Sezai ÇİÇEK
Günün içinden/hayatın yükünü çekmek!…
Radyodan dinlediği saat 13.00 haberlerinde; salgın hastalık sebebiyle, ülkede toplamda 45 milyon kişinin aşılandığını, bunların 30 milyon kadarının tek doz aşı olduğu ve aşılanmada yaş sınırının 18’e indiği anlatılıyordu.
Haberin sonunda, İstanbul ve Balıkesir dışında Marmara bölgesinde ayrıca iç Anadolu, Doğu Anadolu’nun Güneyi ile Karadeniz’in iç kısımlarında yar yar yağmur diğer bölgelerin ise az bulutlu olduğu söylenmişti.
Adliyeden ofise doğru gelirken çalışanlarla birlikte yemek için yol üzerindeki lokantadan bir şeyler almayı düşündü.
Tabi yiyecek alabilmek için öncelikle park edebileceği bir alana ihtiyacı vardı. Öyle ki bu bölgede gündüzleri park yeri bulabilmek adeta mümkün değildi. Aracını yolun kenarında arızalı olarak park etmiş ve yıllardır bulunduğu yere çakılı kalmış gibi bir izlemin veren çekicinin ön tarafının boş olduğu fark etti. Otomobilinden inerken gayrı ihtiyari çekiciye göz attığında aracın alt kısmından asfaltın üzerine siyah ve yapışkan bir motor yağı döküntüsünün gölçük şeklinde yer aldığını gördü.
Yolun sol tarafına geçip ilerlemeye başladı. Sanki bahar yeni gelmiş gibi bir heyecanla kaldırımları doldurup, caddeye taşacak şekilde sıralanmış, önlerinde irili ufaklı iskemle ve sandalyelerin yer aldığı, nispeten alçak masalarda gözlerinin içi gülen ve gülümsemelerle muhabbet eşliğinde yemek yiyenleri görünce, içini bir ferahlık kapladı.
Rabbim bu insanların gülümsemesi ve mutlu bir şekilde yemeklerini yemeleri ne güzel diye düşündü yanlarından geçerken. İleride döner satan “… Coşkun Döner” adlı lokantanın Cevizlibağ Şubesine doğru zihnini kaplayan bu minvaldeki düşüncelerle dalmış bir şekilde yürüdü.
Kasiyerin başka zaman olsa belki de dikkatini çekmeyecek olan aksesuarını ve neden bu şekilde kullanıldığını düşünürken, "acaba sorsam mı” dedi içinden. Ama hemen vazgeçti. Gerçekten de günün müşteri yoğunluğu olan bu saatında, kasada bulunan personele hiç de sorulmayacak bir soruydu aklına gelen.
Kasaya ödeme yapan müşterilerle birlikte, ortadaki döneri pişiren sıcak ocağın ısısı ve güneşin etkisi altında alın teriyle işini yetiştirmeye çalışan, bir elinde uzun bir bıçakla etin pişen yerlerini ince ince keserken, diğer elinde tuttuğu maşaya benzer bir çubukla onları bir araya toplayan ustayı izlerken, kendisi de sırada yerini aldı.
Dört kişinin bulunduğu yaklaşık 2 metrekarelik bir alanda, adeta yarışırcasına müşterilerin siparişlerini yetiştirmeye çalışanlardan tezgaha en yakın olanı, ellerinde kasaya ödeme yaptıkları ve üzerinde siparişleri yazılı fişlerle bekleyenlere, soğan ve domates isteyip istemediklerini soruyordu. Sonrada döneri kesen ustaya, ödeme makbuzunda yazan gram ne ise o kadar (60 gram yahut 80 gram diye seslenerek) döner hazırlanmasını istiyordu. Bu kişinin yanında bulunan bir diğeri ekmekleri, içerisinde yer aldığı kasadan çıkartıp, fırın benzeri bir yerde 30-40 saniye ısıttıktan sonra, yanındaki arkadaşına verirken, kendisine uzatılan ekmeği alan çalışan da, önündeki terazide tarttığı döneri, ekmeğin içerisine hızlıca yerleştirip birinci personele uzatıyordu.
Buraya gelenler önce sol tarafta bulunan kasaya, kaç gramlık döner istiyorlar ise onu söyleyip, yanında içecek talepleri varsa belirttikten sonra ödeme yapıyor ve kasadan aldıkları fişlerle sağ taraftaki sırada yerlerini alıyorlar. Bu arada sıranın girişe doğru uzadığını bilmeyenlerden, baş tarafa yönelen olursa, ilk personel yanlış yerde beklediklerini hatırlatıp doğru tarafa yönlendiriyordu.
Birisi lavaş olmak üzere toplamda üç paket döner alarak lokantadan çıkıp park ettiği aracına doğru yöneldiğinde, esmer bir delikanlının, boyunun iki katı yüksekliğinde iki tekerlekli, kağıt toplamak için birbirine eklenmiş iki büyük çuval (bazı bölgelerde bu büyüklükteki çuvala “harar” da derler) benzerini içerisi dolu olduğu halde, yolun bir kenarına araçların park ettiği diğer taraftan da otomobillerin seyir halinde olduğu düşünüldüğünde, adeta bir motorsıklet sürücüsü kıvraklığıyla hareket ettirmesi dikkatini çekti.
Muhtemelen Afgan ya da Pakistanlı olan bu çocuk belki de sabahleyin bir-iki bardak çay eşliğinde, üç-beş zeytin ya da bir parça peynir dışında yiyecek bulamamıştı kendisine. Bir an çocukla göz göze geldiler. Kendi elindeki poşette üç adet döner bulunan adam ani bir kararla poşetin içinden, kağıda sarılı olan yiyeceğini delikanlıya uzatıp, “bu senin, afiyet olsun!” dedi. Çocuk bir taraftan yükünü kontrol ederek ilerlemeye çalıyor, diğer taraftan yanından geçtiği araçlara dokunmamak için seri şekilde hareket ediyordu. Bu belki de hiç beklemediği ikramı aldığında henüz tek bir kelime bile edemeden döneri uzatan şahıs oradan çoktan uzaklaşıp gitmişti.
Ne garipler var şu dünyada! Kim bilir hangi ülkenin vatandaşı, ne zamandır bu gurbet ellerde yazın sıcağı, kışın soğuk ve ayazı baharların yağmuru altında çilelerini dolduruyorlar.
Kendi yiyeceği yemeği kağıt toplayıcısına verip oradan uzaklaşan adam, aniden dönüp yeniden lokantaya doğru bir iki adam attı. Sanırım kendisine tekrar yiyecek alacaktı. Bu arada ne olduysa, durdu ve bir süre çocuğun oradan uzaklaşmasını izleyip tekrar arabasına yöneldi.
Aracını çalıştırdıktan sonra işyerine doğru yol alırken içini bir rahatlık ve adeta büyük bir huzur kaplamıştı. "Olsun diyordu bugün de öğle yemeğini yemeyiversin ne olacaktı yani!" Kağıt toplayan delikanlının kendi yerine o yemeği fazlasıyla hak ettiği belliydi.
Araçla yoluna devam ederken bir kaç yüz metre sonrasında da başka kağıt toplayıcılarının da yanından geçti. Hepsinin esmer ve aynı bölgenin insanı olduğu ne kadar da belliydi. Yolun solunda kalan bölgedeki ağaçların altında, güneşin etkisinden kaçıp gölgelenmek üzere gelen iki delikanlının birisi sırt üstü yatmış diğeri de oturmuş belli ki araç gürültüsüne aldırmaz halde derin bir sohbete dalmışlardı.
Bunların da kağıt toplayıcısı olduğu yanlarında bulunan tekerlekli çuvallarından belliydi. Sahi bu çocukların, gençlerin nasıl bir dünyaları vardı! Ülkelerini, şehirlerini ve ailelerini terk edip ta İstanbul’a ekmek parası kazanmak, kağıt toplamak için mi gelmişlerdi. Yoksa asıl hayalleri, geleceklerini çalan emperyal devlerle savaşmak için güç toplamak kastıyla bir soluklanmak mıydı! Oysa onların yaşındaki çocukları kimi aileler tek başına bakkala ekmek almaya bile göndermiyorlardı.
Adam; acaba bizler şehrin en mutena mekanlarındaki kuş sütü eksik olmayan masalarda hangi lezzeti tatmak gerektiğine karar veremezken, kağıt toplayıcılara, bu hayatın yükünü çekmekten başka bir şey kalmıyor mu diye düşünüyordu!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.