Turan UÇAR
Barut kokan dağlarımız çobanların kaval sesini özledi
Çocukları, kardeşleri, sevdikleri askerde olan tüm aileler gibi çocukları dağlarda olan ailelerde silahların bırakılacağı günleri iple çekiyordur sanırım.
Barışın rüzgârı artık çok şiddetli esiyor. Arada birileri kesintiye uğratmak istese de sanırım halkta ve devletin nerdeyse tüm kurumlarında oluşan barış iradesi bu engelleri aşacak.
Zaman içerisinde barışa her yaklaşıldığında faili meçhul profesyonel eller bir şekilde süreci sekteye uğratmayı başardı. Başarı sadece sekteye uğratmakla elde edilmedi, toplum da çok başarılı bir şekilde manipüle edilerek barışa giden yolda aşılmaz bariyerler oluşturuldu.
Gelinen noktada Türkiye toplumunun kahir ekseriyeti artık bu savaş ortamının sona erdirilmesini ister hale geldi ve geçmişte kırmızıçizgiler diye topluma yutturulan birçok olgunun aslında çok şey ifade etmediği de anlaşıldı.
Süreç doğal seyrinde işlemeye devam ederse, toplumun kodlarıyla oynanarak oluşturulan korkuların ne kadar yersiz olduğu da anlaşılacak.
Ötekileştirilenlerin aslında hiçte “öteki” olmadığı, farklılıkların birer zenginlik olduğu ve bizi bir arada tutan asıl öğelerin, tarihten süzülüp günlük yaşantımız içerisinde doğu batı demeden yaşamımızı şekillendiren kültürel kodlarımızın olduğunu hepimiz yeniden anlayacağız.
Ulus devlet yapısının değişmez bir kural olduğu yalanı ile toplumu şekillendirmeye çalışanların ve bundan nemalananların bize unutturduğu çok kültürü yaşamı özümseyerek çokluk içinde birliği yeniden öğreneceğiz.
Vatanseverliği kan milliyetçiliğine indirgeyen ideolojilerin dünyayı kasıp kavurduğu ve insanlığın yerlerde süründüğü 19. yüzyıl zihniyetinin tarihe ve insanlığın kültürel birikimlerine aykırı olduğunu yeni yeni anlıyoruz.
Öylesine bir ideoloji ki; eğitim sistemi, yasalar ve ulus devlet yalanı ile bireylerin insanlığa sunacağı barış ve hoşgörü duygularını körelterek “varlığını” sadece “etnik kimliğine” “armağan” edecek şekilde kodlayabiliyor. Bununla da yetinmiyor “damarlarındaki asil kanı” kutsayarak zihinlerde sürekli bir düşman üretiyor. Ne de olsa bu sanal gerçeklik sadece yakın düşman ile var olabilir. Düşman yoksa üretilir, nitekim yakın tarih sürekli üretilen yakın düşmanların üzerine kurulu nerdeyse.
Yaratanın, insanın seçme iradesine dahi bırakmadığı etnik farklılıkların yapay ideolojilerle değiştirilemeyeceği, her şeyin gün gelip aslına rücu edeceğini bir kez daha öğreneceğiz.
Gönüllü birliktelik olmadıktan sonra millet olunamayacağını, milleti “millet” yapanın ancak halkların hür iradesi olduğunu da yeniden keşfedeceğiz.
Dile kolay on binlerce can, hesabı bile yapılamayacak büyüklükte maddi kayıplar ve boşa harcanan yıllar. Elbet kolay olmayacak; ama tarih nasıl bu dönemi lanetle yazacaksa, barışı ve kardeşliği tesis eden herkesi de minnet ve şükranla yazacaktır.
Kan ve barut kokan dağlarımız yeniden yeşerecek. Bin bir çeşit nebatatın yetiştiği dağlarımızda çobanların kaval sesleri kuzuların melemesine karışacak.
Köyünden sürülen, gelir kaynakları kurutulan ve fukaralıktan gurbeti acı vatan yapanlar yeniden dönecek güzelim topraklarına.
Gözü yaşlı anneler bir daha fidanlarının toprağa düşüşüne ağlamayacak.
Doğusuyla batısıyla yeniden inşa edilecek gelecek. Sevdalar daha bir başka yaşanacak, toprak ile yeniden bütünleşecek insanlar, barut kokularının yerini yağmur suları ile beslenen cana can veren toprak kokusu ve bin bir çiçeğin rayihası kaplayacak her yeri.
Çok mu iyimser olduk?
Varsın olsun, hayali bile güzel…
Mail: trntoprak@hotmail.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.