ZOR YILLAR

Ahmet TÜRKAN

Ne ABD askerlerinin Irak’ta yaptığı, ne de İsrail askerlerinin her gün Filistin’de masum insanlara reva gördüğü bir zulüm bu.

Bosna’da benzerlerini duyduk.

İrkildik.

Kanımız dondu.

Daha dün komşu iken bu gün her türlü zulme uğrayan Boşnak kardeşlerimizin hazin öyküsünün bir benzerini çağrıştıran hazin bir hatıra bu.

Bu Türk Silahlı Kuvvetlerinin üniformasını giyen, devletten maaş alan, fakat kendi silah arkadaşına düşman olup gözü bir şey görmeyen bahtsız adamların yaptıkları zulmün acı hatırasıdır.

Bu ve benzerleri  açıklanmayan, ar edilip anlatılmayan pek çok hadise yaşandı bu ülkede.

Okuduğunuzda üzüleceksiniz.

Böyle de olamaz diyeceksiniz.

Böyle bir yazı ile niyetim insanların TSK’ne düşmanlık etmesini sağlamak değildir.

Halkımız YAŞ kararları ile sorgusuz sualsiz, ekmeksiz, aşsız kapı dışarı edilen, sebebi bile açıkça söylemeden TSK’dan Re’sen emekli edilen binlerce subay ve astsubaydan bazılarının yaşadığı talihsiz bir hatıradır.

Bu; kendi halkına düşman, silah arkadaşına ihanet eden darbe düzenbazlarının varlığını ortaya koyan hazin bir hikayedir.

Bu yaşanan; vesayet zinciri halkasının ispatıdır.

B u; darbecilerin diğerlerini nasıl tasfiye ettiğinin acı bir hikayesidir.

Sorun kendinize bu tip hainlerin temizlenmesi, cezalandırılması zamanı hala gelmedi mi.

Sorun kendinize masumların haklarını verip iade-i itibarlarının zamanı gelmedi mi.

Sorun kendinize terörü durdurmaktan aciz, fakat silah arkadaşına düşman, insafsızca eziyet edenlerin hesabının sorulması zamanı gelmedi mi.

Sayın Genel Kurmay Başkanı.

Lütfen bunları araştırın.

Bu zulüm belki durmuş gibi görünebilir. Ama failleri hala TSK içindedir.

Bulun onları.

Adalete yardım edin.

Bu hikaye tarafıma elektronik posta yolu ile ulaşmıştır. Hüzünlerimle birlikte değerli okuyucularımla paylaşmak istedim.

Bunca sıkıntıya rağmen bu gün vatan millet için cepheye koşacak kadar memleketini ve vazifesini seven gönüllerin komutanına geçmiş olsun diyorum.

 Bir daha böyle hadiseler yaşanmasın.

***

ŞUBAT SOĞUĞUNDAN BİR HATIRA

 1988 Şubat ayı ortalarıydı. 15.ci Füze Üs Komutanı emriyle hakkımda bazı iddiaların olduğunu bununla ilgili ifademin alınması için Etimesgut /Ankara Hv. İkmal Bakım Komutanlığına gitmem gerektiği emredildi.  

Yazılı emir verilmedi.

Ne giderken ne de döndüğümde harç ve yol parası da verilmedi. Çünkü bu durum gayri nizami bir uygulama idi.

Endişelenmiştim. Neden çağırıldığıma dair etrafımda bir araştırma yaptım . Daha önce giden birilerini buldum. Giden arkadaş orada irticai faaliyetlerle suçladıklarını ve  istedikleri ifadeyi vermeyince de işkence yaptıklarını söyledi. Ben de bu endişe ile;  dönemin cumhurbaşkanı Kenan Evren’e , Yüksek Askeri Şuraya, Başbakan Turgut Özal’ a ve Milli Savunma Bakanlığına bir mektup yazdım.

Endişelerimi belirttim.

Emir gereği Etimesgut/Ankara İkmal Bakım Komutanlığı’na gittim. Nizamiye kapısındaki nöbetçi astsubaya müracaat ettiğimde, nöbetçi astsubayı telefonda ‘’sizin kuşlardan biri daha geldi’’ dedi. Sonra bir araba geldi o arada bir astsubay daha benim gibi durumdan oraya gelmişti. İkimizi de alıp içeri götürdüler. Misafirhane bozması bir binanın önünde durduk ve binadan içeri girdik. Girer girmez bir teğmen beni karşıladı ve beni hücre odası gibi bir odaya kilitlediler. Bir süre sonra tekrar gelip ''irticai faaliyet yapmakla suçlandınız gerekli savunmanızı yapınız '' dedi. Önce sözlü konuştum iddialarınızla ilgim olmadığını neden bahsettiğinizi bilmiyorum dedim. Sonra da yazılı olaraktan yazdım. Sonra şapkamı, ayakkabı bağcıklarımı, kemerimi ve kravatımı gelen askerler aldılar ve palyaço gibi bir askere döndüm. Bunu erlere yaptırdılar. Bir hafta boyuna hücrede bekledim. Getirdikleri yemek bir tabakta toplam iki kaşığı geçmiyordu yanında da çeyrek ekmek. İki kaşıkta pilav o kadar. Askerden biraz fazla ekmek veremez misin diyorum. Olmaz yasak diyordu. Bir hafta sonra iki asker geldi gözlerimi bağladılar ve koluma girerek kapıdan dışarı çıkardılar. Sanki çok labirentli yoldan gidiyormuşum gibi, dikkat et düşeceksin, sağa döndürüyorlar, sola döndürüyorlar, biraz gittikten sonra tekrar sağa veya sola büyük bir titizlikle dönüyoruz. Sanki düşecekmişim gibi. Nihayet sorgulama odasına getiriyorlar, bir sandalyeye oturtuyorlar , tepemde bir ışık var.

Karşımda gelen seslerden tahmini 6 veya 7 kişi var olduğunu hissediyorum. Kendimi tanıtmamı ve hayatımı anlatmamı istiyorlar. Anlatmaya başlıyorum, araya girip bazı isimler soruyorlar tanıyormusun diye, çoğu tanımadığım insanlar. Benim garnizonumda olanların bir kaçını hatırlıyorum. İşte tamam sen bunlarla beraber organize hareket ediyorsun onun için tanıyorsun diyorlar. Ben hayır garnizonda gördüğüm için tanıyorum diyorum, kabul etmiyorlar.

Sonra içlerinden biri;

-           ‘’Astsubayım bu sorgulama Hava Kuvvetleri ile personelinin düellosudur  bunu böyle bil. Eğer şu anda Erdal İnönü Başbakan olsaydı senin gibilerini çok rahat ipe gönderirdik’’ diyorlar.

Sordukları kişileri tanıyamadığım için bana küfür etmeye başladılar.

-          ‘’Sen Mamak’ ı biliyor musun orada daha önce(12 eylül zamanını ifade ederek) suçlunun karısını getiriyorlardı ve gözü önünde tecavüz ediliyordu suçluyu konuşturmak için” dediler.

Ben gerçekten çok korkuyordum ama yapacak ta bir şeyim yoktu. Çünkü sordukları kişileri bilmiyordum. Tanıyorum diye uyduramazdım ki.  O gün için sorgulama bittiğinde tekrar aynı labirentli fakat farklı labirentler den geçerek odama götürdüler.

Dışarıdan gelen sesleri işittiğimde öğle yemeği dağıtıyorlardı, sorgulamadaki kişilerden sesini tanıdığım bir kişi yemek benim kapımın önüne geldiğinde ‘’bu köpeğe yemek vermeyin’’ dedi.

Yemek dağıtanlar kapımın önünden uzaklaştılar. Sonra yatağımı da aldılar. Zaten bir hafta boyunca da gece 03:00 da yatak veriliyor, sabah 06:00 gibi alıyorlardı. Bu sorgudan sonra buna da müsaade etmediler. Ben ayakkabımın birini altıma diğerini de ayak uçlarımın altına koyarak duvara yaslanıp o şekilde uyumaya çalışıyordum. Tuvalete gitmek istediğinde dışarıdan bir ses bekle lan diye bağırıyordu. Keyifleri geldiğinde de gözlerimi bağlayarak tuvalete götürüyorlardı. Sadece tuvaletin içinde gözlerimi açıyordum. Bir gün kulaklarım çok fena ağrımıştı . Doktor istedim. Üç gün sonra gelen doktor bir hap verdi al bunu iç geçer dedi, geçmedi ve günlerce sancısını çektim. Bundan sonraki her sorgulamada istenilen cevapları vermeyince küfür ediyorlar ve tokatlıyorlar. Daha sonra da duvar nöbeti tutturuyorlar. Bacaklar geriye doğru açık ve eller de duvara gerilmiş vaziyette parmak uçlarıyla yaslayarak saatlerce bekletiyorlar, ordudan atmakla tehdit ediyorlar, ama bilemediğim içinde istedikleri cevabı veremiyordum.

 Bir başka günkü sorgulamada

-          ''Oğlunuzun ismi neden Hüzeyfe?'' diye sordular.

-          Ben de babamın ismi dedim.

-          Karşımdaki '' hayır babanın ismi olduğundan dolayı değil sahabe ismi diye koydunuz '' diyordu.

-          Ben inanmıyorsanız nüfus cüzdanıma bakın dedim. Yine de ısrarla sen sahabe ismi olduğu için bu adı oğluna verdin dediler.

-          Yine bir sorguda ''orduevinde bir toplantı olsa gider misin ? '' dediler . Giderim dedim. Hatta şu ana kadar da çok gittim. Emekli arkadaşların veda toplantısı veya başka benzeri toplantılar olurdu gittim dedim. Peki orada ne içiyordun? Meyve suyu, cola gibi alkolsüz içecekler dedim.

-          Neden alkol almıyorsun?

-          Sevmiyorum ,ayrıca spor yapıyorum, iyi bir defans oyuncusuyum, sağlığıma düşkünüm dedim.

-          Olmaz alkol alman lazım bütün arkadaşların alıyor senin de alman lazım, onlardan ayrı hareket edemezsin dediler.  Ayrıca aileli bir toplantı olsa  hanımınızı götürür müsünüz ?

-          Şu ana kadar rast gelmedim ama olursa götürürüm dedim.

-          Ama eşinizin başı kapalı?

-          Olsun , önemli olan sosyal yaşantıda arkadaşlarımızla beraber olmak, kıyafet önemli değil dedim.

-          Hayır olmaz başını açmanız lazım ve baskı uzayıp gitti.

28 gün boyunca aynı sorular aynı işkenceler. sorgulamanın sonuna doğru yalan makinası dedikleri bir cihaza bağladılar kalp ritmini ölçerek, bazı sorularımıza yalan cevap verdin dediler. yarım gün boyuna yalan makinasında sorgulama yapıldı.

 28 günün sonunda beni bir arabayla otobanın kenarına bırakıp gittiler.

Ben şimdi soruyorum?

-          Eğer suçlu isem neden beni yüksek askeri mahkemede yargılamadınız? Hakkımda bir iddia varsa mahkemede yargılardınız suçum sabit görülürse suçun karşılığı neyse o cezayı verirdiniz.

Resmi üniforma ile alkol alıp sarhoş vaziyette ceketinin düğmeleri açık pejmürde bir şekilde silahlı kuvvetlerin haysiyetini ayaklar altına alan birine sadece bir hafta göz hapsi verildi.

Bulunduğum garnizonda;  garnizonun akaryakıtını satan bir subaya verilen ceza ordudan atılmayacak şekilde bir hapis cezası oldu.

 Görevde iken yılbaşı geceleri nöbetleri hep ben tutardım.

Neden?

Çünkü ben içki içmiyordum, fakat filoyu gezmeye çıktığımda nöbetçi amiri askerleri de başına toplamış revirde içki içiyordu. Kimse ona ceza vermedi. Diğer muvazzaflar da görüyordu bir şey demiyorlardı. Kendileri de sarhoştu çünkü. Eğer şikayet etseydim beni de harcarlardı.

Bir insan sarhoş halde iken Allah göstermesin bir saldırı olsaydı nasıl savunma yapabilirdi?

Sorgulamada yemekli toplantılarda alkol alman lazım deniyor. Alkol alışkanlığım olursa   sarhoş bir zihniyetle nasıl vatanı koruyacağım.

 Memleketime izine gittiğimde komşularım ve yaşlılarımız bana ‘’evladım benim sevabıma bir gece nöbet tutar mısın? ‘’ diyorlardı. Çünkü biliyorlar ki, Allah için ağlayan göz ile vatanı için düşman gözleyen göz cehennem ateşi görmez.

Beni bu duygu ile ailem ve etrafım yetiştirdi. Aile terbiyemle kıldığım namazımı bile irtica olarak nitelediler. Çocuğumun ismini bile irtica sebebi saydılar. Eşimin baş örtüsünü irtica sebebi saydılar.

Ben ordudan ayrılırken de Destek Kıtaları Komutanım Yarbaya,

-          ’’komutanım beni yanlışlıkla ordudan ihraç ediyorlar ama, Allah göstermesin bir savaş durumu olursa hiç kırgınlık göstermeden kanımın son damlasına kadar düşmanla savaşırım. çünkü bu vatan sizin olduğu kadar benimdir!.. ‘’ dedim.

Allah aşkına soruyorum vatanımı ve devletimi koruma terbiyesini bize hangi ahlaki yapı verecek. Ben dinimden aldığım terbiye ile vatanım için ölmeyi şehitlik, hizmet edip sağ kalmayı da gazilik olarak öğrendim. Bunun mükafatını da Allah(c.c.) ahirette vereceğini vaad ediyor.

Peki ben Allah’ın razı olmayacağı bir kul olursam bu mükafaatı kim verebilecek. Haramın helalin şuuruna varmazsam devletin malını çalıp çırpmaktan beni kim alıkoyacak.

Vicdanımda duyduğum bu hislerimi bana ancak İslam dini verir. Buna da irtica derseniz ben hangi duyguyla vatanıma hizmet edeyim.

Şahsıma ve benim gibi başkalarına yapılan bu haksızlıkların bir an evvel giderilmesi ve haklarımızın tekrar geri verilmesi için adalette  ve demokraside bir çığır açan, mağdurların ümidi olan başta Sayın Cumhurbaşkan’ıma , Başbakan’ıma ve ekibine ve Yüce Meclisimizdeki vicdani duyarlılığı yüksek olan kıymetli Millet Vekillerime istirham ediyorum. Bu konunun mahkemelere bırakılmadan uyum yasalarıyla meclisten geçirilerek haklarımızın geri verilmesini ve devletin bizden helallik istemesini ben ve benimle beraber mağdur olan ailem, akrabam ve duygularımı paylaşan tüm dostlarım ümitle beklemektedir.  Zübeyir TUFAN-Re’sen Emekli Hv. Muhabere Üçvş.

 

Ahmet TÜRKAN - HABERNAME  

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.