Manisa'nın Soma ilçesinde 13 Mayıs'ta meydana gelen göçüğün ardından tüm Türkiye yasta. Kimsenin istemediği, beklemediği, kabul edemediği acı bir gündem ülkemizi kuşatmış durumda. Ne 17 Aralık ne 30 Mart, ne yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri ne de cumhurbaşkanı adaylığı için beni görün edasıyla konuşan Metin Feyzioğlu ve Başbakan'ın ona karşı aldığı tavır malesef, gölgeleyemez bu yeni gündemi.
Bugün resmi olarak 301 kişinin ocağına ateş düşmüş durumda. Bir o kadarı da korku ve telaş içinde beklemekte. Olan oldu. Elbette ki İlah-i takdir var. Elbette ki ecel her yerde bulur insanı. Lakin şu bir hakikat ki ecel seni bulduğunda sen tüm tedbirleri almış olmalısın.
İlgili özel şirketin tedbirsizliği, iş sağlığı mevzuatının yetersizliği, doğru denetim yapılamaması, sığınma odaları, baretler, maskeler ve saire. Aslında bunların hepsi hikaye. Bildik, tanıdık ve malesef Türkiye için artık sıradanlaşan bir hikaye. Türkiye, devlet olarak, millet olarak algılarını, düşüncelerini ve mihengini değiştirmediği sürece de hep okunacak.
3 günlük yas, milletimizin gurur duyulası fedakarlıkları, toplanan bağışlar,kılınan cenaze namazları, basın yayın organlarında yaşanan bildik değerlendirme ritüelleri, bağırış çağırışlar, vicdan yaralayan görüntüler, öksüz, yetimler ve siyah kurdelalar. Hiçbiri bize yabancı değil.
Bize yabancı olan doğru değerlendirmelerden, mihenkden uzak anlayışlarımız.
İki ayrı fotoğraf gördük Soma'da. Biri yıkıntılar arasından çıkarılan yaralı bir madencinin devlet malına zarar gelmesin diye söylediği vicdanlara asılacak o büyük. 'çizmelerimi çıkarayım mı?' sözü, diğeri ise Yusuf'un tekmesi.
Başbakanlık müşaviri Yusuf Yerkel'den bahsediyorum. Yusuf, Soma'da yaşanan göçük nedeniyle büyük hüzün yaşamış. Bu hüzün, protestolarla birleşince dayanamamış ve kendini teskin etmek için özel harekatçıların yakaladığı bir madenci yakınını tekmelemeyi tercih etmiş. Özür diliyormuş!
İki farklı resim ve bir büyük gerçek. Yusuf, çizmelerini kaybetmiş. Yusuf Yerkel'in Annesi kim bilir ne umutlarla yusuf koydu oğlunun adını. Ne var ki isim koymakla yusuf olunmuyor işte. Yusuf olmak için çizmeyi giymek gerek.
Son on yılda yaşanan iyileşmeler, ülkenin geldiği gelişim düzeyi. Hissedilebilir ölçüde ortaya çıkmış değişimler. Hemen hepsi güzel elbet. Ne var ki değişen, yaşanan sadece bunlar değil. Yaşanan, Anadolu'nun bir zamanlar kendini ikinci sınıf olarak gören bir kısım halkının, yeni dönemde değişen rolü. Güçle, parayla, mevkiyle ve insanın insanlığı ile imtihanı yaşanan. Anadolu'lu olmaktan seçkinci olmaya doğru giden yolun yolcularının imtihanı.
Fakirken, güçsüzken zayıfken vaadedilen onlarca söz, fiil ve davranışın roller değişince ne şekilde gerçekleştiğine şahit oluyoruz bugün. Azdan vermek daha kıymetlidir algımızın çokken hiç vermemeye dönüştüğünü görüyoruz. Zenginin, güçlünün, merhamet imtihanından nasıl mağlup olduğunu görüyoruz bugün. Yeni Türkiye'nin çizmelerini kaybettiğini görüyoruz.
Birilerine saygı duymak, değer vermek, sevmek hakkımız elbet. Lakin bu sevginin ölçüsünü de bilmeliyiz. Yeni Türkiye değerlerini kaybetti. Biz gömleği arkadan yırtıldığı için sevdik yusufları. Mazlumun yanında oldukları, bizden biri olup aynı acıları, hüzünleri, sevinçleri, paylaştıkları için sevdik. Yusuf'un mihengine sahip oldukları için.
O yüzden çizmenin hakkını veren başbakanları, cumhurbaşkanlarını, liderleri severiz.
Soma'lı madencinin çizmesinin yüreğimizde bıraktığı izin hiç silinmemesi dileğiyle.
Başımız sağolsun.