xxxx123
"İyi şeyler" mi oluyor?
Cumhurbaşkanı Gül'ün "İyi şeyler olacak" dediği günlerin üzerinden epey bir zaman geçti.
Habur girdi araya, Uludere girdi, Oslo girdi. Çok şehit girdi, çok ağıt girdi... "İyi şeyler olacak" sözü, yaşananlar yanında kara mizah gibi görülmeye başlandı.
Şu sıralar bir kere daha "İyi şeyler olacak" noktasına geliyor gibiyiz.
Kılıçdaroğlu'nun dili ballı hale geldi mesela.
Hükümetle ana muhalefet arasında "bahar" havası esiyor.
Kılıçdaroğlu, "Bu mesele çözülsün, anaların gözyaşı dinsin de, ben siyasi bedel ödeyeceksem ödeyeyim" gibi, siyaseten de çok şık sözler söylüyor.
Beşir Atalay, "Amerika her zaman devrede oldu" diyor. Barzani de görüştü Amerika ile BDP'liler de.
Şu sıralar, Atalay'ın verdiği bilgiye göre, Barzani "silah bıraktırmak üzere" Kandil ile görüşmeler yapmaktaymış. "Komşu ülkeye yönelik silahlı tehdide izin vermek olmaz" mantığı fonksiyonel hale geliyor.
Türkiye de, Kuzey Irak konusunda "Sezar'ın hakkını Sezar'a vermiş" durumda.
Yine Atalay'ın verdiği bilgiye göre, Kürtçe konusunda (eğitim mi öğretim mi net değil) belli adımlar atılacak. Milli Eğitim'den yapılan açıklamada, Kürtçe'nin seçmeli ders olması için önümüzdeki öğretim yılında düzenleme yapılacağı bildiriliyor.
ABD her daim devrede ise...
Gelinen noktada önemli bir soru şu:
Atalay'ın ifadesi ile "Amerika'nın her zaman devrede oluşu"nu nasıl okumak gerekiyor acaba?
Kuzey Irak'ın tavrında Amerika'nın etkisinden söz edilebilir.
CHP, bir süredir Amerika ile ilişkileri artırdı. Son CHP hamlesinde yer alan iki kişiden birisi, Faruk Loğoğlu, eski diplomat ve uzun süre ABD'de Türkiye Büyükelçisi olarak görev yapmış bir isim.
Muhtemel ki BDP'lilerin Amerika ziyaretleri de, karşılıklı bir etkileşim oluşturmuştur.
AK Parti hükümetlerinin Amerika ile sürekli iletişim halinde bulundukları da malum.
Eh, buna bir de Amerika'nın Irak'la, bölge ile ve hususen Türkiye ile, kendisi açısından da hayati ilişkisini ekleyelim, Suriye'yi ekleyelim, İran'ı ekleyelim, bunların Kürt sorunu ile bağlantılarını ekleyelim... Amerika'nın bir "Kürt politikası" olmasından daha tabii durum olamaz.
Peki acaba Amerika, "terörle mücadele"nin ötesinde, sosyal, kültürel, siyasi çerçevede "Kürt sorunu"nun çözümü adına nasıl bir "iyi şey" düşünmektedir?
Ben, AK Parti ile CHP'nin oluşturduğu iletişim ortamını, sorunun Türk-Kürt bu ülke insanı için ve bu ülke için yerli çıkarlar ekseninde çözülmesi açısından çok hayati buluyorum.
MHP'nin itirazcı çizgisini, belki bu işte "en aykırıyı da söyleyen birisi bulunsun" mantığıyla faydalı görmek mümkün. BDP de öteki cenahta belki en aykırıyı söyleyen olacak. Ama bu iki bileşemeyen tarafın, aykırılıkları duygu ayrışmasına yöneltmemesi şartıyla.
Yılda 1280 kere Andımız
Türkiye bu yarayı tedavi etmeli artık. Kan kaybı durmalı.
Bunu konuşmanın, görüşmenin de en meşru zemini Meclis'tir. Bana göre, konunun dört partinin iştiraki ile Meclis'te görüşülecek olması, hükümetin "Terör örgütü ile mücadele, uzantısı ile müzakere" söylemindeki BDP'yi "Kürt tarafı" haline getiren mahzurları da ortadan kaldıracaktır.
MHP'nin Meclis zeminini neden dışladığını anlamak mümkün değildir.
Bazı şeyler var ki artık tamamen beklenenin zıddına sonuçlar doğuruyor. Diyelim MHP "ülke bütünlüğü" noktasında hassas ise, akış ülke insanının duygusal kopmasına doğru ilerliyor. Bu iyi mi?
Geçtiğimiz hafta başında gittiğim Batman'da, ayda bir yapılan ve hem resmi hem sivil birimlerin yetkililerinin katıldığı istişare toplantılarında mesela "Andımız"ın yol açtığı duygusal kırılmaya dikkat çekildi.
Mesela şu soru: Neden hâlâ Kürtlük bilinci oluşmuş çocuğa yılda 1280 kere "Varlığım Türk varlığına armağan olsun" dedirtilir? Cevabı var mı bu sorunun?