verdim.
Sonra İhsan Bağgül amcaya, Mehmed Zahid Kotku'dan hatırladığım birkaç birşey söylemek istedim.
Mehmed Zahid Kotku yani Memed Efendi, damadı Mahmud Es'ad Coşan'a demiş ki; evladım küçük yerde kadir kıymet bilmezler demiş. Yani büyük şehirlere gitmeyi önermiş dedim. Cevap vermedi. Belki de o, sadece köydeki Memed Efendi'yi biliyordu. Oysa Mehmed Zahid Kotku kitapları ve vaazlarıyla geniş kitlelere ulaşmıştı. Vaazlarının ulaştığı kişilerden biri de benceğizdim. Hocamın köyünün İzvat olduğunu duyup buralara gelmiştim.
İhsan Bağgül'ün sık tekrarladığı cümlelerinden biri de "iyi bir adamdı…" şeklindeydi. Aynı cümleyi İbrahim Kandemir'den de duymuştum.
Böyle kısacık bir görüşme ve tanışmayla çok mutlu oldum. Bütün bunların tevafuk etmesi de dikkatimi çekti. İnşallah Allah-u Teala bu ziyaretimden hayırlar ihsan eder. Böylece Mehmed Zahid Kotku'nun yakınında olmuş birileyle, onun köylüleriyle hasbihal etmek anı defterimde yer almış oldu.
Bursa seyahetim bitip eve geldiğimde Muhtarın bana verdiği kitabı inceledim. Kitapta İzvat köyünün kuruluşundan bu güne kadar olan değişiklikler fotoğraflarla anlatılmaya çalışılmıştı. Fakat kitapta Mehmed Zahid Kotku zikredilmemişti.
Kitaptan aldığım bilgilere göre İzvat köyü Orhan Gazi zamanında 1303 yılındaki Tekfürler savaşının ardından fetih yoluyla Türkler'in eline geçmiş. 1455 tarihli tahrir defterine göre de köyün adı İzvadi olarak anılmaktaymış. Sultan I. Murad'ın vakıf köyü olduğu için Sultan Murad döneminde köyün kesin varlığı bilinmekteymiş. Köyün fethiyle köylüler esir alınınca Sultan'ın hissesine düşen beşte bir köleler köyde oturmalarına izin verilerek sarayın ihtiyaçlarını karşılamak üzere Sultanın mandalarına bakmakla görevlendirilmiş. İzvat sulak bir alan olması itibariyle mandacılığa uygun bir yer. Köyde uzun yıllar büyükbaş hayvancılık yapılmış. Şimdilerde ise daha çok meyveciliğe rağbet var.
Arazisi düz ve ovalıkmış. Nilüfer Çayı'nın yayı içinde yer alıyormuş. Eskiden bahar aylarında özellikle Nilüfer'in Deliçayla birleştiği alanlar sular altında kalırmış. Marmara iklimi etki alanı içerisinde yazları sıcak ve kurak, kışları ise yağışlı ve soğuk geçmekteymiş. Sıcaklık yazın 30-35 dereceyken kışın da sıfırın altına düşmekteymiş.
Sulak bir alana kurulan Çukurca eski adıyla İzvat köyü ve çevresinde pirinç de yetiştirilirmiş.
Kitabın 30. sayfasında belirtildiğine göre
1573 yılında köyün bilinen ilk imamı Hamza Fakih b. Mustafa imiş.
1455 yılından itibaren tahrir defterleri, Avarız defterleri, nüfus sayımları kitapta fotoğraflandırılmış.
İzvat köyünde uzun yıllar imamlık yapan Mehmed Zahid Kotku 1897 yılında dünyaya geldi. Ailesi 1880-1881 yılında Kafkasya'nın Şirvan'a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha şehrinden göç etti. Bu göç sırasında babası İbrahim Efendi 16 yaşındaydı.
İbrahim Efendi İzvat'da imamlık yaparken vefat edince oğlu Mehmed Zahid Kotku görevi devam ettirdi. Kayıtlara göre 1929 yılından 1949 yılına kadar İzvat'da bulunan hocaefendi, daha sonra Bursa Üftade camiine tayin edilmiş. Sonra da İstanbul'a tayin edilerek oraya yerleşmiş. Görünmeyen Üniversite diye adlandırılan Mehmed Zahid Kotku ülkemize hizmet eden birçok insanın yetişmesine vesile olmuştur.
Mehmed Zahid Kotku rahmetullahi aleyh, aynı zamanda Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan rahmetullahi aleyh'in de hocası ve kayınpederidir.
Not: Mehmed Zahid Kotku'nun ailesi, İbrahim dedenin vefatıyla ilgili bilginin yanlış olduğunu ayrıca M.Zahid Kotku'nun kızlarının da İzvat'da okumadıklarını bildirdiler. Bu yüzden burada bir bilgi düzeltmesi yaptım.
Hocaefendi ve babasının uzun yıllar imamlık yaptığı İzvat cami yıkılıp yerine aynı usülde yenisi yapılmaktadır. Cami inşaatine yardım için iban no aşağıdadır. Olur ya belki sizin de küçük bir ikramınız olur!
ÇUKURCA MAHALLESİ ve KUR'AN KURSU YAPTIRMA ve YAŞATMA DERNEĞİ'ne yardım için
İBAN NO:TR16 0001 5001 5800 7298 2444 43
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.