Bahar ayları yaklaştığında memleketimin çekiciliği içimi kıpırdatmaya başlar. Her bölgenin kendine has manzarasını görme isteği ve insanımızın candan sıcaklığına karşı bir özlem içimi yakar. Seyahat etme arzusuyla yanar tutuşurum. Bu mevsimde bir imkan, bir fırsat bulabilirsem, fırsatları ganimet bilip yollara koyulurum.
Bu seferki yolculuğum Antalya’ya. Trakya’nın tatlı tepecikleriyle dolu verimli ovasını geçerek ulaştığım Koru Dağlarında hep mola vermişimdir. Hem namazımı orada eda etmek, hem de Saroz Körfezini oradan seyretme zevki bir alışkanlık olmuştur bende. Güzelim çam ormanlarının içinden geçen kıvrımlı yollardan Kilitbahir’e ulaştığımda yolculuğumun ilk etabını bitirmiş olurum. Feribota binmeden önce Çanakkale şehitlerine fatihalar gönderip, karşıya geçerken gözüm yamaca resmedilmiş mehmetciğe ve “Dur Yolcu” şiirine takılır.
Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir. *
Şiiri okudukça bir yandan duygulanır, bir yandan gururlanır, bir yandan da hayıflanırım. Kanımızın son damlasına kadar mücadele ederek geçirmediğimiz müstemlekeci güçlerin, bugün kalplerimizi ve beyinlerimizi ele geçirmesi beni hayıflandırır…
Birçok ülkeye seyahat etme imkanım oldu. Şüphesiz ki her ülkenin kendine göre güzellikleri var. Ama Türkiye’de seyahat etmek bambaşka bir güzellik, bambaşka bir hazdır. Seyahatiniz boyunca sık sık başka iklim ve coğrafyayla karşılaşır, her bölge insanının farklı, sıcak ve candan yaklaşımını görürsünüz.
Ben yolculuklarımda kestirme yollardan ziyade dağ ve sahil yollarını tercih ederim. Şayet İzmir üzerinden Antalya’ya gitmeyi düşünüyorsanız sahil yolunu tercih edin. Yolların manzarası sizi kendinizden geçirecektir. Hele Muğla’dan sonra Kumluca’ya kadar bir yandan müthiş dağ manzarası, diğer yandan harika deniz manzarası size en unutamayacağınız yolculuklardan birini yaşatır.
İlginiz yoksa bile yol kenarlarında gözünüzü alamadığınız enva-i çeşit çiçek, yamaçlardaki güzel kokulu kekikler sizi durdurur. Narenciye bahçelerinden geçip erik, elma vb. meyvelerin bulunduğu bahçeleri seyrederek yol alıp, ta dağların eteklerine kadar kurulmuş seralara bakıp, kışın ortasında bile sofralarımızı tatlandıran sebzelerin nasıl yetiştiğini görebilirsiniz.
Geçen yaz Osmanlının kurulduğu Söğüt, İnhisar, Bilecik taraflarını dolaşmış, ve o müthiş coğrafyayı gördüğümde Osmanlının niye buralara sığamayıp dünyaya açıldığını kendimce anlamıştım. Bu seyahatimde Muğla’dan Antalya’ya inerken Kırkpınar Er Meydanını niçin Antalyalı pehlivanların doldurduğunu ve üstünlük sağladığını sanırım anlamış oldum. O iklimde, o bol oksijenli dağ havasında ve çalışma ortamında dalyan gibi gençlerin çıkıp er meydanını doldurması kaçınılmaz bir şey.
Efendimiz (S.A.V) “Seyahat edin, sıhhat bulursunuz” buyurmuş. Seyahatler bir rahatlama ve dinlenme, bilgi ve görgüyü arttırma vesilesi. Yeni şehirler görmek, yeni kişilerle tanışmak, tecrübelerden istifade etmek ve en önemlisi de ibret almak seyahatlerin insana en önemli katkılarından olsa gerek. Niyazi Mısri bakıştan ibret olmayan gözü şöyle ifade etmiş.
“Bir göz ki onun olmaya ibret nazarında Ol düşmanıdır sahibinin baş üzerinde.”
Ege ve Akdeniz bölgelerinde hemen her yerde var olan antik tarihi kalıntıları gördükçe düşünüyorsunuz. Buraların sahipleri nerelerdedir. Bıraktıkları miras, didindikleri hayat acaba neye yaradı. Ve Ayet-i Kerimeler akla geliyor. De ki: "Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş, görün!" En’am: 11 “Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Allah onları yere geçirmiştir; inkarcılara da onların başına gelenin benzerleri vardır.”Muhammet:10
Bu gezimizde de gördük ki Anadolu şehirlerinde hızlı bir kalkınma var. Şehir içlerinde tur attıkça görülüyor ki belediyeler şehirlerine ciddi hizmetlerde bulunmuş. Edirne insanın Anadolu şehirlerini ziyaretlerinde etraflarını iyi gözlemlemelerini tavsiye ederim. On’a yakın şehir dolaşıp da Kıyık semtinden Edirne’ye girdiğimizde, bizde Edirne’nin ziyaretçilerinin bize hayıflandığı gibi, eşimle birbirimize hayıflandık. Zira önümüzde bakımsız bir şehir uzanıyordu…