Nerden de doğurdum seni.. Yoruldum inan bak, sen hiç oturmak, susmak, durmak bilmez misin be çocuk! Yeter artık bıktım sizden. Kardeşin bir taraftan sen bir taraftan daha yemek bile yapamadım. Diye hayıflanıyordu genç kadın.
Elinde mavi bir toz bezi, alaveresiyle sürüyordu değerli eşyalarını sakladığı vitrin camlarına bir ileri, bir geri..
Seni uyarıyorum, sakın bu camlara pis ellerinle dokunma! Duvarı da dün sildim bir daha görürsem fena olur ha!
Ali ne yapacağını şaşırmıştı, akşamı iple çekiyordu babası geldiğin de biraz mutlu oluyordu.
Oda yemek zamanı eğlenceli geçiyordu, babasıyla yemek yemek. Sonra apar topar yatma vakti diyorlar uyutuyorlardı. Kimse ona hikâye bile anlatmıyordu.
Herkes bu evde çok yorgundu. Açıyorlardı tabletten bir hikâye oda ezberlemişti saraydaki gençlerin aşklarını oysa Ali’nin yaşı daha 7'ydi.
Yine sabah olmuş annesi Şeyma Hanım da bir telaş bir telaş misafirleri gelecekti her halinden belliydi. Evde ayrı bir hava vardı öyle ki soludukları hava bile değişmişti biranda.
Kimin içindi bu kadar hazırlıklar. Herkes Ali’den daha değerliydi. Ali bardak kırsa hemen bağırmalar, çağırmalar.
Misafir kırsa ahh olsunlar, boş versinler, canın sağ olsunlar.
Ali bunları düşünüyordu ki annesi hışımla oturma odasına girdi bir anda. Bir komutan edasıyla başladı emirlerini yağdırmaya.
*Sakın koltukların üstüne çıkıp zıplamayın, yeni aldık koltukları ilk günden eskitmeyin. Dün alt komşudan şikâyet geldi ses istemiyor kadın, oda haklı çoluk çocuğu kalmadı evinde. Torun torbaya karıştı torunlarda hiç gelmiyor zaten anlasın sizi.
*Neden gelmiyorlar ki? dedi.
*İnternetleri yokmuş çocuklar sıkılıyormuş. Sizin her tıkırtınız balyoz gibi iner kafasına. Onun için artık dikkat edeceksiniz. Ben bir daha şikâyet istemiyorum.
*Anneciğim, o zaman bizi parka olsun indir biraz oynayalım.
*Vaktim mi var sizin işinizi yapmaktan, her dediğinizi yapamam ki!
Ali'yi annesi doktora götürür artık, sürekli ses gürültü, ağlamalar yaramazlık diye tabir edilen sorunlar devam eder.
Doktor der bu çocuk hiperaktif.
Yukarda işlediğim hikâye çatısı altında işleyeceğim şu an ki düşüncelerimi. Gerçekten de anneler, babalar fazla çalışmıyor muyuz? Dünya ya getirdiğimiz evlatlarımızla yeterince ilgilene biliyor muyuz? Bu çocukların kendi başlarına büyüyor desem yerinde. Arkadaşsız, komşusuz, evhamlılık, sürekli uyarılar eşliğinde, özgüvenden alı konularak büyüyor birçok çocuk.
Parka çıkarttığı evladına sakın üstünü kirletme sakın! Demeden anne görmedim açıkçası. Bizler çamurla oynardık, bilyelerle, toprakla, iplerle. Toza dumana karıştık tabiri caizse. O zamanlarda okuyucularım geçmişe gidecektir kiminin evinde merdaneli makine vardı, kiminin oda yoktu. Kazanlar kaynatılırdı. Neler neler, inanın şimdi ki annelerin verdiği baskıyı eski annelerimiz vermedi.
Kulağımda kalan cümleler
*Sakın, geç kalma!
*Taşlara oturma karnın ağrır.
*Terli terli soğuk su içme, bademciklerin düşer.
*Terlersen eğer gel atletini değiştireyim.
Efendim bizim o zamanlarda pedagoglarımız olsaydı teşhis bile koyamazdı. Yorulmak bilmeyen çocuklardık her birimiz. Şimdi ki çocuklar dört duvar içinde büyüyor, koltukların üstüne çıkma aman, dolaba dokunma aman, soru sorma aman, ses çıkarma aman, atlama, zıplama komşu kızar. Peki çocuklar ne yapsın soruyorum süs bitkisi mi yetiştiriyorsunuz?
Çocuklara hayat sunun efendim. Veriyorsunuz ellerine şeker, çikolata aman avunsunlar misali olmuş dünya. Bu çocuk bu enerjiyi nerde atacak soruyorum.
Enerjisi yüksek çocuk vardır. Bu çocukları masa başı bilgisayarlardan kaldırıp, sosyal hayatın içine salın. Bakın kalacak mı sorun, isterim ki mahalle oyunlarıyla gelişsinler büyüsünler o imkânları olmayanlar yazdırsın basketbol, futbol, voleybol, tenis gibi aktivitelere bakın ne enerji kalır ne dikkatsizlik.
Eşyalar veya başka kimseler kendi evlatlarınızdan daha değerli değildir. Tüm Ali gibi büyüyen çocuklara selam olsun.
Yukardaki hikâye şahsıma aittir ve umarım her satırından fark farklı farklı dersler çıkarırız efendim.