Salim YILMAZ
1.Bölüm: Korunması Gereken Yerler, İngilizce İletişimler ve Polisiye Romanlar Üzerine
Kuzey Avrupa Seyahati
1.Gün – 15.07.2019 – ALMANYA
Gezip yeni yerler görmeye çocukluktan beri ilgisi olan biriyim. Bu doğrultuda hayallerimi gerçekleştirmek için 2012 yılından itibaren yurtdışı gezilerine katılmaya başladım. Şimdiye kadar 30 ülkeye seyahat ettim. Değişik ülkelere yaptığım bu seyahatler bazen tur şirketiyle bazen kendi başıma, bazen kurban gönüllüsü olarak, bazen de Avrupa Birliği tarafından yapılan projeler aracılığıyla gittim.
Bu yazıda bahsedecek olduğum geziye ise İGEDER adlı tur şirketiyle katıldım. Seyahatimiz 11 günde 10 ülkeyi kapsayan Kuzey Avrupa turu...
Yolculuğumuza sabah 06.00'da Yeni İstanbul Havalimanı'nda buluşmak üzere başladık. İki buçuk saat süren uçuşumuzla Almanya'nın başkenti Berlin'e ayak bastık.
Biraz Berlin'den bahsetmek gerekirse benim asla yabancılık çekmeyeceğim, üç buçuk milyon nüfuslu bir şehir. Sebebi ise hem içinde yaşayan yüz otuz bin civarı memleketlim hem de ülkemizde de rastladığımız Karadeniz benzeri iklimi. Berlin yeşillikler içinde düzenli bir şehir özelliğini taşıyor.
İşte turumuza da bu şehirle başladık. Bizim için iki gün önce Türkiye'den gelen otobüsümüze bindik. Tabii ilk olarak Almanya'nın sembollerinden birisi olan Branderburg Kapısı'nı ziyaret ettik. Berlin'e gelen hemen hemen herkesin buluşma yeri olan bu yapının tarihçesini de rehberimizin anlatımıyla dinledik.
Kısaca bahsetmek gerekirse Neoklasik eserlere bir örnek olan Brandenburg Kapısı, on iki sütundan oluşuyor. Batı Berlin denilen bölgede bulunan kapının yapımına 1788 yılında, Almanya İmparatorluğu Dönemi'nde başlanıyor. Berlin şehrinin giriş yeri olmak amacıyla tasarlanan Brandenburg Kapısı'nın 1791 yılında yapımı bitiyor.
Kapı 1806 yılında Napoleon Bonaparte tarafından el konularak parçalar halimde Paris’e kaçırılıyor. 1814 yılında Napoleon Bonaparte, Alman güçlerince yenilgiye uğratıldığında yapının parçaları tekrardan Brandenburg Kapısı’nın üzerindeki yerine kavuşuyor. Parçaların başına gelen yorucu serüven bununla da kalmıyor. Kapının sütunlarını süsleyen heykelin yönü 1989'da Berlin’in birleşmesiyle beraber değişiyor. Doğu Batı Berlin ayrımı varken yüzü batıya bakan heykel, birleşmeden sonra diğer yöne çevriliyor.
Tabii biz de durmadık oldukça gösterişli olan kapının yanında önce toplu bir fotoğraf çektirdik. Adettendir ne de olsa:) Ee bu da yeterli olmayınca yirmi dakikalık serbest zamanda herkes efendime söyleyeyim selfiesini, yanındakini, berisindekini kısacası uçanı kaçanı çekti.
Daha sonra yürüyerek Almanya parlamento binasının önüne geldik. Rehberimiz bizlere yine engin bilgileriyle hem parlamento binasını hem de Berlin Katedrali'ni tanıttı. Giriş ücreti 7 Euro olan katedralin içine girmeye kimse yanaşmadı. Kimse para vermek istemiyor sanırım. Bedava kültürlenme yeter bize :)
Rehberimiz Berlin şehrini anlatmaya devam etti. Bu bölgeye, Müzeler Adası da diyorlar. Çünkü her yer tarih kokuyor. UNESCO Dünya Kültür Mirası olarak kabul edilen Bergama antik kentinden kaçırılan Zeus Sunağı bugün Berlin Müzesi'nin duvarlarını süslüyor. Berlin’e seyahat eden gezginlerin gezilecek yerler listelerine mutlaka dâhil ettikleri bir diğer mekânsa sosyal açıdan canlı Alexanderplatz Meydanı... Fakat vaktimiz yeterli gelmediği için uğrayamadık. Bu yüzden hemen yakınımızdaki Checkpoint Charlie Caddesi'ne gittik.
"Checkpoint" geçiş noktası anlamına geliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Berlin şehri Doğu ve Batı Berlin olarak ikiye ayrılıyor. Burası da geçiş noktasını temsil eden sembolik bir karakol. Doksanlı yıllarda uyanık bir girişimci Amerikalı, karakolu kiralayarak iki ABD askeri üniformalı çalışanla ziyaretçilere on beş Euro karşılığında "Berlin Anısı" olarak fotoğraf çekimi yaptırıyor.
Dört yıl önce Berlin’e gelmiş birisi olarak arkadaşlara karakolun özelliğini anlatırken şirket görevlisi yanıma geldi ve kırk beş kişilik grubun toplu fotoğrafını iki yüz Euro yerine seksen Euro'ya çekebiliriz dedi. We are Turkish you know? Biz yedi Euro vermemişiz kiliseye girmek için, iki askerle fotoğraf çektireceğiz diye seksen Euro mu veririz? :) Yine de bu nazik teklif karşısında teşekkür ettik.
Berlin’de uğrayacağımız olmazsa olmaz mekanlarından biri de Türk Şehitliği. Kısa bir yolculukla Türk Şehitliği'ne geldik. İhtiyaç molası ardından öğle namazını eda ettik. Sonra Türk Şehitliği hakkında bilgi verildi.
Berlin Türk Şehitliği, esasında Prusya Krallığı'nın Osmanlı Devleti'ne bir armağanıdır. Osmanlı ve Prusya yüzyıllar boyu dost ve müttefik olarak yaşamış. Günümüzde de Türkiye ve Almanya'nın bir dostluk simgesidir Berlin Türk Şehitliği.
Şehitliğin yapılmasına 1711 yılında karar verilmiş.3 Haziran 1797'de Berlin'e gelen devlet adamı ve elçi olan şair ve tasavvuf ehli Giritli Aziz Efendi burada 29 Ekim 1798'de vefat eder. Bunun üzerine elçinin cenazesinin ne olacağı gündeme gelir. Tabi o zaman cenazenin Türkiye’ye gelmesi zordur. Bunun üzerine Prusya kralı 3. Friedrich Wilhelm şimdiki şehitliğin birkaç kilometre uzağında bulunan Urban Caddesi'nde, elçinin cenazesi için bir mezarlık yeri ayırır. Kaynaklarda geçtiğine göre Aziz Efendi'nin cenaze törenine binlerce kişi katılır.
Birkaç yıl sonra, yine Türk olan ve 28 Nisan 1804 yılında vefat eden Osmanlı Maslahatgüzarı Mehmet Esat Efendi de Berlin'de Aziz Efendi'nin yanına defnedilir. Bu iki devlet adamının mezarları zamanla unutulur hatta mezarların üzerinde otlar biter.
Bu küçük Türk mezarlığı 1836 yılında bir Alman çiftçi tarafından rastlantı sonucu bulunur. 1839 yılında vefat eden Elçilik Katibi Rahmi Efendi, 1853 yılında vefat eden Rasim Efendi adlı bir harbiye öğrencisi ve 1854 yılında vefat eden Aziz Ağa adlı bir Müslüman buraya defnedilmiştir. Böylece bu mezarlık zaman içerisinde vatanından uzakta, görev için gelmiş kişilerin oluşturduğu bir şehitlik haline gelir.
Birinci Dünya Savaşı'nda yaralanarak tedavi için getirildikleri Berlin'de vefat eden Osmanlı subayları da bu mezarlığa defnedilmiş ve mezarlığa "Şehitlik" denmeye başlanmıştır. Bu şehitlik daha sonra resmî olarak T.C. Milli Savunma Bakanlığı Berlin Türk Şehitliği unvanını da almıştır. Prusya Kralı yeni Türk mezarlığı için geniş bir arazi hibe etmiş ve bu mezarlık bir sıra yapılarla donatılarak güzel bir duruma gelmiştir. Fakat ne acıdır ki gelen Türkler buranın önemini yeteri kadar bilmemektedir. Burada yatan tasavvuf ehli şehit bir zât var. Müslümanların ziyaret etmeleri ve Fatiha okuyup dua etmeleri noktasında eksiklikler var. Burası sadece turistik bir yer değil. Almanya’da buranın öneminin yeterince anlaşılmadığı kanaatindeyim. Bizler Almanya’da her türlü etkinliğimizi camilerde yapıyoruz.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra şehitlikte 220 kadar kabir bulunmakta. Bu sayı 220’ye çıktığında mezarlığın dolduğu saptanmış ve cenazeler, 1963’te Almanya Hazine Ofisi tarafından Alman Askeri Mezarlığı'nın ortasında bulunan araziye defnedilmeye başlanmıştır. Diyanet İşleri Türk-İslam Birliğinin girişimleri sonucunda 1988 yılında Spandau Yerel Belediyesi, Gatow Landschaft Mezarlığı arazisinde Müslümanlar için ayrı bir mezarlık tahsis etmiştir.
1985 yılında ise şehitlikteki küçük yapı genişletilerek minareli bir cami haline getirilmiştir. Böylece şehitlik, Berlin’de yaşayan Türk ve diğer milletlere mensup Müslümanların manevi merkezi niteliği kazanmıştır. 220 şehidin bulunduğu bir kabristan ki bu önemli bir sayı. Dinimizce şehitlik makamı çok kıymetli, dolayısıyla buradaki şehitliğimiz de çok kıymetli. Özellikle genç neslin bu mekana gelip ziyarette bulunmaları çok önemlidir.
Şehitlik sonrası Berlin’deki Türk mahallesi olarak bilinen Türk nüfusun yoğunluğundan dolayı “Küçük İstanbul” yakıştırması yapılan Kreuzberg Mahallesi'nin yanından geçtik. Ardından Berlin Duvarı kalıntılarını ve açık hava müzesini ziyaret ettik.
Artık Berlin şehrine veda zamanı gelmişti. Yine Almanya'da bulunması aşırı zor (!) olan bir Türk dönerciye gittik ve herkese ekmek arası döner yaptırdık. Dönerler bitince Hamburg şehrine doğru yola koyulduk. Üç saatlik yolculuk esnasında arkadaşların büyük çoğunluğu da günün yorgunluğuyla uyku moduna geçmişti.
Akşam 20.35'te deniz kenarına geldik. Planımızda feribot ile Danimarka’ya geçmek var. İşte sorunsuz giden gezide ilk aksiliği yaşadık. Beş dakikalık gecikme ile feribotu kaçırdık. Güneş batmak üzere. Bir sonraki Feribot saat 22.30'da hareket edecek. Herkesin morali bozuldu. Yapacak bir şey yok. Sabırla bekleyeceğiz derken bir minibüs dolusu polis otobüsün etrafını sardı. Buyur buradan yak! Hadi bakalım aksiyon filmimiz IMDB'den kaç puan alacak?
Seyahate katılan grubun üçte ikisi kadınlardan oluşuyordu ve büyük çoğunluğu başörtülü olunca muhtemelen grubumuzu Suriyeli kaçak yolcular zannettiler. Pasaportlar kontrol edilirken hemen devreye ben ve mükemmel İngilizcem (!) girdi ve “We are all teachers and we came to Denmark for travelling.” dedim. Yani Hepimiz öğretmeniz ve Danimarka’ya gezmeye geldik. İşte bizde böyle yani. Bu küçük ama etkili söz üzerine “özür dileriz.” diyerek pasaport kontrolünü bıraktılar. (Tabii harika ötesi telaffuz ve ikna kabiliyetim de yardımcı olmuştur belki.:)Teşekkür edip otobüsten indiler.
Saat 22.30'da feribotumuz geldi. İki buçuk saat süren feribot yolculuğu sonrası gece yarısı günün yorgunluğu üzerimize çökmüşken Danimarka’nın başkenti Kopenhag şehrinde konaklayacağımız otele vardık.
(Devamı gelecek )
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.