Son çocuğu Meryem’in kırkı daha çıkmamıştı. Yattığı odaya sarıklı, cübbeli, sakallı iki ihtiyarın girdiğini gördü. Ne olduğunu anlamadan besmele çekip başını örtmeye çalıştı. Hafifçe doğruldu, gördüklerinin rüya olduğunu zannetti. Doğrulurken bedeninde duyduğu acının rüyada hissedilebilecek türden olmadığını hemen anladı. Korkarak;
-Bir şey mi istediniz, odaya nasıl girdiniz diye ihtiyarlara seslendi.
-Korkma! Biz Allah’ın melekleriyiz. Allah, senin canını almamızı emretti. Bu sebeple odana girdik.
Bu cevap karşısında Zehra Teyze’nin önce dili tutuldu. Ne diyeceğini bilemedi. Aklına ilk gelen şey, Allah Allah diyerek gözyaşı dökmek oldu. Sonra yalvardı.
-Vallahi, Rabbimden gelen emir başım üstüne. Şu kundaktaki yavrucak kız olmasa hiç tasa etmem. Kız çocuğu annesiz sefil olur, ne olur Rabbim bana bir fırsat versin, hiç olmazsa ilkokul beşe kadar müsaade etsin.
İhtiyarlar kendi aralarında fısıltıyla konuştular, sonunda:
-Tamam, Allah duanı kabul etti, çocuğun ilkokul beşe gidinceye kadar sana mühlet verdi, diyerek geldikleri gibi görünmeden gittiler. Zehra Teyze’nin bu olayda döktüğü gözyaşı sel olup aktı. Sabah yastığı sırılsıklamdı. Bu olaydan sonra iyice anladı ki, ölüm ansızın herkesin kapısını çalabilir. O gün Zehra Teyze sanki yeniden doğdu. Hastalığı ortaya çıkıncaya kadar, karınca kararınca kılamadığı bütün namazlarını, tutamadığı oruçlarını kaza etti. Rabbim kabul etsin diyerek az çok demeden kapısına gelen hiç kimseyi boş çevirmedi.
Bu olayı komşumuz Zehra Teyze’nin, kendisinden dinledim. Rüya olduğunu söylese de gerçek hayatta yaşanmış gibi etkisinde kaldı. Vefatından sonra kızı Arzu Abla’dan da, kocası Hasan Amca’dan da duydum. Rüyasını birkaç kez anlatınca, oğlu Kadir’in “Bari lise son diyeydin” şeklinde espri yaptığına bile tanık oldum.
Zehra Teyze, bir gece hasta yatağından kalkıp, salona geldiğinde neredeyse gece yarısı olmuştu. Küçük kızı Meryem uyumuş, diğer dört çocuğu kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Büyük oğluna seslendi.
-Odadaki kilim rulosunu getir!
Kadir önce yanlış anladığını zannetti. Hasta annesini üzmemek için bir şey söylemedi ama gecenin bu saatinde annesinin istediği kilim rulosu kolayca taşınabilecek bir şey değildi. Annesinin ciddiyetini görünce, kardeşi Şeref’le birlikte oflaya puflaya salona taşıdılar.
İki kişinin zor getirdiği bu kilim rulosunu, eski, döküntü, adına çul denilen, kilim yapılmasa çöpten başka işe yaramayacak olan parçalardan kendisi dokutmuştu. Eline makası aldı, bir kanat Kadir’e, bir kanat Filiz’e, bir kanat Arzu’ya, iki kanat Şeref’e iki kanat Meryem’e, sonra başa dönüp bir kanat Kadir’e diyerek sırayla dokumaları kesip kilim haline getirdi. İşi bitince Meryem’le Şeref’e altı kanat diğerlerine üçer kanat kilim düştü. Filiz şaka ile karışık;
-Hepimize birer kanat Şeref’le Meryem’e niye iki kanat verdin. Haksızlık değil mi bu?
Çocuklarının sorduğu en basit sorulara bile ciddi cevap vermeyi adet haline getiren annesi cevapladı:
-Meryem, en küçüğünüz, onu kayırmak benim olduğu kadar sizin de göreviniz, Şeref’e gelince, oğlum benim İmam-Hatipli. Okulu bitirince belki bir köye imam olur. Köylük yerde bu kanat kilimler çok açık kapatır. İster halı gibi yere serer, ister yatak gibi üstünde yatar, isterse duvara asar soğuğu engeller. Rahmetli annesine de dua eder… Gecenin bu vakti anneniz delirmedi korkmayın. Bu evde babanızın hiç katkısı olmayan, tamamen bana ait tek eşya şu gördüğünüz çaput kilimdi. Bundan gayri ne varsa babanıza aittir. Bana ait olan şeyi ölmeden aranızda paylaştırdım. Benden sonra bir kanat kilim için kavga etmeyin. Büyüğünüz küçüğünüzü korusun, para pul gözetmesin, yaptığı iyiliği başa kakmadan yardım etsin, küçüğünüz saygıda kusur etmesin.
Annesinin en küçük diye kayırdığı kız kardeşi Meryem, Şeref’ten sadece üç yaş küçüktü. Kardeşi ilkokul beşe gidiyor, Şeref ise imam-hatip sekizinci sınıfı okuyordu. Ölümden bahsedince ağlamamak için Şeref kendisini zor tuttu. Herkesin bir gün öleceğini biliyordu ama ölüm meleği annesini bu kadar erken ziyaret eder miydi?
Sanki kafalarından aynı düşünceler geçiyormuş gibi ablası Arzu, annesine seslendi:
-İki senedir, ölüm vaktim yaklaşıyor diyerek hepimizi üzdüğün yetmedi mi? Aşk olsun anne ölümü senin kadar bekleyenini ne duydum ne de gördüm.
-Yavrucuğum, ölüm Allah’ın emri. Bir gün herkes ölecek. Er ya da geç. Şükürler olsun ki, ben elimden geldiği kadar herkese iyilik ettim. Kimsenin aleyhinde ne yüzüne karşı, ne de arkasından kötü bir söz söylemedim. İki yıldır hastalıkla boğuştuğumu biliyorsunuz. Her hastalığın sonunda ölüm olmaz ama ben vademin dolduğunu biliyorum.
Şeref, uzun zamandır birlikte sohbet etmenin tadına hasret kaldığını fark etti. Annesi çocukluk günlerini o kadar tatlı anlatıyordu ki, bu anın bitmesini hiç istemedi. Kadir’in birinci sınıfta sık sık okuldan kaçıp eve gelmesi, zarf şeklindeki çantasını karlı havalarda kızak gibi kullanması, Arzu’nun hastalığı sebebiyle ayağının alçıya alınması gibi önemli önemsiz geçmişteki olayları annesinin ağzından dinlemesi Şeref’i adeta büyüledi.
Annesi, söz sırasında Şeref’e dönerek “Senin imam-hatip okuluna yazılman da ayrı bir maceraydı” dedi. Sözün burasında Şeref üç sene önceki inatçı tutumunu hatırladı, hafifçe yüzü kızardı.
Şeref, ilkokulu bitirince, anne ve babasının aşırı ısrarlarına rağmen imam-hatip okuluna gitmem diye tutturdu. Cami imamı olmadığı halde etrafında hoca olarak bilinen babası “Okursan imam-hatip, okumazsan senin için parmağımı oynatmam, kim nerede okutursa okutsun, umurumda değil” diyerek, konuyu kapattı.
İlkokul öğretmeni evlerine geldi. Şeref’in neden imam-hatipte okumaması gerektiğine dair uzunca bir konuşma yaptı. Babası, o her zamanki babacan tavrı ile öğretmenine “Bakarız hocam”dan başka bir şey söylemedi, arkasından da “Gominist işte, imam-hatip düşmanı ne olacak” şeklinde kendince söylendi. Şeref, ağlayarak babasına bağırdı:
-İmam-Hatip’te okuyacağıma bir yerde çırak olarak çalışırım daha iyi, beni zorla İmam-Hatip okuluna yazdırırsan bir gün bile okula gitmem, her gün okuldan kaçarım, hatta evden bile kaçarım.
Hasan Amca, tehdit veya ödüllendirme dâhil elinden ne geliyorsa yaptı ama oğlunu ikna edemedi. Kayıtların son günü iş Zehra Teyze’ye düştü, oğlunu önüne katıp, “Baban yemin etti ama okumaktan başka çaren de yok ne yapalım” diyerek Yenişehir Ortaokulu’na doğru yola koyuldu.
Okul, evlerine yürüme yaklaşık yirmi beş dakika mesafedeydi. Dereevler denen mevkiden geçerken Şeref, annesinin ağladığını gördü. Gözyaşlarını mendilinin ucu ile sildi. Annesine aşırı düşkün olan Şeref sordu:
-Anacığım niye ağlıyorsun, ne olur söyle…
-Boş ver oğlum sen anlamazsın.
-Anne Allah aşkına söyle, bak söylemezsen ben de ağlarım.
-Oğlum, Allah bana beş evlat verdi, hiçbirini Allah yolunda yetiştiremedim bu yüzden ağlıyorum. Kendi ellerimle teslim ederek, seni de bugün kaybediyorum. İmam-Hatip’e gitmedin ya işte ona ağlıyorum.
(devamı haftaya)