Hayatın neden ve sonuçlarını arka arkaya eklemler zaman. Bir zincir oluşturur. Ucu kavuşmaya, ayrılmaya, yanılmaya, kazanmaya ve kaybetmeye, ölüme hatta götüren bir zincir oluşturur yaşananlardan. Birbirine eklemlenmek istemediğimiz sonlarda buluruz kendimizi. Hiç ummadığımız nedenlere teslim ederiz ellerimizi. Zincirin bir yerinde sen bir yerinde ben dururuz bazen. Bir hayra sebep bir şerre mani oluruz. Ölüme çare bulur da karıncaya miat oluruz. Bir yerindeyizdir işte yaşadıklarımızın. Birinin son bildiği anlar için üzülür birinin başlangıçlarına yön buluruz. Yaşarız işte bilmeden. Tıpkı yaşayanlar olduğu gibi sebebimize direnmeden.
Hayat burada çıkar karşımıza. Belki ile başlayan cümlelerin her biri sebep sonuç örgüsünün o karmaşık zincirini daha da bir arap saçına döndürür. Sen, ben, biz belkilere teslim olmamak için verdiğimiz uğraşların nihayetleri ile bir başka yola eklemleniriz. Ne var ki o yol da sonu keşkelere kadar giden belkilerle doludur. Nihayetinde hepimiz ön göremeyeceğimiz süreçlerin köşe taşları sayılıyoruz aslında. Çözümü kul iradesine bırakılmayacak kadar büyük bir sorunun cevap hanesinde yalnızca işlem nihayetlendiğinde yazılıveren rakamlar gibi duruyor, o sorudan bu cevaba nasıl gelindiğinin formüllerinin sürekli aynı sonuçlar vermemesinden sebep “beni nasıl bulur” hayretlerine hapsoluyoruz.
Onun sebebi benim diyerek bir zaferin ardından böbürlenmek, övünmek ne kadar saçma, ne kadar küstahça, ne kadar acizliğine bigâne olmaksa, mağlubiyetlerde duyulan vicdan azapları da, dövünmek te bir o kadar hayrın şerrini ve şerrin hayrını görememek, kadere iman etmemektir. Taş değiliz elbet, mutluluk ta hüzün de her ikisi için akan gözyaşı da bizim. İnsan olmanın belki en güzel göstergeleridir tepki verebilmek, kayıtsız kalmamak, ağlamak, acımak, yanmak ya da coşmak, sevinmek. Lakin dengeyi tutturmak mesele. Dengeyi tutturmak gerçek. Yerdeki toz taneciğinden gökteki yıldızlara kadar her biri için bir sebep olduğuna iman etmek başka, bundan kendini sorumlu hissedip yük yüklenmek başkadır.
Unutma ki hayatta hiçbir zincirin ilk halkası olmadın dostum, son halkası da olmayacaksın. Bizi tercih ettiren sebeplerde biz, o gün tam da o esnada olmamız gereken yerde olmanın ya da olmamanın muhakemesini yapacak iradi bir güç yüklenemeyecek kadar aciziz aslında. Tevekkül dediğimiz hadise, nedenine kafa yormak, anlamaya çalışmaktan ziyade razı olmak, kabullenmektir. Bir yol ve yol sonunda iki tercih diye resmettiğimiz bu hikâyede biz, kendi takdirlerimize yön vererek ilerlerken, yaşadıklarımız, attığımız adımlar, o adımlar esnasında karşımıza çıkan kolaylıklar ya da zorluklar nihai noktadaki kanaatlerimizi etkiliyor aslında. Sonuçta biz kararlarını kendi veren ancak kararlarına gelen noktaya kadar ki her süreçten de etkilenen bireyleriz.
Herkes hak ettiğini bulur bu hayatta. Ve sen herkese hak ettiği kadarını vermelisin. Ecel terleri döktüğünü gördüğün o insan, korkunun kaynağına seni koyuyorsa sen, el açıp medet bekleyen bir acuze gibi görüp de onu, bıraktığın üç beş bozuk kaideyi kâfi bir sadaka diye verip, gidemezsin. Ve eğer ki gidersen, emekliliği gelmiş bir komiserin yadigâr dediği vicdan silahını temizlerken, kazara dokunmuştum diye kızdığı tetiğin kovduğu kurşunla onu, ciğerinden vurursun. Vicdan da öldürür ya hani…
Yürünecek arkadaşlar buldursun diye hayat, bekleme salonlarının aşındırılmış kapılarından giren her bir umudu, benim diye beklediğin zamanların sınırlarına dokunmayacaksın önce ve geldiğini gördüğün vakitten sonra, dokundurmayacaksın.
Yol arkadaşı olmak zor bir sanattır çünkü. Anlık öfkelere kapıldığında seni, tek senin düşünmene müsaade etmez. Tek seni düşünmeye müsaade ettiğin anları bırakmaktır zaten masasında dünün. Teslim etmektir yalnızlığını, kavuşmanızda ilk günün. Başlı başına bir teslimiyet, başlı başına bir razı oluşla çıktığın o yolda yol arkadaşının seninle olmadığı sohbetlere dil döktüğünü gördüğün vakit, yoluna koyulduğunuz bir aşkın avuçlarının seni sarmadığını görürsün. Yalnız olmamak için çıktığını sandığın o yolculukta seni yine yalnızlığın beklediği şüphesine sen, ruhunu teslim edersin. O sebeple dostum, yol arkadaşlarını sakın, sakın bırakıp geride, bir adım ileri gitme, bir adım kalma da geri. Kazanmak çok zor unutma, kaybetmeninse ne zamanı, ne yeri.
Yaptığım ne ki diyorsun belki, umudu, mutluluğu ve yarını un ufak edilmiş bir cam kâse gibi bırakılmışken köşede, hiç bir şey için yaşayan o insanlar gibi olduğun günlerden dem vurarak; yaptığım ne ki zaten…
Sen, bekleme salonlarının bile yollarını unutmuş yaşarken, zifiri karanlığında gecenin, anca, saçlarındaki beyazlardan fark edilebilecek kadar belli belirsiz yürüyen yalnızlığın ışığını görebildiğini unutma. Kime nasip olmuş ki bu an? Lütfedenin lütfuna bir daha, bir daha inan. Unutma, sönmüş sokak lambalarını bile buyur eden gecenin zifiri karanlıklarından medet bekleyecek kadar aciz bir yüreğin acıdı diye canı, ağaran saçlarından hayat, bir umut devşirebiliyor bazen. Sarıl sen de o umuda, tek çaren o, umut etmen.
Bize Ulaşın: mkarakoyunlu@hotmail.com.tr