Hayat bir koşuşturma. Durağan değil süreğen bir şey. Herkes bir şeylerle kendisine bahşedilen ömrü geçirip duruyor. Kimileri her şeyin farkında. Dünyadaki bu yaşantının kıymetli oluşunun farkında kimileri. Bu yüzden harıl harıl çalışıyorlar.
Evet herkes harıl harıl çalışıyor. Kimisinde bu tamamen ben merkezli; prestij, para dolayısıyla iyi bir hayat yaşamak için. Kimileri de bu dünyanın bir de ötesi olduğunu unutmuyor. Öteyi unutmamak ise kişinin hizada durmasını, davranışlarını, hatta niyetlerini sık sık kontrol etmesini sağlıyor.
Ben de böyle bir koşuşturmanın içindeyim. Açıktan İlahiyat okumak istedim. Bu da bana çeşit çeşit kursların kapısını açtı. Arapça,Tecvid kursu derken bunlara bir de çocuk gelişimi kursunu ekledik. Açık öğretim İlahiyat Fakültesiyle başlattığım bu eğitim sürecini kurslarla zenginleştirebildiğim için Rabbime şükrediyorum. Böylece güzel bir süreçten geçtiğimi de düşünüyorum.
4-6 yaş çocuklara yönelik kursumuz akşam saatlerinde olduğu için mutluyum. Çünkü günün yorgunluğunu akşam yürüyüşüyle taçlandırmış oluyorum. Gün boyu hem ev işleri hem de diğer işlerimle meşgulüm. Akşama da bitmiş oluyor. Böylece gönül huzuruyla kursuma gidebiliyorum.
Kurs hocamız dünya tatlısı, genç bir bayan. Sempatikliği ve içten davranışlarıyla kurstaki hanımlara kendini sevdirdi. Ayrıca o bir anasınıfı öğretmen adayı. Hala Kpss sınavlarına hazırlanıyor. Ve hedefi kadrolu bir öğretmen olabilmek.
Akşam kursunda yolun yarısını birlikte yürüdüğümüz Dilek adında bir hanım var. Yolun tamamında bana eşlik eden Merve adında bir de genç kızımız var. Dilek kitap okumayı çok seven bir hanım. Bana,
-Ben tam bir kitap aşığıyım dedi. Ben de ona Es'ad Coşan'ın kitaplarını da okumasını tavsiye ettim. Kitapları çok seven birinin Es'ad Coşan'ı okumaması büyük eksiklik olur, dedim. Çünkü onun kitabını okuyan herkesin hayatta kendisine yarayacak çok kıymetli şeyler bulacağına inanıyorum.
Dilek bana dedi ki:
Es'ad Coşan'ın ismini duydum. Hem de ondan çok methederek bahsettiler, dedi.
Kitaplığımın en üst köşesi hocamın kitapları içindir. Çoluk çocuk alır da yırtar diye onları en üst köşeye koydum. Dilek'e isterse onun kitaplarından birini okuması için kendisine getirebileceğimi söyledim. Çok memnun oldu. Kitaplığıma bakıp Dilek için hocamın kitaplarından bir kitap beğenmek istedim. Ve ilk etapta Mehmet Zahid Kotku'yu anlattığı Mehmed Zahid Kotku isimli kitabı seçtim. Ertesi akşam Dilek kitabı görür görmez:
-Kitabın muhteşimliğine bak! dedi. Ben onları özenle muhafaza ediyordum. Ve ancak kıymet bilenlere veriyordum. Bu yüzden pırıl pırıldı. Fakat kitabın baskısı da oldukça şık ve kaliteliydi.
Dilek ertesi akşam hayretler ve sevinçler içindeydi. Kitap onu büyülemiş gibiydi. Ben Es'ad Coşan'ın anlatımından etkilendiğini zannetmiştim. O söze şöyle başladı:
Ya dedi mübarek nasıl biriymiş öyle. Adamın biri sarmısak yemişte gelmiş. sarmısak yiyerek meclise gelinmez ya. Fakat Mehmed Zahid Kotku başlamış sarmısağın faydalarını anlatmaya.
Kitapta Mehmed Zahid Kotku'nun rencide ederek değil, yüzüne vurarak değil tamamen pozitif bir bakış açısıyla muhatabını rahatlatması dikkat çekiciydi. Hz. Peygamberin sarmısak ve soğan yiyen meclisimize gelmesin hadis-i şerifini bambaşka bir şekilde dile getirişiydi aslında bu. Dilek;
-O adamın sarmısak yediğini nasıl bilmiş ay! diyordu. Bu da Allah'ın, kamil müminlere verdiği vasıflardan biriydi işte.
Haftalar oldu Dilek hala bu kitabı bitiremedi. Nasıl mı? Çünkü dönüp dönüp okumak istiyor. İrdeleyerek okuyor. Ben o kitabın içindekileri kafama yerleştirmeliyim, diyor.
Dilek hanım Mehmed Zahid Kotku'ya hayran olmuş. Biliyor musun diyor. Kitabı okurken hocamıza hürmet ve hizmet duygularıyla doluyorum. Ben onun ayaklarını yıkamak isterdim mesela. Sanki kızıymışım gibi. Biz babamızın ayaklarını yıkardık biliyor musun. Böyle yaptık biz! diyor.
Arkadaşlara da anlatıyorum. Böyle kişilerin anlatılması gerekir. Onlar da istafade etmeli diyor. Ben anlatırken kadının biri ısrar etti ben de okuyayım diye. Daha ben bitirmemiştim ama ona verdim şimdi kitabı. Ona da kitap yıpranmasın diye tenbih ettim. Dolabın üstüne koyuyormuş şimdi, diyor gülerek.
Onun anlattıklarını dinlemekten sevinç duyuyordum. Ben de uzun zamandır okumadım. İçinde yazılanları özlemişim. O anlatmaktan keyif alıyor ben de dinlemekten. Merve de yanımızsıra gidip geliyor. Arada anlatırken yüzünü Merve'ye de dönüyor;
-Kız sen bizim anlattıklarımızdan sıkılıyor musun? diyor.
-Evet tabi ya, diyor Merve yarı şaka yarı ciddi. Merve benim yol arkadaşım. Dilek'ten önce onunla yol boyunca konuşuyordum. Tabi başka şeylerden konuşuyorduk. onun da katıldığı meselelerden konuşuyorduk. Dilek'ten ayrılınca (Dilek'in evi bizimkinden daha yakın kursa) Merve'ye istersen bir kitapta sana vereyim dedim, gülerek. Ama ben kitap okumasını hiç sevmem dedi. Bir tane getir bakalım gene de dedi. Onun için sayfa sayısı az küçük bir kitap seçtim. Ersin Nazif Gürdoğan'ın Görünmeyen Üniversite kitabı. Henüz bu kitabı ben de okuyup tamamlayamamıştım. Merve anlatırsa ben de ondan öğrenecektim.
Dün akşam kurs dönüşü Dilek, Merve ve ben. Dilek ikimizin ortasına girdi. Kollarımıza sıkı sıkı yapıştı. Merve'den okuduklarını anlatmasını istedik. Merve kitabı bir kaç cümleyle özetlemiş oldu. Dilek şakacı üslubuyla Dileği sarstı.
-Olur mu kız, dedi. Kitaba ve içindeki şahsa hürmetsizlik oldu. Kitabı yudum yudum, özümseyerek okuyacaksın, dedi. Merve çocuksu tavrıyla;
-N'apıyim ben kendimi veremiyorum. Ancak bu kadar oluyor dedi gülerek. Kitabın içindeki güzel şeyleri not alıyorum ama dedi gözlerini kocaman açarak. Yarın size onu getireyim de ondan okuyayım bari!
Haziran'da Dilek,Merve ve ben İlahiyat önlisanstan mezun olacağız inşallah. Bunu lisansa tamamlamak istiyoruz üçümüz de. Bizim memlekette bu yaşta okumak hala yadırganıyor ama ne yapalım biz doğru bildiğimiz yoldan şaşmayalım. Büyüklerimiz ''Okumanın yaşı yok'' derler ne kadar yadırgasalar da. Ve beşikten mezara kadar ilmin farz olduğunu söylerler. İlim yolu cennet yoluymuş. Bakın yolda böylesine güzel insanlarla da karşılaşıyor insan. Rabbim cümlemizi hayırlı ilimlerle tezyin eylesin.