Fatih'in Secde Ettiği Yerde Ayaklar Geziyor Şimdi...

 

       Yıl 1453. Aylardan mayıs. Mayısın 29’ u Salı. Tüm dünyayı, insanlık tarihini, tekmil İslam Dünyasını etkileyen önemli bir hadise gerçekleşti bu tarihte: Ak alınlı, ak ruhlu, ak düşünceli, mert, yiğit, cesur...Atamız Fatih Sultan Mehmet Han, Kıratının üstünde 1000 yıldan fazladır yaşayan ve 30 yakın kuşatma gören İstanbul’a girdi. Bu bir fetihti. Fetih, yani "ölü yerleri yaşamaya açma", "bihayat mekânları hayata döndürme" eylemi.

        Bizanslı kızlar güller attılar bu yiğit süvarinin üzerine. Asırlardır zulüm altında yaşayan mazlumlar, gönül bahçelerinden derledikleri  sümbüller saçtılar  yoluna. Doğruca Ayasofya Kilisesine giden genç Fatih, Kilisenin önünde korkudan secdeye varan  Ortodoks Papazları, rahipleri görünce;  ‘Kalkın ayağa! Ben, Sultan Murad Han oğlu Sultan Mehmet Han. Sizlere ve bütün halka söylüyorum ki, bugünden itibaren artık hayatınız ve hürriyetiniz İslamın adalet zırhı ile korunacak. İşinizde dilinizde, inancınızda hürsünüz....' Bu hitaptan sonra camiye çevrildi o ulu mabed.  O günden, yani 1453 Mayısından, 1934 yılına kadar temiz kalpli müminler, adil, yiğit ve cesur  Müslümanlar,  gönlü temiz yüce dervişler,  mert akıncılar, askerler, siviller,  ağalar, paşalar, beyler, zenginler, fakirler… Biteviye secdeye vardılar bu ulu cami de. Ak alınların öptüğü bu yerler, temiz yüzlerin secdeye vardığı bu mekanlar maalesef 1934 ten beri abdestli abdestsiz, kirli temiz ayaklar altında çiğneniyor.             

                                 AYASFOFYA VAKFİYESİ

        Dedemiz fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul’a girer girmez yaptığı ilk işlerden biri de şehrin en büyük ve sembol ibadethanesi olan Ayasofya’yı “kılıç hakkı” olarak camiye çevirmesi olmuştur. Atamız Fatih adına büyük bir vakıf kurduğu bu Cami için çok dikkate değer bir vakfiye yazmıştır. O vakfiyeden bir kaç satır (kısaltılmış olarak) ;   

"…Vakfa herhangi bir şekilde müdahale Allah’ın diğer haramları gibi haramdır…”“…Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen bâtıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse….” “Açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikâb eylemiş olur. Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların la'neti üzerlerine olsun. Ebediyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir..."

     Maazallah ne kadar korkunç bir beddua… Millet olarak bir an önce bu bedduadan kurtulmamız gerekir. Bu mevzuda idarecilerin sorumluluğu ve vebali elbette çok büyük, lakin bizlerin de bu konuda sorumluluğumuz olduğunu asla akıldan çıkarmayalım.

                                           1934- 2020

        1453 den 1934 e kadar bu vasiyet harfiyen yerine getirildi. 1934 de bir şeyler oldu ve bu vakfiyenin hilafına bu Ulu mabed,  fethin sembolü bu Cami, Müzeye çevrildi. O gün bu gündür Atamız Fatihin vasiyeti menfi anlamda bu milletin üzerinde. Ayasofya’nın cami olarak açılmasının gündeme geldiği bu günlerde hadiseye her siyasi ve sosyal grup  kendi dünya görüşü zaviyesinden bakıyor;  

a-Batıcılar, “ Aman ha!  Batıyı kızdırmayalım! Diğer camiler yetmiyor mu? İstanbul'da Camimi yok...? ” Bu kardeşlerimize; Batılıların bizden aldıkları topraklardaki camileri yıkmaları, kiliseye çevirmeleri, çok kötü amaçlar için kullanmalarını hatırlatıp “Batı dediğiniz işte bu…” Deyince ;  yıllardır zihinleri ve ruhları batı putu ile işgal edilmiş bu vatandaşlarımız;  ”Ama onlar batılı. Yani çağdaş, yani aydın, yani modern…” derler. Bu "ezik vatandaşlarımıza"  göre batı ve batılı değerler eleştirilemez, onlar ne yaparlarsa  doğru, ne söylüyorlarsa haktır.  Çünkü onlar zengin, çünkü onlar bilimde ileri, çünkü onlar çağdaş” Bu görüşte olanların görüşlerini hiçbir hakikat değiştiremez.

b-  Laikçi, liberal ve Marksist görüşlere sahip bazı gruplar  ise hadiseye şöyle yaklaşıyorlar;” Namaz kılınacak cami mi kalmadı? Ayasofya Müze olarak kalmalı ve bu bina tüm insanlığa hizmet etmeli...” Her şeyi ekonomiye bağlayan, düşüncelerini şuurlu veya şuursuz bir şekilde maddeye dayandıran bu vatandaşlarımız;   “Zaten zor bir dönemden geçiyoruz. Ekonomi batar, aç kalırız, perişan oluruz… ” diyorlar. 

     ASIRLARDIR SÜREN BATI EKSENLİ EĞİTİMİN MEYVELERİ 

       Ülkemizde yıllardır uygulanan batı merkezli eğitimin millet ruhunda oluşturduğu korku  maalesef düşüncelerimizİ ve gönüllerimizi batıya ipotekli bir hale getirmiş. Bu mücerret iddianın en müşahhas örneği Ayasofya meselesinde ortaya çıktı. “Batılıları kızdırmayalım, durup dururken başımıza iş açmayalım” diyenlerin göremediği bir şey var. Bu mantığa göre Türkiye, Suriye’ den, Iraktan, Kıbrıs’tan, Libya’dan, Katar'dan geri çekilmeli, Afrika ile ilgilenmemeli. Batılılar,  pkk, fetö, dhkpc gibi örgütlerle yaptığımız  mücadelemize de kızıyorlar o zaman bunlarla da mücadeleden vazgeçmeliyiz.   Batılı zalimler,  Doğu Akdeniz’de bayrak göstermemizden, batıyı ve batılı değerleri eleştirmemizden de rahatsızlar. O zaman tüm bunlardan vazgeçmeli ve sürekli “evet efendim sepet efendim” demeliyiz.

     Bir mümin ise bu olaya şöyle bakar/bakmalı: Adalet olmayan yerde zulüm vardır. Köle olarak yaşamaktansa kahramanca ölmek daha güzeldir.  LA GALİBE İLLALAH.    

               DEVLETİN VAROLUŞ SEBEBİ EGEMENLİKTİR  

        Tarihte onlarca devlet bir o kadarda beylik kuran Milletimizin bu semada parlattığı en parlak, en muhteşem yıldız şüphesiz Osmanlı Yıldızıdır. Atalarımızın kurduğu onlarca devletin başkanları, padişahları, kağanları, sultanları arasında en güçlüsü, her yönü ile en büyüğü ise şüphesiz atamız Fatih Sultan Mehmet Handır. Fatihe bu unvanı kazandıran onlarca sebep vardır, lakin en büyüğü 1000 yıllık bir maziye sahip olan ve kendisine kadar onlarca kez kuşatıldığı halde bir türlü alınmayan Doğu Roma’yı/ Bizans’ı yenip hayatına son vermesi ve İstanbul’u fethetmesidir. Bu fetih bizler tarafından değil batılılar tarafından Orta Çağın bitişi Yeni Çağın başlangıcı olarak kabul edilmiştir. 29 Mayıs 1453 Salı günü genç atamız Fatih'in topları sadece İstanbul’un/Bizans’ın yıkılmaz surlarını değil Avrupalıların orta çağının "düşünce kulelerini" de berhava etmiştir.

   FATİH’E KARŞI MAHCUBİYETİMİZ SONA ERMELİ   

      Ayasofya Camisi Müzeye çevrildiği yıldan(1934) bugüne kadar milletin gönlünde kanayan bir yara olmuştur. Ayasofya’nın bu mahzun ve garip halini dile getiren birçok şiir yazılmıştır. İşte bunlardan birinden birkaç mısra;

     “…Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!
Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?

Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?

Ayasofya ses vermiyor,
Ayasofya bir hoş,
Ayasofya bomboş!

Hani nerede?
Şu muhteşem minberde,
Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,
Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor…?”

                                                     Osman Yüksel  Serdengeçti

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum