5653 nolu, 1394 sıra sayılı ve 05/05/2007 kabul tarihli Kanunla kurulmuş olan “Yunus Emre Vakfı” kuruluş amacı bakımından ülkemizin önde gelen kültür kurumlarından biri olmaya adaydır. Adını Yunus Emre gibi, “Anadolu Türkmen Dervişi” olan ulu bir şairden alması, son derece anlamlıdır. Anadolu’da 14. yüzyılda devletin resmî dilinin yabancı bir dil olduğu bir dönemde ortaya çıkan bu Türkmen dervişi, söylediği Türkçe şiirleri ile yüzlerce yıldan beri Türkçe’nin konuşulduğu geniş coğrafyalarda her zaman saygı ile anılmış ve sürekli baş tacı edilmiştir. Hemen her seviyede, herkesin bir Yunus’u olmuştur. Bununla da kalmamış, Türkçe’nin ve bütün olarak Türk kültürünün uzandığı geniş coğrafyalarda Türklerle birlikte, birçok milliyete mensup olanlar da Yunus Emre’yi tanımış ve sevmiştir. Birçok kereler birçok kimse tarafından defalarca ifade edildiği gibi; Karaman Beyi Mehmet Bey’in Türkçe’yi devlet dili olarak kabul etmesinde ve bu konudaki kararlılığında Yunus Emre’nin Türkçe söylenmiş olan saf şiirlerinin etkisi olmuştur. Bir başka görüş de ileri sürülerek; bu devirde Yunus Emre gibi bir şair olmasaydı, Karaman Bey’i Mehmet Bey’in fermanı geçerli olmayabilirdi. Her iki düşünce de Türkçe’nin hakimiyetini Yunus Emre ile ilişkilendirmesi bakımından önemlidir.
Kurulmuş olan bu hayırlı vakfın, böyle bir şairin adını taşıması sevindirici ve gurur vericidir. Bu vakıf, adını taşıdığı ulu şairin yüzyıllar içinde taşıdığı görevi yerine getirmeyi; “Yunus Emre” adını almakla büyük bir sorumluluğu üstlendiğini peşin olarak kabul etmiş oluyor. Kültürel mirası, Türk dilini, kültürünü, sanatını tanıtmak, yabancı ülkelerle dostluğu geliştirmek, kültürel alışverişi artırmak, gerekli olan bilgi ve dokümantasyonu istifadeye sunmak ve Türk dilini öğrenmek isteyenlere hizmet vermek amacıyla yurt dışında, yabancı ülkelerde Yunus Emre Türk kültür merkezlerini açmak, Türkiye'de Yunus Emre Araştırma Enstitüsü kurmak gibi amaçları bakımından, geç kalmış bir kurum olan Yunus Emre Vakfı, bir kaybın telafi edilmesi açısından ayrıca önemlidir. İsimlendirmede coğrafya yerine kültürel varlıkların öne çıkmış olması da son derece anlamlıdır.
Avrupa’nın belli başlı ülkeleri, kültürel varlıklarını sürdürebilmek için, bu tür kurumlar vasıtasıyla çok eskiden beri birçok yerlerde faaliyetlerini sürdürmekteler. İngilizler, kendi dillerini ve kültürlerini yaymak için British Council’ı kurmuşlardır. Fransızlar, Alliance Française'i, İtalyanlar Casa d'İtalia'yı, Almanlar Goethe Enstitüsünü, İspanyollar, Ruslar vb. Yani, medeni seviyelerini ve kültürel birikimlerini kendileri için evrensel bir güç görüp buna resmen el koymuşlardır senelerce önce. Üstelik bunların çoğunun, faaliyet gösterdikleri alanlarla tarihî ve kültürel bakımdan bir yakınlıkları da bulunmamaktadır. Buna rağmen, ülkelerinin ve milletlerinin geleceği için bu tür kurumların çalışmalarına sanıldığından çok fazla önem vermekteler. Siyasi faaliyetlerden önce kültürel faaliyetlerle bulundukları ülkelerde ve bölgelerde öne çıkarak ülkelerinin yapacağı çalışmaların zeminini hazırlamaktalar. Kalıcı olması bakımından esas olan da budur. Siyasi gücün giremediği ya da gerilerde kaldığı yerlerde faaliyet gösteren bu kurumlar, genellikle bulundukları bölgeden veya ülkeden kabul edilmekteler. Resmî kimlikten uzak görüntüleriyle sivil toplum örgütlerine daha kolay yaklaşmaktalar. Ülkemizde bulunan bir “Büyük Elçiliğin” ürkütücü soğukluğu ile aynı ülkeye ait “Kültür Merkezi”nin çekiciliği bunun örneği olarak gösterilebilir.
Bu tip hizmetleri yapan kuruluşlarımız mevcuttur. Fakat bunların hepsi perakende, hepsi çok belirli dar gayelere yönelmiştir. Batıda, kendi kültürlerinin kendileri için büyük bir değer olduğunu idrak etmiş milletlerin yaptığı gibi bizde de ilk defa, kanunla kurulmuş olan bu vakfın, işlemesi; şüphesiz ki kuruluşundan daha önemlidir. Asıl olan buna lâyık olduğu veçhile işlerlik kazandırmaktır. Dağınık ve münferit olarak birçok ülkede Türk kültürü ve Türk diliyle ilgili birtakım çalışmalar yapılmaktadır (TÖMER, TÜRKSOY, TİKA gibi). Bunlar önemli olmakla birlikte, daha düzenli ve birbirini tamamlar nitelikte bir bütünü oluşturdukları zaman, daha kalıcı hizmet vereceklerdir. Türk kültür merkezi olarak çalışma yapılan kurumlarımızda Türkçe, Türkiye, Türk Tarihi, Türk Edebiyatı ve bütün olarak Türklükle ilgili, gerekli kaynakların bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla bu tür kurumların göstermelik olmaktan çıkarak fonksiyonel ve gereken ihtiyaçlara cevap verebilecek donanımlara sahip olmaları gerekir. Düzenli bir kütüphane ile başlayacak olan çalışmalar, Türk kültürünün ve bütün olarak Türkoloji’nin açılacağı önemli bir kapı olacaktır. Türk kültür kurumu, bulunduğu ülkenin yapısını, durumunu ve gereklerini göz önünde bulundurarak yapılanmaya gitmelidir. Kurulmuş olan Yunus Emre Vakfı, yapılan ve yapılması gereken çalışmaların bir merkezden yürütülmesini ve düzenli olmasını sağlayabilmesi bakımından önemlidir. “Yunus Emre” adı, Türkiye’nin gücüne ve büyüklüğüne lâyık bir adlandırma olduğu için, bütün bunları yerine getirmeye kendisini önceden mahkûm etmektedir.
Kurulmuş olan bir kurumun adı ne olursa olsun, önemi ne kadar bilinirse bilinsin; bu kurumun işlemesi şüphesiz ki daha mühimdir. Çok iyi ve halis düşüncelerle kurulmuş olan birtakım müesseselerin iyi işlememesi veya işletilememesi herkesçe bilinmektedir. Zaman içinde Yunus Emre Vakfı’nın bunlardan olmaması için iyi yönetilmesi gerekmektedir. Ülkemizde bulunacak olan merkez teşkilatı ile buna bağlı olarak dış ülkelerde görevlendirilecek olan kimseler, son derece önemlidir. Görevlendirilecek olan elemanların her türlü ön yargıdan uzak, şuurlu, düşünceli, yerine göre hareket etmesini bilen, tecrübeli, bilgili, birikimli, kendine güveni tam olan kimselerden oluşması önemlidir. Özellikle ülkemizdeki merkez teşkilatı çalışmalarında son derece dikkatli olmak zorundadır. Merkez ve dış ülkelerde ilk görevlendirilecek olanların, mutlaka yurt dışı tecrübelerinin olması vakfın amaçlarına uygun çalışma yapılabilmesi için gerekmektedir. İlk atanacakların yanında, yardımcı olarak yetişecek olan yeni elemanlar kısa bir zaman sonra istenilen düzeyde çalışma yapacak kapasiteye ulaşacaklardır. Bilmenin yanında, görerek yetişme bu açıdan önemlidir. Bütün bunların yerini alabilmesi için, merkez teşkilatında ilk görevlendirilecek olan kimselerin sanıldığından daha önemli olduğu anlaşılmaktadır. Öncelikle Türk kültür coğrafyasının özel ve önemli bir bölümünü oluşturan Balkanları tanıyan, daha önce yurt dışında görevde bulunmuş olan elemanların öne çıkarılması bu manada önemlidir. Bu donanıma sahip olan tecrübeli kimselerin yanında yetişecek olan yeni elemanlar, kısa zamanda gereken donanımı kazanacaklardır.
Sonuç itibariyle; fevkalâde iyi niyet ve iyi düşüncelerle kurulmuş olan bir vakıfla karşı karşıya bulunmaktayız. Bunun önemi, gereği ve yapacağı çalışmalar her türlü tartışmanın üzerindedir. Ülkemiz ve milletimiz adına geç de olsa Yunus Emre Vakfı ile telafi edilmiş olan bir kayıp; yetenekli, bilgili, birikimli, tecrübeli ve ehil elemanların yönetimi ve görevlendirilmesiyle milletimizin ve devletimizin yüz akı olacaktır. Bu Vakfı hayata geçiren T.C. Hükümetini ve tüm emeği geçenleri tarih önünde kutluyorum. 3