Teslime Gülsen NURDOĞAN
Kadir Mısıroğlu Delillerle Konuşurdu Tenkid Ölçüsü İslamdı
//Babamı bile İslam ile iz'an ederim. Müslümanın ölçüsü İslamdır. Sevdiklerimi de İslam ile iz'an ediyorum düşmanlarımı da İslam ile iz'an ediyorum.//
1933'ün Ramazan ayına tekabül eden Kadir gecesinde doğup 2019 yılının Ramazan ayına tekabül eden birinci gününde vefat eden Kadir Mısıroğlu Cumhuriyet tarihimizin canlı şahitlerindendir. Türkiye'de cereyan eden çocukluğundan tutun da vefat edeceği güne kadarki olayları yazmış ya da anlatmıştır. Bir kısmı hacimli 61 kitabın yazarı merhum Mısıroğlu, Türkiye'deki siyasi olayların aktif bir katılımcısı ve şahididir. O günün olaylarını bize yaşadıkları üzerinden kendi üslubuyla aktarır. Bu sebeple o, kulak verilmesi gereken biridir.
Bir hürriyet aşığı olan Kadir Mısıroğlu, çocukken de özgür ruhlu biridir. Topluluklara hitap etmeyi sever. Hitabet bir aşk gibi onun ruhuna kazınır. Bir hatırasında hitabet sevgisini şöyle anlatır.
"Ben büluğa ermeden başladım nutuk atmaya. Evimizin önündeki ağaca, Karaağaca çıkardım. Kur'an okurum, türkü söylerim, ezan okurum, nutuk atarım. Anam derdi ki ağzın çelikli midir oğlum in aşağı!.. Meğer Allah beni bir antrenmana sokmuş o zaman. Kapının önündeki Karaağaca çıkarım mahalleye nutuk atarım. Böyle başladım."
Başka bir hatırasını da şöyle anlatır. "Ey ahali duyduk duymadık demeyin! Şöyle şöyle olduğu Belediye Meclisi namına ilan olunur!..Mektep çıkışlarında buna (Belediye ilanları) rastlardık. Benim hoşuma giderdi bu topluluğa hitabı. Arkasına takılırdım. Bu, her köşe başında bunu tekrarlardı. Kazada belki yirmi yerde tekrarlardı. Ben bunun sözlerini ezberlerdim. O zaman şehirde ev yoktu. Şehirde çarşı vardı. Mahalleler çarşıda değildi. Biz aşağı yukarı bir-iki km. yürürdük mektebe gitmek için. Ev yolunda iki taşın üzerine çıkar bunu tekrarlardım. Elhamdülillah hakikatleri böyle Tellal Osman gibi amirinin sözlerini değil hak sözleri tekrarlamak üzere Cenab-ı Allah'ın beni tavzif ettiğine, bana bu nimeti nasip ettiğine…" (inanıyorum) diyor.
O, konuşurken heybetli ve vakur bir eda ile konuşur. Coşkulu ve celallidir. Müslüman toplumun kendi değerlerine olan ilgisizliği karşısında sinirlenir. Sözleri, onları yaka paça silkeleyip uykusundan uyandıracak gibidir. İmani ve ahlaki meselelerdeki toplumsal zafiyete ateş püskürür. Bu yüzden çoğu kez konuşurken öfkesini teskin için oturduğu masaya şiddetli bir yumruk indirir. Bu onun konuşma üslubunun bir parçası haline gelmiştir.
Davası vardır ve bu uğurda birçok sıkıntıya katlanmıştır. Çoğu kez sudan bahanelerle mahkeme edilmiş, hakkında birçok davalar açılmış, hapis yatmış, suikaste uğramış hatta vatandaşlıktan atılarak ülkesinden sürülmüştür. Kadir Mısıroğlu'nun genç bir delikanlı iken yaşadığı Türkiye'de, Sağ ve Sol diye bilinen anarşist bir gençlik vardır. O bu gençliğin sağ canibindedir. Milliyetçi mukeddesatçı diye bilinen Sağın tarafındadır. Sol canip ise çeşitli ideolojilerle beslenen gruplardır. Cumhuriyet Türkiyesi böyle bir kaosun içindedir; yasa ve kanunlarsa bunları önlemeye yetmemiştir.
Mısıroğlu'nun hatıralarını dinlerken onun hitabeti ve kişiliği hakkında da bilgiler alıyoruz. Adnan Menderes'in infaz edilişi karşısında sokaktaki halkın durumunu şöyle dile getirir.
"27 Mayıs İhtilalinde Laleli'den yukarıya gidiyordum. Müzik çalıyordu. (radyoda) Yola vermişler koskada dükkanlar vardı. Müzik çalıyordu, birdenbire müziği kesti. Tın tın tın… 'Yassıada Kumandanlığından bildirilmiştir. Bugün sabıt ve sakıt Başvekil Menderes idam edilmiştir!' Herkes böyle bir durdu, haberi dinledi. Gene şarkıya başladı. Bir baktım herkes yoluna gidiyor. Hiç kimsede bir şey yok! Hiç kimsede bir şey yok! Efendiler, işim vardı karşıya gidiyordum… Kadıköy'e geçtim. İkindi namazı için İskele camiine girdim. Namazı kıldım… çıkarken son cemaat yerinde ihtiyar bir adam sessiz sessiz ağlıyor… yaşlı başlı ellisinde altmışında bir adam… Bir derdi var zannettim, ben de unuttum Menderes'in hikayesini. Yaklaştım dedim ki Amca bey! dedim. Ben o zaman gencim, bu otuz sene evvelki vaka. Amca bey, dedim bir derdin mi var dedim belki bir faydamız olur diye. Öyle deyince birden böyle çocuklar bazen dolar da… bir şey söylediğin anda birden cali surette ağlamaya başlar boşalır. Aynen onun gibi feryadını yükseltti de: Ne kabahati vardı bu adamcağızın da bunu astılar? dedi. Dedim çok mu üzüldün çık dışarıya! Bir taş al eline, cinnet getirdim farzet… bir vitrini kır, bir gazete haberi olsun! Menderes asıldı diye onu seven bir taş aldı… bir cam kırdı desinler! Kur'an'a hakaret oldu! Kur'an'a iki ay oldu. Bir Müslüman gidipte İnönü'nün oğlunun evine bir taş atsaydı da bu bir gazete haberi olsaydı! Bilselerdi ki bu Müslümanların bir aksü'l amel istidadı var…"
Kadir Mısıroğlu'nun da anlattığı gibi halk tepkisizdir. Haksız yere asılan Başbakanlarının idamına bile ağlamaktan korkmuştur. Bunları anlatırken merhum Mısıroğlu aynı o günlerin coşkun öfkesini yaşamaktadır. Müslümanların duyarsızlığına kızar. Yapılan yanlışlara, toplumun bir tepki vermemesine öfkelenir.
Mısıroğlu, Allah'a ve kitabı Kur'an'a ve Hz. Peygambere özgürce ittiba etmek istediğini söylemektedir. Tarihçiliğini de İslamca yaptığını dile getirir. Bundan dolayı kendisine yapılan tarizlere de İslam ölçüleri içinde cevap vermeye çalışır. Ve bunu İslami delillerle delillendirir. Kaynak gösterir.
Aşağıda alıntıladığım bölüm Kadir Mısıroğlu'nun kimi niye tenkit ettiğini ve nasıl bir minval üzere tenkit ettiğini açıklar mahiyettedir. Ayrıca Selahaddin Eyyübi, Fethullah Gülen, Mustafa İslamoğlu, Mehmet Akif, Dante gibi kişileri niye tenkit ettiğini de açıklamaktadır. Bütün bunlar okuyucuya onun üslubu hakkında da bir malumat verir diye düşünüyorum. Daha fazlası için kitaplarına ve youtubedeki videolarına da bakılabilir. Aşağıdaki yazı Kadir Mısıroğlu'nun 01. 10. 2016 tarihli Cumartesi Sohbetlerinden kaydedilmiştir.
"Bunlara bir prensip cevabı vermezsem bazı safdiller zannederler ki benim verecek cevabım yok. Çoğuna daha evvelce cevap verdim. Ama 'benim oğlum bina okur döner döner bi daha okur' hesabı aynı yalanları tekrarlıyorlar ve bunları yeni duymuş olanlar da doğru zannederler diye bunlara bir prensip cevabı vermek istiyorum. Bunun şer'i cevazı şudur. Biliyorsunuz bir insanın kusurunu söylemek -o kusur segairden yani küçük bir günah olsa bile- onun gıyabında söylemek kebairden bir günahtır. Gıybet adıyla kebairden bir günahtır. Lakin bunun şeri cevazı olan yerler vardır. Nedir o? Bir insanın kusuru şahsına münhasır değil de sair insanlara sirayeti varsa bunun kusurunu söylemek gıybet olmayıp emr-i maruftur. Yani bu, Allah'ın emridir. Yani Allah buyuruyor ki, "Siz öyle bir ümmetsiniz ki hayrı emreder münkerden nehyedersiniz." Zararı umuma ait olan bir yanlışı alenen söylemek gıybet değildir. Bilakis emr-i maruftur. (…) Caiz olan kusur söyleme buna münhasır değildir. Başka noktalar da vardır. Mesela sen bir adamı tanıdın ki, ahlaksızdır. Bir Müslüman onunla bir iş yapmak istiyor. Onu ikaz edersin. Dikkat et bu adam sağlam adam değildir sana zarar verir. Bir başka Müslümanı korumak için bir Müslümanın yanlışı söylenir. Bu, şeriatte beş yerde caizdir.
Şimdi ben tarih yazmasam Selahaddin Eyyubi'yle ne alakam var? Herkes makbul biliyor ben de makbul bilirim veya bilmem. Ama ben tarih yazıyorsam hakikate sadık kalmalıyım. Allah aşkına benim kitabımı aranızda okuyanlar da vardır; ben Selahaddin Eyyubi Kudüs'ü kurtarmadı mı dedim? Böyle bir şey yok! Her insanın yanlışı var hatası var. Tarih yazan şahısperestlikte hareket edemez. Tarih yazan hakikat peşinde koşmalıdır. Selahaddin Eyyubi evet Kudüs'ü kurtarmıştır ama bunun yanında ahlaki zaafları vardır. Bunların da ümmete verdiği zarar dolayısıyla söylenilmesi lazımdır. Gerçi tarih olmuş gitmiş ama devam edenler de var. Mesela Selçuklular aleyhine Haçlılarla ittifak yaptığı. (gibi) Birisi çıkıp da bana demiyor ki şu tenkidin kaynağı ne? Bana delil göster! Şahsi propagandalarla yaygın propagandalarla ihticat eden adamlar bana ağız dolusu küfrediyorlar. Bunun birincisi Mehmed Akif. Temcid pilavı gibi sayıyorlar. Allah aşkına ben 700 sayfa Abdulhamid yazdım. 700 sayfayı yazabilmek için size mübalağa gelmesin belki 7 bin sayfa belki 17 bin sayfa o devrin kaynaklarını okudum. Allah şahit, ben Mehmed Akif kadar Sultan Hamid'e çirkin söven bir adam görmedim. Buna itiraz eden benden delil istesin. Ben hiç kimsenin Sultan Abdulhamid'e 'domuz' dediğini görmedim ondan başka. Ben bunu M. Akif de insandır yanlış yapmış diyemeyecek miyim Allah aşkınıza? Bu Safahat elde geziyor. Bir genç bunu okusa Abdulhamid'e bundan dolayı tarizde bulunsa bu kul hakkı değil mi? M.Akif'in hakkı var da Abdulhamid'in hakkı yok mu?
Ben M.Akif'in Milli Mücadeledeki hizmetini 'Sarıklı Mücahitler' de 1965 senesinde methettim, takdir ettim. 1951'de Trabzon Lisesi'nde talebeyken M.Akif'e mevlüd okuttum. Bu insanlar zannediyor ki birinin bir yanlışını söyledin mi onun meziyetlerini de ben inkar ediyorum. Hayır çok doğru sözleri var. Ama bu doğru adamın çok yanlış sözleri de var hatta akaide aykırı sözü var. Bu kitabı okuyanı ben ikaz etmeyeyim mi?
"Yetmez mi musab olduğumuz bunca devahi
Ağzım kurusun yok musun ey adli ilahi"
Bu bir müminin söyleyebileceği bir söz mü?
"Madem yakacaktın yaksaydın a zalimleri
Tuttun bizi yaktın" Allah'a denir mi?
Allah'a zulüm isnad edilir mi? Kemalistler gibi ya hep kabul edeceksin ya hep reddeceksin. Bu benim meşrebim değil. İslam'ın da emri değildir. Eğer bir adam içki içiyorsa kimseye de içki iç demiyorsa, gıybet işte bunu konuşmaktır. Zararı kendine. Onu da şahsına söylemelisin. Sen Müslüman evladısın, bunu yapma dersin. Ama onu, bu adam ayyaştır bilmem ne, diyerek levm edemezsin. Fakat başkalarının tesiri altında kaldığı yanlışları varsa bunun tellallığını yapman lazım.
Fethullah diyor ki iman esasları dörttür. Allah aşkına 1400 seneliktir bu din 4 senelik değil. 1400 sene trilyon kafa yorulmuş bu din üzerinde. Kur'an'dan ahkam istinbatı için. Şimdiye kadar kim altıdan noksan iman esaslarını saymış? O, Müslümanların kabüllendiği üç esası alıyor dördüncü de ona adalet diye ekliyor. Prizma kitabına bakın. Ya Fethullah bu işi yanlış söylüyor diyemeyecek misin Allah aşkına? Diyemeyecek misin? Bu emri maruf! Benim tenkidlerim böyle! Cevap veremeyenler ne yapıyorlar?
Şimdi size misal vereceğim. İslamoğlu diye bir adam var. Alim bir zatın oğlu. Babası onu Mısır'a gönderdi. O kaçtı gitti İran'a gitti. Teşeyyü etti. Bu kelimeyi biliyor musunuz? Şiileşti. Kadere iman yoktur diyor ya, iman gerekmez diyor ya! Bu Şia itikadıdır. Milleti aptal yerine koyuyor. Şimdi bunları niye söylüyorum anlayacaksınız.
"Peygambere salavat getirmek dalkavukluktur." (diyor) Çok rica ederim ben uydurmuyorum. Nerden aldığımı söylüyorum. (Elinde İslamoğlu"nun posterini gösteriyor.) Ya eyyuhellezine amenu! Ey Ona iman edenler! Sallü aleyh! Siz de ona salavat getirin. Bu Allah'ın emri. Allah'ın emri dalkavuklukmuş(!) (Belgeyi sallıyor.) Bunu tenkidin ne netice doğurduğunu söyleyeceğim size. Burda başka bir vesika var diyor ve Islamoğlu'nun posterindeki yazıyı gösteriyor. "Hz Adem'in babası vardır." Allah, topraktan yarattım diyor. O diyor ki: "bir ana babası vardı bunun" Bunlar televizyonda seksen milyonun önünde söyleniyor. Ben bunları tenkid ettim. Dahası var.
Evrim teorisini reddeden en az Kur'an'ın yarısını reddeder diyor. Saymak istemiyorum. Şimdi bir söz, bir adamın küfrüne kafidir. Ama size söyleyim şahsi muayyenin tekfiri caiz değildir. Neden biliyor musun? Şu sözü söylediği zaman bu adam kafirdir çünkü ahkamı Kur'an'ı inkar etmiştir. Ertesi gün bu tövbekar olur sen buna kafir demeye devam edersen vebalde kalırsın. Sen, "Bu fiil küfürdür." dersin. Bu söz, sahibini kafir eder. Burda sebat ettiği müddetçe de kafirdir. Tecdidi iman Azrail'i karşısında görene kadar herkesin elinde bir fırsattır. Onun için ben bu kafir demiyorum. Bu söz küfürdür. Evrim teorisini kabullenmek küfürdür. İnsan maymundan türememiştir.
Babamı bile İslam ile iz'an ederim. Müslümanın ölçüsü İslamdır. Sevdiklerimi de İslam ile iz'an ediyorum düşmanlarımı da İslam ile iz'an ediyorum.
(...) İtalyanların en büyük şairi Dante'dir. Dante'nin dünyada en maruf (bilinen eseri) Divina Komedyadır. İlahi Komedi. Bizimkiler din düşmanı kitaplara hayrandır. Milli Eğitim bunu tercüme edip Milli Eğitim Yayınları'ndan çıkarmıştır bulabilirsiniz. Divina Komedya İlahi Komedi cennet, cehennem ve a'raf tasvirleri ile doludur. Güya Dante hayalen ahirete gitmiş, cenneti müşahede etmiş cehennemi müşahede etmiş. Cennette kimi görmüş, cehennemde kimi görmüş, a'rafta kimi görmüş bunu anlatır. Bu eserin mevzuu budur; cennet, cehennem, a'raf.
Bu Dante gavuru Peygamberi cehennemde gösterir, Selahaddin Eyyubi'yi cennette. Soruyorum bu ümmete Selahaddin'i methedenlere. Bu Dante aptal mı? Dünyanın en büyük şairi geçinen adam. Acaba Peygamberi cehennemde gösteren bu melun Selahaddin'in ne meziyetini gördü, onu cennette gösteriyor. Araştırmak gerekmez mi?" diye haykırır.
Kadir Mısıroğlu, tenkitini İslamca yaptığını söylemektedir. Bununla birlikte her ne söz söyledimse arkasındayım diyor. Bunları, ben delilsiz konuşmam diyerek tasdik ediyor. Aşağıdaki paragraf bu konuyla ilgili bir konuşmasından alınmıştır.
"Ben Delilsiz Konuşmam. Bu internet ilk başladığı zaman birisi hakkımda oraya bir yazı yazmış. Daha bu kadar yaygın değil. İşte diyor; 'Bu adam Atatürk düşmanıdır. Saltanatçıdır, Hilafetçidir, Şeriatçidir, şudur budur.' Bunları hep kötülemek manasına söylüyor. Ama diyor delilsiz konuşmaz!
Dedim ki yani hasmımın bile bunu tasdik etmesi benim için bir bahtiyarlıktır. Delilsiz bir şey söylemedim. Delilsiz cevaba ben ne derim, neyi inkar etmişim onu söyle de vereyim cevabını derim. Haşa ki böyle bir şey yapayım!"
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.