Arapça dil uzmanlarının büyük çoğunluğu zulmün anlamını adaletin zıddı olarak değerlendirmişlerdir. Adalet, her şeyi yerli yerinde yapmak, yerli yerine koymak anlamlarına geldiğine göre zulüm kelimesini şu şekilde belirtmek yanlış olmaz sanırım: Bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir yere koymak.
Takdir edilmelidir ki, zulüm başlı başına bir yazının konusu olamayacak kadar geniştir. Bu yazıda kısaca zulüm çeşitlerine değinildikten sonra, birçoğumuzun gözünden kaçan, belki de aile içi şiddette hep kadınlar ön planda olduğu için kadınların başta eşlerine olmak üzere, çocuklarına karşı işledikleri zulümden bahsedilecektir.
Bir hususun altını peşinen çizmek gerekir. Allah-ü Teâlâ insanı eşref-i mahlûkat yani, varlıkların en mükemmeli olarak yaratmış. Buna şüphe yok. Fakat aynı insanı esfel-i safilin olmakla, aşağıların en aşağısına düşmekle de korkutmuş. Kur’an açısından zulüm, yaratılış bakımından sünnetullahta (yaratılış düzeninde) yozlaşma ve yabancılaşmaya sebep olmaktır. Bu açıdan bakıldığında en büyük zalim, insandır. Çünkü yaratılış düzenini ve var olan ahengi bozan tek varlık insandır.
İslam âlimleri zulüm ana başlığını üç alt başlıkta incelemeyi uygun görmüşlerdir. Bunlar:
1. İnsanın Yaratan’la arasındaki zulüm: Şirk ve riyakârlık gibi.
2. İnsanın yaratılanla arasındaki zulüm: İnsanın birlikte yaşadığı toplumun herhangi bir ferdine veya kamu hakkı sebebiyle tüm topluma karşı işlediği zulüm.
3. İnsanın nefsine yaptığı zulüm: Kısaca özetlemek gerekirse insanın yaratılış sırrı dışında yaşamasıdır. İki şekilde kendini gösterebilir: Ruhbaniyetle (dünyaya tamamen sırt çevirmek demek) ruh adına bedene, fani ve bedeni zevklerin düşkünü ve esiri olmak ise beden adına ruha zulümdür.
Bu girişten sonra yazının konusuna geçebilirim. Ailede zulüm sadece kadına karşı işlenen bir suç mudur?
Müslüman’ın ailesine karşı eksiksiz yerine getirmek zorunda bulunduğu sorumlulukları vardır. Bu yükümlülükler anne-babaya, eşe ve evlatlara karşı görevler olarak çeşitlenir.
Normal bir ailede bireylerin görevleri baştan bellidir. Bunları yerine getirmek bir lütuf değil, zorunluluktur. Babanın ben bu eve bakıyorum diye eşini veya çocuklarını hakir görmesi nasıl kabul edilemezse aynı şekilde evin hanımının da yemek hazırlamak gibi asli görevlerini çok önemli bir işi başarıyormuş gibi, eşinin ve çocuklarının başına kakması da hoş karşılanamaz. Bu gibi sudan sebeplerle evlerde gösterilen asık suratlar, saygısız sözler ve özellikle çocukların ruh dünyasını alt üst eden gerilim ortamı ailede yapılan en büyük zulümlerden değil midir?
Allah Resulü (SAV)’in son tavsiyelerinden bir tanesi kadınlar üzerinedir. Eşlerin naif yapısı, kadın ruhu, annelik içgüdüsü beraber harmanlandığında kırılgan olması da normal karşılanabilir. Şiddet zulmünü bir tarafa bırakırsak merak ediyorum tipik bir Anadolu ailesinde erkek mi kadına daha çok zulmediyor, kadın mı erkeğe? En azından üniversitede lisansüstü bir seminer konusu olmayı hak ediyor bu konu. 15 sene öğretmenlik yaptığım yılların tecrübesi ile söylüyorum: Görünürde baba otoritesi ve baba korkusu yaşadığını söyleyen çocuklar da dâhil evin tüm önemli kararlarını anne tek başına alıyor, tek başına uygulama gücü varsa uyguluyor, yoksa bir şekilde babayı sürece dâhil edip yine annenin planı uygulanıyor. Bu oranın kendi gözlemimle %80’i geçtiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Anneler, biraz da mutsuzlarsa, babanın hareketlerini zulüm gibi gösterip, teşbihte hata olmazsa tereyağından kıl çeker gibi, sessiz ve derinden çocuklarına kendi şeklini, düşünce ve yaşayış biçimini yansıtıyor. Elinizi vicdanınıza koyup söyleyin: Çevrenizde kaç tane çocuk amcasını dayısından daha çok seviyor veya halasını teyzesi kadar değerli görüyor?
Yine üstüne basa basa tekrar ediyorum: Aile içi şiddeti bir tarafa koyarak söylüyorum, ailede zulüm, tek taraflı işleyen bir olgu değil. Ama yıllar geçtikten sonra şunu rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz ki, gelin olarak bir eve gelen genç hanımın o evin kızı olması umulurken, aradan geçen yıllardan sonra damat gittiği evin oğlu oluvermiş. Bunlar yanlış mı? Tek taraflı işleyen bu süreç, köksüz, temelsiz, çekirdek aile martavalı altında sahipsiz büyüyen çocukları gördükçe bence yanlış.
Son yıllarda boşanma davaları arttı diye üzülüyoruz. Peki, son zamanlarda dışarıdan bakıldığında mütedeyyin dinine düşkün ailelerin çocuklarının boşanma oranlarının toplumun genelindeki boşanmalara göre çok fazla olduğunu biliyor muyuz? Bu oranın kendisi üniversite mezunu, annesinin eğitimi en fazla ilkokul seviyesinde veya altında kalmış kızlarda daha yüksek olduğunu da ayrıca hatırlatırım.
Zulmün her çeşidinin lanetlendiğini bilmeli ve sinsi tabiatlı, içten pazarlıklı, erkeğin babalık ve kocalık sıfatlarını adeta yok eden zulme karşı daha dikkatli olmalıyız.