Türkiye 'Ergenekon' adının bir gizli örgütte yaşatıldığı gerçeğiyle henüz tanışmamışken kitabını yazan, konuyu televizyon için dizileştiren bir gazeteciye, son tartışmalar sırasında bir haller oldu. Dün sözgelimi, ¨Bu Ergenekon o Ergenekon mu?¨ sorusuna, ¨Bakıyorum bakıyorum, benzetemiyorum¨ cevabını veriyordu.
'Onun Ergenekonu' NATO ülkelerinde kurulanın Türkiye'deki uzantısıymış, Susurluk patlayınca devlet içindeki köklerinin o sırada içişleri bakanlığı koltuğunda oturan bir devlet görevlisi ile eski bir başbakana dayandığı ortaya çıkmış; şimdiki Ergenekon'da ise devlet içindeki kökler dar bir alana yayılıymış ve örgütle irtibatlananlar da daha çok ABD karşıtı ulusalcılar imiş...
¨Biri de şu¨ dediği son farka da göz atalım isterseniz: Susurluk skandalı kamuoyunda büyük heyecan yaratmış, yüzbinlerce insanı aydınlık talebiyle sokaklara dökmüş; bugün o kamuoyu desteği yokmuş...
Hiç inandırıcı değil.
Kendi kısır çevresi ve baskıcı mahallesinin dışına başını bir uzatsın, insanların Ergenekon operasyonundan ne büyük bir heyecan duyduğunu hemen anlayacaktır. Mahallesinin Susurluk ile Ergenekon'a neden farklı yaklaştığını görememesi ise büsbütün hayret verici: Dönemin muhafazakar hükümeti Susurluk'a 'fasa fiso' tepkisini verdiği için (yani, nasıl olsa sonuç alınmayacağını baştan bildiklerinden), mahallesi halkı, ¨Susurluk da Susurluk¨ diye yeri göğü inletebilmişti; şimdi iktidarda yine muhafazakar bir hükümet var, ama Ergenekon'un üzerine gidilmesinden mutsuzluk duymuyor...
¨Kimlerin kirli ilişkileri ortaya dökülür, kimse şimdiden bilemez¨ ihtiyatı bu sergilenen...
Bugün karşımıza heyüla gibi dikilen yeraltı örgütlenmesinin 1950'li yıllarda ülkemizde de NATO çerçevesinde CIA tarafından kurulmuş 'Gladio' ile irtibatı elbette var. Hemen bütün NATO ülkelerinde tasfiye edildiği halde bizde varlığını sürdürmüş bir örgüt bu. Varlığını sürdürmesinin sebebi, 1980 darbecilerinin, Soğuk Savaş yıllarında komünizmle mücadele etmesi için kurulmuş yapı ve elemanlarından önce ASALA, sonra da PKK terörüne karşı yararlanma kararıdır.
O yapının üç aşaması oldu bizim ülkemizde.
12 Eylül 1980 darbesine kadar 'kökü dışarıda' ve 'gayr-ı milli' bir örgüttü; komünistler işbaşına geldiğinde ayaklansınlar diye kurulmuş, yapılandırıldığı devlet birimine bağlı olarak, darbeleri kolaylaştıran eylemlere bulaştırılarak varlığını sürdürmüştü.
1980 darbesinden sonraki onbeş yıl içerisinde MGK kararlarıyla 'millileştirilerek' yeni bir kullanım alanına kavuşturuldu aynı yapı. Sovyet sistemi çökünce örgütün kuruluş amacı temelsiz kalmıştı, komünizmin yerine hedefe 'irtica' konularak yeni bir hayat öpücüğü kazandırıldı örgüte...
1997 yılında Susurluk'taki kazayla ortaya saçılan pislikler, aynı örgütlenmenin, 1990'larda artık 'özelleştirildiğini' açığa vurdu. Kimileri, örgütün varlığından, kendilerini zenginleştirmek için yararlandılar.
Şimdi karşımızda bulunan tablo, ikinci ile üçüncü aşamanın eşzamanlı sürdüğünü gösteriyor. Birileri bir yandan ceplerini doldururken, bir yandan da 'ulusalcılık' adına darbe kışkırtıcılığına devam ediyormuş... 'Ulusalcılık' ile 'darbecilik' arasında yakınlık varsa, bugüne kadarki bütün darbelerde ABD parmağı bulunduğuna göre, dışarıdan bakana ters gelse bile, Amerika da bu tablonun fazla uzağında değildir zaten...
Peki de, 'Ergenekon' örgütlenmesini yıllar önce deşifre etmiş yazarın bugün yaşadığı ve sergilediği sıkıntının sebebi ne olabilir? Tartışmalara Aydın Doğan gazetelerinden birinde yazarken yakalanmış olması makul bir gerekçe midir sizce de?