Ufuk ÇOKSÜRER
KÜRT MESELESİ KEMALİZMİN ESERİDİR
Geçen haftaki yazıdan mülhem pek çok şeyin zihnimde tebarüz etmesi sebebiyle “Kürt Meselesi” ile alakadar yazmayı sürdürmeyi münasip gördüm. Lâkin muhtasaran yazma zaruretinde olmam hasebiyledir ki, az yazıp aziz okuyucudan çok şey anlamalarını istirham edeceğim.
Ben yutkunarak konuşmasını sevmem. Bu sefer en sonda söyleyeceğim şeyi en başta söyleyeceğim. Sizden ricam bu yazıyı bitirdikten sonra bu cümleyi bir kez daha okumanız: “Kürtler su gibi muazzezdir. Türkler de öyle. Lâkin bu suyun içine İslâm'a ve bu toprakların necip, huluskar ve bir o kadar da mülayim olan sakinlerinin fıtratına mugayir(aykırı) Batı menşeli izm-lerle mücehhez mefhumları(kavramları) ikame ederseniz, işte o zaman o suya kazurat(insan pisliği) ilave etmiş olursunuz- ki bu davranışınız o suyu, muazzez olmaktan çıkarıp kanalizasyon şekline inkılap etmesinde fevkalade amil olur.”
Hanımlar, beyler! Kürt meselesinin nasıl ortaya çıktığını hiç düşündünüz mü? Ya müsebbibini? İslam’ın galebe çaldığı 600 yıllık Osmanlı hengâmında millet-i sadıka olan ve sesi soluğu çıkmayan necip Kürt milletinin torunları, 60 yıllık Cumhuriyet hengâmında neden ayrılık çıbanına düçar oldular? Mevcudiyeti boyunca Osmanlıya hiç isyan etmemiş bir millet, nasıl oldu da, cinnet geçirdi ve kaim dostu olan Türkün mahvından felah(kurtuluş) bulmaya tevessül etti?
Lafı evelemeyi gevelemeyi sevmem. Sevgili dostlar, Kürt meselesinin müsebbibi, Kemalizm’dir. Hani şu memlekete faydasından çok zararı olan Kemalizm... Bu toprakların fıtratına mugayir(aykırı) olan Kemalizm…
Bilindiği üzere Türkiye, Osmanlı devletinden kalan bakiye topraklarının üzerine bina edildi. Osmanlı’nın topraklarını tedricen kaybetmesiyle birlikte, Kafkasya’dan, Balkanlardan ve Arap mıntıkasından daha evvel Osmanlı tebaası olan milyonlarca insan, maruz kaldıkları mezalim ve soykırımlar saikıyla Anadolu topraklarına irtihal(göç) ettiler. Cumhuriyetin ihdas edilmesiyle beraber, Kemalistler Osmanlı’dan bakiye kalan onlarca değişik kavmiyetten müteşekkil olan bu nüfusu kucaklamak için yeni bir model geliştirmek veyahut en azından mevcut olan “Millet Sistem”ini muhafaza etmek yerine “Milliyetçilik” gibi batı menşeli bir mefhuma tenezzül ve tevessül ettiler. Bunun, çok kavmiyetten mürekkep olan bir milletin intiharı demek olacağını hiç akıl edemediler. Evet, yeni kurulmuş bir devlet olan Türkiye’nin idarecileri olan Kemalistler, Türkiye’nin imparatorluk varisi bir ülke oldukları hakikatine bigâne kaldılar. Sıkı sıkı İslam’a sarılmak yerine, gene Batı menşeli “Laiklik ”ten medet bulma gayreti içerisine girdiler. Kürtler ve sair milletler arasında tutkal vazifesi deruhte eden İslam’ı arka plana atarak bu işe yeni bir tüy diktiler. Hülasası basiretli davranmadılar ve İslam’dan sarfınazar etme işinin serencamını(akıbet) tahmin bile edemediler.
Sonra ne mi oldu? Milliyetçiliği ve Laikliği düstur edinen bu güruh, evveliyetle dindarları ve sonra da Kalu Bela’dan beri Anadolu’da meskûn olmuş, aynı topraklardan neşet etmiş ve ehli küffara karşı beraber cenk ettikleri hayırhah Kürtleri gözlerine kestirdiler. Kürtleri “Ne Mutlu Türküm Diyene” demeye icbar ettiler; bununla iktifa etmeyip Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bu sözü dağa, taşa koca koca harflerle yazdırıp gözlerinin içlerine soktular; bu da kâfi gelmedi körpecik bedenleri saatlerce ayakta dikip “varlıklarını Türklerin varlığına armağan ettirdiler.” Sadece bunlar mı? Tek bir Türk prototipi yaratılmak istendiğinden hüviyeti asliyeleri inkar edilmeleri istendi; Kürt yoktur, kart-kurt vardır gibi marazi- patolojik bir argüman geliştirildi; kendisiyle tarihte müteaddit defalar cenk edip yüzbinlerce şehit verdiğimiz en azılı düşmanlarımızdan olan İngilizlerin lisanını, ilk mektepten yüksek tahsile kadar zaruri ders olarak okutup buna mukabil salt İngilizlere karşı değil,
yedi düvele karşı yanımızda cenk etmiş necip Kürt milletinin lisanını, geçiniz mekteplerde sokakta dahi konuşulmasını memnu (yasak) ettiler; “en iyi Kürt ölü Kürt’tür” dediler; aksanlarının sertliğinden onlara "kıro", "keko" gibi tahkir edici benzetmeleri münasip gördüler. Yetmedi; Eziyet ettiler! Hapsettiler! Aşağılandılar!
Ve netice de PKK gibi kökü dışarda kukla bir örgüt, fırsatı ganimet bilip meydana çıkıverdi.
Evet, Kürtler Cumhuriyet tarihinin büyük bir bölümünde ezilmiş, hor görülmüş, tahkir edilmiş, tahakküm altında inim inim inletilmiş bu coğrafyanın mütemmim cüzleri olan mazlum bir halktır… Lakin elhamdülillah, ne zaman ki, bu toprağın hakiki çocukları, yavaş yavaş bu tahakkümü elinde tutan ve bu topraklara esasen pek yabancı olan o malum güce karşı yavaş yavaş galebe çalmaya başladı, yukarıda bahsini ettiğim o menhus(uğursuz) günler, biraz meşakkatli bir vetirenin(süreç) neticesinde de olsa atlatıldı ve artık günümüzde fakirlik dışında Kürtlerin zikre şayan ciddi bir meselesi kalmadı. Pek çok bakanımız Kürt’tür; meclisin yarısı Kürtlerden mürekkeptir; Kürtçe yayın hakkı serbesttir; sokaklarda insanlar rahatça Kürtçe konuşabilmektedirler vs. Eğer hakiki manada bir azınlık meselesi görmek istiyorsanız nüfusunun yarısı Türk, Kürt, Arap, Beluç ve diğer etnikler oluşan İran’a bakmanız kâfi. İran’da sizi adam yerine koymaları için özbeöz Farsi olmanız lazım gelir. İran hakkında daha sonra mufassal bir yazı yazmam kuvvetle muhtemel olduğundan, İran’daki düzenin ne kadar müsamahasız olduğunu anlatan örneklerden sadece bir tanesini vermekle iktifa edeceğim: Cumhurbaşkanlığı seçimine aday olacak kişiler mutlaka Caferi Şii mezhebinden olmalıdırlar ve bu koşul İran’ın anayasasında vardır.
Velhasıl kelam: Evet, doğrudur, devlet baba vaktiyle Kürtlere sert bir tokat atmıştır. Ama Kürtler de boş durmamış ve kendisine tokat atan babalarını sayısız yerinden bıçaklamak suretiyle öldüren çocuğun durumuna düşmüşlerdir.
Sevgili dostlar, Türk ile Kürdün tefrikaya düşmesi ne Türk'e ne de Kürde yarar; sadece doymak nedir bilmez büyük şeytan Batılı düveli muazzamaya yarar. Unutmayalım lütfen, ne Kürt Türk’ten daha yücedir. Ne de Türk bir Kürt’ten daha mümtaz ve şereflidir. Galebe(üstünlük) sadece takvadadır. Kim İslam'a daha yakınsa o daha mümtazdır. XX. asrın İdris-i Bitlisî'si olan cennet mekân Bediüzzaman 1910'larda Osmanlı Devleti'ne karşı isyan etmek isteyen Kürt aşiret reislerine hitaben bakınız ne diyor: "Altı yüz seneden beri tevhid bayrağını umum âleme karşı yücelten ve millî âdetlerini terk ederek ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize, kuvvet ve cesaretimizi hediye edelim. Ona bedel, onların akıl ve ma'rifetinden istifade edeceğiz ve asaletimizi de göstereceğiz. Elhâsıl, Türkler bizim aklımız, biz onların kuvveti; hep beraber bir iyi insan oluruz. Dik başlılık etmeyeceğiz ve kendi başına hareket yapmayacağız. Bu azmimizle başka milletlere ibret dersi vereceğiz. İyi evlâd böyle olur... İttifakta kuvvet var, ittihâdda hayat var, uhuvvette saadet var, hükümete itaatte selâmet var. İttihadın sağlam ipine ve muhabbet şeridine sarılmak zaruridir."
Mürşidimiz Said-i Nursi, dedemiz, İdris-i Bitlis-i Türklerle kenetlenmemiz hususunda bizleri sıkı sıkı tembih ederken, siz hâlâ İslam düşmanı Öcalan'ı, riyakâr ve samimiyetsiz Demirtaş'ı, aslen Kürt bile olmayan ama Kürtlerin mümessilliği rolünü üstlendiğini zanneden Sırrı Süreyya zevzeğini, Kürtçe bile bilmeyen lâkin "Kürtçe olmazsa olmazımızdır" diyen Pervin Buldan gibi müptezellere kulak verirseniz işte o zaman geri dönüşü olmayan bir yola girmiş oluruz…
Yapmayın, etmeyin!
Şimdi lütfen ikinci paragraftaki uzun cümleyi bir kez daha okuyunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.