Yıldızların Ortak Kaderi: Anlaşılamamak
“ Ey Rabbim ! Göğsüme genişlik ver ve kolaylaştır işimi, dilimden çöz düğümü ki beni ANLASINLAR” Taha : 20 : 25-28
Bu bir münacat-ı Musa… Vahyin, dilinde ölümsüz kılınan kutlu bir dua… Anlama sorunu, insanın zaman çizgisindeki hareketinde , en temel sorunudur zira… Onun için bu evrensel nağme, zikrediliyor vahyin o ebedi lisanında … Her ayet açılan bir pencere sanki insan ruhuna..
Anlaşılamamak, Hak yolcusunun ortak bir kaderi aslında… Her ışık süvarisinin müşterek ızdırabı ,yaşamış olduğu hayatında… insanlık tarihindeki o kutlu liderlerin anlam dolu yaşamlarındaki ortak levha … Onlar birer yıldız adeta bu karanlık semada…
Yığınların anlayamadığı yıldızları hatırlarım bakarken metruk sahil kenarlarında pervaz eden martılara .. Kavl-i leyyin tadında söyledikleri sözleri, çölde vaaz veren Musayı hatırlatır bana .. Semadan inen sağnak yağmurlar gibidir onların halleri, susuzluktan dudakları çatlamış mahzun topraklara..
Körler çarşısında ayna satmak misali onların yaptığı aslında.. Takdim edilen bir buket çiçek gibidir kimileyin onların tatlı kelâmı, nadan yığınlara .. Kalabalıklar,yıldızları anlayamazlar asla.. Onun için yalnızlar, onun için mahsunlar ve onun için yaşadıkları dönemin üvey evladı olurlar..
Taassup tarafından, tahkir ve hatta kimileyin tekfir edilmeyen hakikat namına birşey yapamamıştır der Gazali.. Bu anlamda anlaşılamamak, yıldızların müşterek bir kaderi.. Perdedir ona bulut ve önyargılı mutaassub mürteci..Engeldir onları görmeye çoğu zaman, kalabalıkların gözleri..
Yalnızlık kaderleri olsa da devam ederler her daim ışık saçmaya .. Sen tohum at, açmazsa toprak utansın idrakindedirler zira ..Onlar için tek gaye var; dostdoğru olan hakikatin sözcüsü olmak… Tek hedefleri mahsun kalmış sineleri yıkamak…
Aşk dolu bir anne gibi olmak yıldıza düşen… “Hak olanı tutup kaldırmak “ Akif’in güzel ifadesiyle… Dik durmak ve esas duruşu bozmamak… Söylemek, aşkın bestesini her daim ve üflemek onu taş kesilmiş yüreklere… Hiç terketmemek hakikati ve terennüm etmek her daim vahyin sadasını ve vurmak taş yüreklere Musa’nın asasını….O anladıysa, tüm dünya, anlamasa önemi yok diyebilmek ve devam etmek yola… Kemerbeste-i ubudiyet ruhuyla teslim olmak ve akıtmak gözyaşını gecelerin bağrına…
Anlaşılamamak, yıldızların ortak kaderi … Nuh’un mesela… O, yıllarca haykıran bir ses ve Hakkı gösteren yıldız… Ama Nuh, hakikat gemisinde mahzun ve yalnız… Gemide değildi mesela Kenan… Nuh, anlatan, Kenan anlamayan… Anlamak istemeyen belkide..Nuh, kurtulan ve Kenan yok olan .. Anlatan ve anlayan sahil-i selamete çıkar ve anlamayan karanlıklara garkolur. Kanımca budur anlatılmak istenen hülâsa-i kelâm ..
Nuh, kadim dönemin kutlu bir yıldızı ışık saçan, bu mavi kubbenin altında .. O, kalabalık yığınlar içinde mahzun bir yürek tek başına.. Sular hatta seller ve dahi tufan anlamıştı onu, lâkin oğlu yüz çevirdi ondan ve binemedi sefine-i Nuha.. Garip kalacaktı o, yalnız ve mahçup.. Ve şöyle diyecekti yüreğini açıp semaya “ Rabbi inni mağlub” işte o an kopacaktı tufan .. Haddini bilmesi için ehli tuğyan..
Bu kıssa bir ölümsüz gerçeğin habercisi… Ey anlatan ! Sen anlatmaya devam et ve dahi anlamaya… Birgün kurtulan sen olacaksın… Ey anlamayan ve bunda direnen! Unutma sakin ! Ahlaki tuğyan olanın akıbeti tufan olur…
Solmuş ve yaprakları sararmış bir çiçek gibidir anlaşılmayanlar… Çiçek, Allah’ın latif olduğunu hatırlatan Rabbin latif bir memuru… Bu gerçeği görmeyen, ondan esirger bir damla suyu ve aldırış etmez solmasına… Yalnız bırakır çiçeği ve yüz çevirir ondan … Her yıldız, hakikat bahçesinin tatlı bir çiçeği..
Ekmek, Allah’ın Mün’im olduğunu hatırlatan bir memur-u İlahi… Bu gerçeği anlamayanlar ona hürmetsizlik ederler… Her yıldız, İlahi güzellikleri fısıldayan ve insanın ruhunu doyuran kutlu bir gida… O,Hadi olan Allah’ın memuru elindeki ebed mühürlü furkanla..
İbrahim, hak bir nebi .. Hakikati temsil eder onun her hali ..O tevhid’in tarihteki kadim sesi.. Mezopotamya vadilerinin mahsun vaizi.. Ateş dahi anladı onu ve hatta karıncalar, lakin anlamadı onu Azerler,Nemrudlar ve dahi gafil yığınlar..
Zekeriya'yı anlamadılar ve zalim kıldı onları bu idraksizlik.. Öyle ki onu, testereyle dilim dilim kestiler . Anlayamadılar Meryemi o hain müfteriler .. Anlayamadı Mesihi gafil Ferisiler.. Köylerdeki körler dahi meftun oldular İsa’ya lâkin ihanet etti ona havarisi Yahuda .. Yunusu anlayamadı Ninova ve mahkum oldu o, vahyin dilinde ölümsüzleşen o muhteşem duayla..
Gurbet olmuştu Allah resuluna, öz yurdu Mekke .. Gurbet, insanın anlaşılamadığı yerin adıydı belki de.. Yakınları tarafından kınanırken o, Ebu Talibin yetimi diye, Habeşiştanlı Bilal, Iranlı Salman ve Filistinli Ebu Zer yüreklerini teslim etmişlerdi o hak nebiye.. Yalnız değilsin diyorlardı sanki müşterek bir yürekle..Mekke’nin damarlarına kan verirken Anadolu kökenli Sümeyye , yalnızlık içinde titriyordu o mahzun nebi, Mekke’nin göbeğinde ..
Haceri kumlar, Yusufu kuyular,Süleymanı kuşlar,Yunusu balıklar, Musa’yı taşlar, İsa’yı dağlar,ashab-ı kehfi mağaralar ve o hak nebiyi ankebutlar dahi anladı lakin idrak edemedi onları Nemrudlar, Firavunlar, Karunlar, Hamanlar, Velid bin Mugireler, Amr bin Hişamlar ve dahi nice bahtsız kalabalıklar ..
Anlaşılmamak, anlatan için bir ızdırap… Ruha damlatılan kezzap sanki…İnsanı içine doğru akıtan …İyi ki varsın sen Rabbim ! dedirten secde makamında… Yakınların uzak olması ayrı bir acı…Hatta o acılardan daha acı… Kenan’ın Nuha, Azer’in İbrahime ve Ebu Talib’in insanlığın yüz akına… O acı gibisi yok sanki… Yakındaki uzağın acısı o…
Acı esaslı bir imtihan… Hak yolcusu yıldız olmaktan vazgeçmez asla… O, körler çarşısında ayna satar ve kimileyin konuşur duvarlara …Kimileyin gerdanlık takar domuzların boynuna… Taşlara anlatır derdini ve döker dagalara içini.. Zira o kutlu bir yolun yolcusu..
Zulüm ve istibdadın temel bir gerekçesidir anlamak istememek.. Emeviler tarafından diri diri toprağa gömülerek idam edilen Amr el Maksus ve yine aynı iktidar tarafından işkence seansı neticesinde şehid olan Mabed el Cuheni, donemindekiler tarafından anlaşılmaları işlerine gelmediği için zulme maruz kaldılar. Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur tarafından işkenceyle şehid edilen Ebu Hanife, Abbasi iktidarının anlamak istemediği bir alimdi.
Anlaşılmamak sadece en büyük hakikatin takipçisi resuller ve onların varisleri alimler için değil, gerçekleri keşfeden bilim adamları içinde tarihsel bir realitedir.Alimlerle bilim adamlarida bu bağlamda benzesirler. Sosyoloji Notlarında Balzac ile Said Nursi arasında benzerlik kurar Cemil Meriç…Her ikiside yaşadığı dönemde anlaşılamadı der…Çölde vaaz veren vaiz nitelemesini yapar ikisi icinde…
Kadim dönemlerden günümüze kadar gelen toplumsal bir yaradır düşünceye ve inanca vurulan pranga .. Kadim Yunan’in filozoflarından Sokrates, Atina’nin sahte İlahlarini kabul etmediği ve haksızlıkların üstüne gittiği için baldıran zehri icirilerek mahkum edilmişti idama .. Anlayamamıştı Sokratesi asla o vefasız Atina..
İtalyan gökbilimcisi Galile’yi , dünya dönüyor dediği için idam etmişti dönemin kilise heyeti .. Dünya dönüyor ve yuvarlak dediği için yani hakikati dillendirdiği halde onu anlayamamıştı çağının murtecileri ..
Bernard Lewis, 1993 yılında Le Monde gazetesinde yer alan Ermeni soykırımını reddettiği yazısından dolayı mahmekeye çıkarıldı. Paris mahkemesinin suçlu saydığı Lewis`e 1 franklık manevi tazminat cezası verilirken mahmeke Lewis`i ,yazısından dolayı kınadı.
Stanford Shaw isimli yazar, Ermeni soykırımı iddialarını yalanlayan ABD`li tarih profesörü Stanford Shaw`un kitapları Avrupa ülkelerinde sakıncalı kitaplar listesinde yer alıyor. Profesör Shaw`a gösterilen tepkiler bununla da sınırlı değil. California Üniversitesi`nde Osmanlı tarihi dersi veren Prof. Shaw, Rum ve Ermenilerin de bulunduğu grupların, evini havaya uçurmaya kalkıştığını, öğrenci ve ailelerine saldırdığını belirtti. Bu insanlarda günümüz yığınlarının anlayamadığı aydinlardir. inançları ne olursa olsun hakikate şahitlik edenler yığınlar tarafından her daim taslanmislardir. Hakikatin dili bir..
Roger Graudy`nin siyonistlerin Avrupa`daki Nazi katliamlarının propaganda amaçlı masallardan ibaret olduğunu belgeleyen `İsrail`i Kuran Efsaneler` adlı kitabı Fransa`da yasaklandı ve Graudy bu kitabından dolayı 2002`de mahkeme önüne çıkarıldı. Fransa mahkemesi Garaudy`e 33 milyon euro ceza verdi. Günümüz lobileri modern dünyanın kilisesi veya Sokratesi idam eden kadim Yunan'ın Atina diktatoryasına ne kadar benziyor ..
Misak-ı milli içinden bazı misaller verecek olursak.. Said Nursi, Risale-i Nur isimli eserlerini yıllarca gizlice özel kâtipleri vesilesiyle neşretti. Bu eserlerinden dolayı 1925 ile 1952 yılları arası sürgün ve mahkumiyet cezası aldı.. İskilipli Atıf “ Frenk Mukallitligi ve şâpka” isimli eserinden dolayı İstiklal Mahkemeleri tarafından idam edildi.Hekimoğlu İsmail, Minyeli Abdullah isimli romanından dolayı hapis cezası aldı.. Mustafa İslamoğlu, Ankara'da kapalı bir forumda sunduğu Kürt Sorununa İslami Çözüm başlıklı tebliğinden dolayı 2,5 yıl hapse mahkum edildi. Ve daha yüzlerce misal..
Bugün müslümanları, uydurulmuş dine değil indirilmiş dine çağıranlar ve vahyin dinimizi öğrenmede biricik kaynak olduğuna atıf yapanlar tıpkı mazide olduğu gibi bir takım din tüccarları tarafından itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Mustafa İslamoglu, birgün kendisini ziyarete gelen hemşerilerine buruk bir ses tonuyla şöyle demişti : Gurbet, insanın anlaşılmadığı yerin adıdır.Yüreğime dokunmuştu o buruk ve sitem dolu sözleri.. Belli ki onu da anlamak istememişti en yakın çevresi..
Bu memlekette inandığı gibi giyinmek isteyen on binlerce üniversite talebesi kampüs önlerinde diskriminasyona ve fikirsel işkenceye tabi tutuldu. Medeni olmamakla ve çağa ayak uyduramamakla itham ve tahkir edildi. Bu memleket, İsrail isimli terör devletini “de jure” olarak tanıma gafletinde bulundu.Yıllar sonra bu memleketin başına gelen bir lider, İsraile terör devleti deme cesaretini ve kılık kıyafet diskriminasyonuna hayır diyebilme erdemini ve düşünceye vurulan tüm prangaları kırabilme haysiyetini gösterdi.
Tarih gösteriyor ki zalimler iktidar olduğunda dindar olsun, seküler olsun anlamak istemediklerini itibarsızlaştırma kampanyası içine giriyorlar. Bugünün dünyasında dahi bu böyledir. Dünya iktidarını avuçlarının içinde tuttuklarını düşünenler İslami kimliğe sahip Cumhurbaşkanını,Mavi Marmara olayından bu yana, Filistine sahip çıktığı ve mazlum halklar adına sesini yükselttiği için şimdi Cumhurbaşkanı olan Tayyib Erdoğanı, dahili ve harici piyonlarıyla vurmaya çalışıyorlar..
Bir zamanlar okuduğu şiirden dolayı mahkum edilen Erdoğan, şimdi de aynı şuurla ve heyecanla Filistin ve tüm masumlar için sesini yükseltmekte olduğundan evvelce misak-i milli içinde oynanan oyunlar şimdi daha küresel ölçekte yapılmak tezgahlanmaktadir.. O, devlet içinde gelebileceği en üst makama gelmiş olsa da hala mahsundur ve gariptir.Devletin başında olsada o halâ Hüseyindir.. Yezid mi ? Onlar işgalci emperyalist güçler ve onların lobileri..
Sokrates’in baldıran zehriyle idam edilmesi gibi küresel Atina’nin işgüzar yöneticileri tarafından aleyhte oyunlar ve propagandalar yapılarak dünyanın karşısına aldığı bir liderdir.Lakin Anadolu’nun garipleri , mazlum coğrafyaların yiğitleri tarafından o, artık anlaşılan bir liderdir..Anlamak istemese de Gezi Parkının serkeşleri ve bazı camialarin şakirtleri ..
Anlaşılamamak her yıldızın ortak kaderiydi…Her yıldızın vardı bir dikeni ve dahi yareni…Harun , Musa’nın yareni ,kavmi ise ruhunun dikeni…İsmail , İbrahim’in yareni , Azer ise dikeni ….Yahya , Zekeriya’nın yareni kavmi ise dikeni olmuştu ruhunu inciten…Ebubekir, Allah resul’unun (sav) yareni ve Ebu Leheb onun dikeniydi ..Ve yollara atmıştı dikenini incitmek için Muhammed’in o güzel tenini…Ama o en çok Allah resulü’nün ruhunu incitmişti…Zira evrensel bir kanundu…Her Nuh’un bir Kenanı olacaktı…
Kenanı yani dikeni…İşte ey dost! Yap muhasebeni…Sen yaren misin yıldızlara yoksa diken mi ? Nalân olup inleyen mi nadan olup inciten mi? Olmasada kimsecikler o Hak yolcusu olmaya devam eder.. Onları anlatmaya kifayet etmez ne mürekkep ne kalem.. Şair ne güzel der :
Beni alnımdan kimseler öpmüyor madem
Alnımdan beni sen öp seccadem
Yıldızlar metruk sahil kenarlarında pervaz eden mahzun martılar .. Titreselerde geceleri ve üşüsede yürekleri, omuzlarını onlar kendileri sararlar .. Yoktur onlara korku ve yoktur onlara hüzün .. işte budur zaten bittiği yer sözün ..