xxxx1
Felsefe öldü! Yaşasın Sinema! (2)
Söylediğim şey şu: Özelde klasik dönemden devraldığımız, "çağdaş durum"da da karşı karşıya kaldığımız ve pek çok düzlemde karşımıza çıkan İslâm düşüncesinin sorunlarını da, genelde ise küresel medeniyet krizi sorununu da anlamlandırabilmemizde sinemanın çok büyük katkıları olacağını düşünüyorum.
Ben böyle düşünüyorum düşünmesine de, son derece sığ ideolojik, bön ve berbat dünyevî çıkarlar mücadelesi verildiği ve insanların zoraki olarak ilkel kamplar seçmeye icbar edildiği bu çorak iklimde, söylediklerimin tam olarak anlaşılabileceğinden kuşkuluyum. Ama her şeye rağmen insanlığın bu temel varoluş ve hakîkat meselelerini konuşmak, tartışmak zorundayız.
İslâm düşüncesinin de, küresel medeniyet krizinin de temel sorunlarının anlaşılmasında ve aşılmasında sinemanın katkılarının ne/ler olabileceğinin idrak edilebilmesi için, üç temel meselenin vuzûha kavuşturulması gerekiyor: Birincisi, sinemanın mahiyetinin, imkânlarının ve tabiî zaaflarının bütün boyutlarıyla kavranabilmesi. İkincisi, klasik ve çağdaş İslâm düşüncesinin temel meselelerinin ve açmazlarının çok iyi fark edilebilmesi. Üçüncü olaraksa, küresel medeniyet krizinin ne olduğunun, nereden kaynaklandığının çok iyi tasvir ve tarif edebilmesi.
Önce şu tespiti yapmak zorundayız: Yapay kavgalarla yatıp kalkan, bu yüzden inanılmaz bir güç, enerji ve güven kaybı yaşayan Türkiye gibi zihinsizleştirilmiş zihin'in hâkim olduğu bir ülkede, hem İslâm düşüncesini ve sanatını, hem de Batı düşüncesini, sanatlarını, sanat kavrayışlarını aynı anda bilebilen, idrak edebilen derinlikli bir entelijansiya yok bu çorak ülkede.
Entelijansiyamızın hâl-i pür melâli o kadar acıklı, hatta traji-komik bir görünüm arzediyor ki, sözgelişi, Batı uygarlığının ve düşüncesinin imkânlarına ve zaaflarına ilişkin ben ya da başka bir müslüman bir cümle kurduğum/uz zaman, hemen ilkel dürtülerle duvarlar örülüyor önüm/üz/e… Ama aynı cümleleri, Batı uygarlığının Nietzsche, Husserl, Heidegger, Gadamer, Kafka, Camus, Joyce, Derrida, Foucault, Baudrillard, Deleuze, Tarkovsky, Fellini, Rilke, Rimbaud, Goethe vesaire gibi marjinal değil, temel temsilcisi sanatçı ve düşünürleri telaffuz edince, şaşkına dönüyor Türkiye'nin -Pasternak'ın deyişiyle "çağın tutsağı" olan- zihin körleşmesi yaşayan metamorfoz yemiş entelijansiyası.
Türk entelijansiyası, derinlikli bir entelektüel donanıma, köklü bir tarih ve medeniyet şuuruna sahip olmaktan uzak olduğu için, kendi yaptığı ve kendisinin dışındaki herkesin de kendisiyle birlikte zorla tapmasını istediği putlarının ne kadar komik, ne kadar ilkel olduğu hatırlatılınca, neye uğradığını şaşırıyor ve ilkel dürtüleriyle inanılmaz savunma mekanizmaları geliştiriyor.
Mesela ben "felsefenin sefaleti"nden, "aklın putlaştırılması"ndan, ""bilimin kutsal bir ineğe dönüştürülmesi"nden sözettiğim zaman, hemen kılıcını kuşanıp saldırıya geçiyor. Oysa aynı şeylerden, örneğin Marx (felsefenin sefaleti), Nietzsche (aklın putlaştırılması), Feyerabend (bilim kilisesi, bilimin kutsal ineğe dönüştürülmesi'nden) sözettikleri zaman ne yapacağını şaşırıyor!
Gördüğünüz gibi, sinema meselesine henüz giriş yapamadık. Yapamadık; çünkü üzerinde gezindiğimiz bu alan, Türkiye'de berbat mayınlarla döşenmiş, ilkel putlarla ve çıkarperest şebekelerle çepeçevre kuşatma altına alınmış durumda. O yüzden, bütün insanlığı çıkmaz bir sokağın eşiğine fırlatıveren Batı uygarlığını anlama, anlamlandırma konusunda çok esaslı sorunlar yaşıyoruz: İnanılmaz zihnî bariyerlerle karşılaşıyoruz.
Böylesine bön ve berbat bir ortamda, kendimizin ve Batı uygarlığının tam olarak anlaşılamadığı, putların hükümfermâ olduğu, "vay sen nasıl olur da felsefe öldü, dersin, gerici, felsefe düşmanı, örümcek kafalı!" gibi gerçek felsefe düşmanlarının, örümcek kafalıların, laik paganların gürültü patırtı yaparak borularını zorla öttürmeye çalıştıkları bir vasatta, sinemanın anlaşılamaması, sinema üzerinden bizim ve bütün dünyanın karşı karşıya kaldığı temel varoluş ve hakîkat srounlarının nasıl anlaşılabileceğinin ve aşılabileceğinin kavranamaması son derece doğal.
Ama ben yeldeğirmenlerine karşı verdiğim bu entelektüel mücadeleyi Stalkervârî sürdürmekte kararlıyım.
Ben böyle düşünüyorum düşünmesine de, son derece sığ ideolojik, bön ve berbat dünyevî çıkarlar mücadelesi verildiği ve insanların zoraki olarak ilkel kamplar seçmeye icbar edildiği bu çorak iklimde, söylediklerimin tam olarak anlaşılabileceğinden kuşkuluyum. Ama her şeye rağmen insanlığın bu temel varoluş ve hakîkat meselelerini konuşmak, tartışmak zorundayız.
İslâm düşüncesinin de, küresel medeniyet krizinin de temel sorunlarının anlaşılmasında ve aşılmasında sinemanın katkılarının ne/ler olabileceğinin idrak edilebilmesi için, üç temel meselenin vuzûha kavuşturulması gerekiyor: Birincisi, sinemanın mahiyetinin, imkânlarının ve tabiî zaaflarının bütün boyutlarıyla kavranabilmesi. İkincisi, klasik ve çağdaş İslâm düşüncesinin temel meselelerinin ve açmazlarının çok iyi fark edilebilmesi. Üçüncü olaraksa, küresel medeniyet krizinin ne olduğunun, nereden kaynaklandığının çok iyi tasvir ve tarif edebilmesi.
Önce şu tespiti yapmak zorundayız: Yapay kavgalarla yatıp kalkan, bu yüzden inanılmaz bir güç, enerji ve güven kaybı yaşayan Türkiye gibi zihinsizleştirilmiş zihin'in hâkim olduğu bir ülkede, hem İslâm düşüncesini ve sanatını, hem de Batı düşüncesini, sanatlarını, sanat kavrayışlarını aynı anda bilebilen, idrak edebilen derinlikli bir entelijansiya yok bu çorak ülkede.
Entelijansiyamızın hâl-i pür melâli o kadar acıklı, hatta traji-komik bir görünüm arzediyor ki, sözgelişi, Batı uygarlığının ve düşüncesinin imkânlarına ve zaaflarına ilişkin ben ya da başka bir müslüman bir cümle kurduğum/uz zaman, hemen ilkel dürtülerle duvarlar örülüyor önüm/üz/e… Ama aynı cümleleri, Batı uygarlığının Nietzsche, Husserl, Heidegger, Gadamer, Kafka, Camus, Joyce, Derrida, Foucault, Baudrillard, Deleuze, Tarkovsky, Fellini, Rilke, Rimbaud, Goethe vesaire gibi marjinal değil, temel temsilcisi sanatçı ve düşünürleri telaffuz edince, şaşkına dönüyor Türkiye'nin -Pasternak'ın deyişiyle "çağın tutsağı" olan- zihin körleşmesi yaşayan metamorfoz yemiş entelijansiyası.
Türk entelijansiyası, derinlikli bir entelektüel donanıma, köklü bir tarih ve medeniyet şuuruna sahip olmaktan uzak olduğu için, kendi yaptığı ve kendisinin dışındaki herkesin de kendisiyle birlikte zorla tapmasını istediği putlarının ne kadar komik, ne kadar ilkel olduğu hatırlatılınca, neye uğradığını şaşırıyor ve ilkel dürtüleriyle inanılmaz savunma mekanizmaları geliştiriyor.
Mesela ben "felsefenin sefaleti"nden, "aklın putlaştırılması"ndan, ""bilimin kutsal bir ineğe dönüştürülmesi"nden sözettiğim zaman, hemen kılıcını kuşanıp saldırıya geçiyor. Oysa aynı şeylerden, örneğin Marx (felsefenin sefaleti), Nietzsche (aklın putlaştırılması), Feyerabend (bilim kilisesi, bilimin kutsal ineğe dönüştürülmesi'nden) sözettikleri zaman ne yapacağını şaşırıyor!
Gördüğünüz gibi, sinema meselesine henüz giriş yapamadık. Yapamadık; çünkü üzerinde gezindiğimiz bu alan, Türkiye'de berbat mayınlarla döşenmiş, ilkel putlarla ve çıkarperest şebekelerle çepeçevre kuşatma altına alınmış durumda. O yüzden, bütün insanlığı çıkmaz bir sokağın eşiğine fırlatıveren Batı uygarlığını anlama, anlamlandırma konusunda çok esaslı sorunlar yaşıyoruz: İnanılmaz zihnî bariyerlerle karşılaşıyoruz.
Böylesine bön ve berbat bir ortamda, kendimizin ve Batı uygarlığının tam olarak anlaşılamadığı, putların hükümfermâ olduğu, "vay sen nasıl olur da felsefe öldü, dersin, gerici, felsefe düşmanı, örümcek kafalı!" gibi gerçek felsefe düşmanlarının, örümcek kafalıların, laik paganların gürültü patırtı yaparak borularını zorla öttürmeye çalıştıkları bir vasatta, sinemanın anlaşılamaması, sinema üzerinden bizim ve bütün dünyanın karşı karşıya kaldığı temel varoluş ve hakîkat srounlarının nasıl anlaşılabileceğinin ve aşılabileceğinin kavranamaması son derece doğal.
Ama ben yeldeğirmenlerine karşı verdiğim bu entelektüel mücadeleyi Stalkervârî sürdürmekte kararlıyım.