Hakkı ERÇETİN
Kurtarıcılar
Neyzen Tevfik ile ilgili bir hatıra ile söze başlamak istiyorum. Bir tanıdığı bir gün Neyzen Tevfik'e beraber sinemaya gitmeyi teklif eder. Neyzen Tevfik bu teklifi kabul eder ve bunun üzerine beraber sinemaya giderler. Gittikleri sinema salonunda "Tarzan" filmi gösterilmektedir.
Tarzan figürünü ve filmini bilmeyenimiz yok gibidir. Tarzan ormanda tek başına yaşayan ve hayvanlarla arası iyi olan birisidir. Bir gün onun ormanına kötü adamlar gelir. Bu kötü adamların yanında koloniyel şapkalı bir İngiliz kızı da vardır. Tarzan bu koloniyel şapkalı İngiliz kızını kötü adamların elinden kurtarır. Sonrası aşk, meşk, muhabbet…
Tarzan, Ceyn ve Çita bir mutluluk tablosu çizerler ve the end.
Sinemadan çıkışta arkadaşı Neyzen Tevfik'e sorar;
- Neyzen, nasıl filmi beğendin mi?
Neyzen cevap verir;
- Filmi beğenip beğenmemem hiç önemli değil. Ancak şunu bir kere daha anladım ki, her kurtarıcı kurtardığına bir müddet sonra sahip olup murad alıyor.
Farklı bir bakış açısı ancak doğru söze ne nedir?
Amerika Afganistan'ı Taliban'dan kurtarmak için girdi halen kurtarıyor! Ha keza Irak'ı Saddam'dan kurtardı ve halen kurtulmaya devam ediyorlar! Libya'yı Kaddafi'den kurtardık. Netice ortada…
Maddi plandaki kurtarıcıların görüntüsü böyle… Bir de manevi plandaki kurtarıcılara bir göz atalım. Bu konuyu farklı bir şekilde ele almak istiyorum.
Eflatun'un meşhur "mağara alegorisi(benzetmesi)" vardır. Doğumundan beri bir mağarada zincire vurulmuş ve yüzleri girişin aksi yönünde yer alan duvara dönük olarak oturan 4-5 adet köle vardır. Bunlar zincirlenmiş olduğu için arkalarına dönüp bakamamaktadır.
Arkalarında ışık kaynağı olarak yanan bir ateş vardır. Bu ateşin önüne (bizdeki Karagöz oyunu materyalleri gibi) bazı cisimler tutulmakta ve bunların gölgeleri kölelerin önündeki duvara düşmektedir. Köleler bu gölgeleri nesnenin kendisi, hakikati gibi algılamaktadırlar. Bunları gördüklerinin sadece bir gölge olduğuna inandırmak neredeyse mümkün değildir.
Bir gün bu kölelerden birisini zincirlerinden çözüp mağara ve dışını tanıtmak isterler. Gözleri sadece gölgelere alışmış olan köle arkalarındaki ışık kaynağı olan ateşi ve onun önünden geçirilen nesneleri ilk gördüğünde gölgelerin daha gerçekçi olduğu düşüncesine sahiptir. Gözleri alışıp nesneleri daha iyi görmeye başlayınca düşüncesi değişmeye başlar. Sonrasında bu köle mağara dışına çıkarılır ki en zoru budur. Gözleri karanlığa alışan köle direk güneşe çıkınca gözleri kamaşır ve baştan hiçbir şey göremez. Gözleri alıştıkça asıl ışık kaynağı güneşi ve nesnelerin kendisini görmeye başlar.
Sonra tekrar mağaraya götürülür ve diğerlerine gördükleri anlatması istenir. İçerdekileri olanlara inandırmak neredeyse imkansız gibidir.
Teşbihte hata olmaz kabilinden şu tespiti yapmak istiyorum. İnsanlık kendi başına mağarada gölgelere bakan köleler gibidir. Peygamberlerin görevi bu durumdaki köleleri alıp mağara dışına çıkarıp hakikati göstermektir. Ancak onları inandırmaya yetkileri yoktur. İnanıp inanmamak kölenin kendisine kalmış bir şeydir.
Peygamberlerin kendisine inanmayan oğulları, eşleri, babaları, akrabaları yok mu? Eğer hidayet etme yetkileri olsaydı en yakınları için bunu kullanırlardı. Onun için yetkileri karanlık mağara dışında aydınlık bir hakikat olduğunu söyleyip göstermektir. Ancak mağaranın karanlığını veya hakikatin aydınlığını seçmek şahısların kendi iradelerine bırakılmıştır ki, imtihanın esprisi de bu değil midir?
Allah her mümine ilmi farz kılmıştır. Bu farz kılınan ilim-öğrenme bir nev'i, mağaradaki karanlık ile dışarıdaki aydınlık hakikati idrak etme ve mağaradan kurtulma gayretidir.
Halil Cibran'ın hoş bir sözü vardır, der ki; "Hayatımızdaki öğretiler hakikate baktığımız pencereler gibidir. Ancak böyle olsalar da hakikat ile aramızda bir perdedir."
Yani kamil insan olmak isteyen mağaranın dışını merak eden ve inatla hakikati arayan insandır.
Resulullah (SAV) "Din nasihattir" buyurmuyor mu?
Allahu Teala Kur'an-ı Kerim'de açıkça "hidayet edenin sadece kendisi olduğunu" söylemiyor mu?
Allah yine "biz kendimizi düzeltmedikçe ve istemedikçe bizleri düzeltmeyeceğini" söylemiyor mu?
Kimsenin kimseyi kurtarma yetkisi ve gücü yoktur arkadaş. Bu yetki sadece ve sadece Allah'a aittir. Kurtulmak isteyen de bunu bizatihi O'ndan talep etmekle mükelleftir.
İlla ki kurtarıcılara ihtiyacı olduğunu düşünenler bu işin sonuçlarını iyi düşünsünler derim. Maruz kaldığı akibetin telafisi olmayabilir. Zira haddinden fazla örnekleri her daim gözlerimizin önünde durmaktadır.
Allah imanımızı Muhammed Mustafa (SAV)'in imanı gibi saf, şeksiz ve şirksiz eylesin. Amellerimizi de böyle bir iman üzerine bina etmeyi nasip etsin ve şayet karşımıza kurtarıcı olduğunu iddia eden birisi çıktığında şairin deyimiyle "Nesin sen, hakîkat olsan da çekil!" deme basiretini ve “İyyake na’budu ve iyyake nesta’in” ayetinin idraki ve şuuruyla yaşamayı Allah bizden esirgemesin inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.