Çek milli takımı karşısında özellikle son yarım saat muhteşem bir oyun sergileyen futbolcularımız her türlü tebriği hak ediyor da, ben yine de öncelikle Ali Bayramoğlu ve yanındaki meslektaşları kutluyorum; beklentimi boşa çıkartmadıkları için...
Dünkü yazıma gün boyu ilginç tepkiler geldi; birkaç da soru... İlk dikkat çeken bıktığımı kayda geçirmem olmuş. Gerçekten sabahları elime gazeteleri aldığımda içimden tuhaf hisler geçiyor. Toza ve sellüloza karşı alerjimin de mutlaka bunda etkisi var; ancak bende bıkkınlık hissini koyulaştıran, okuduklarım... Her gün aynı şeyleri yazmak, aynı küfürleri etmek, aynı tezviratlarda bulunmak kendisini 'yazar' diye tanıtanlar için zor olmayabilir de, para verip gazetelerini satın alan okurlarla maaşlarını ödeyen patronları açısından tuhaf bir durum olmalı bu.
Bazı yazarların bugün yazdıkları 28 Şubat 1997, 12 Eylül 1980 ve 12 Mart 1971 dolayında yazdıklarından pek farklı değil. Yaşı müsait olanlar (medyada sayıları bir düzine kadar mesleğe 1950 dolayında başlamış var) 27 Mayıs 1960 öncesinde de bugünküne benzer yazılar yazıyorlardı.
Merak edenler için zengin bir kaynakça vardır bu konuda.
Ben ise bir okur olarak bıktım. Haberleri ve yazılarını okumak içimden gelmiyor. Gazetelerini elime aldığımda midem bir tuhaf oluyor.
Bir okur, hakkımda yazanların adımı açıkça ve çeşitli kereler andıkları halde benim bundan kaçınmamın sebebini soruyor. Cevabı dün yazmıştım. Pop sosyologumuz sözgelimi, bir yazısında, Ben artık onun gazetesini okumuyorum diye yazmıştı. Beni okumayanın (ya da okumuyormuş görünenin) adını ben neden anayım ki? Hangi ad 'pop sosyolog' sıfatından daha iyi yakışabilir?
Yazılarında adımı ananların itibar beklentisi içerisinde olduklarını da düşünüyorum; adımı anarak bekledikleri itibarı adlarını anarak onlara bağışlamak niyetinde değilim. Yazdığım yazılarda kimi kast ediyorsam, bakıyorum, üzerine alınan benim kast ettiğim kişi oluyor. Şimdiye kadar başkasına attığım taşa Bana geldi diyen pek çıkmadı. Zaten arif denilebilecek, leb demeden leblebiyi anlayan bir okur kitlesine yazıyorum; sadece muhatabı değil yazımın okuru da anlıyor.
Neden ad vereyim ki?
'Bilderberg' konusuyla yakından ilgilenen bir yazar tanıdığım, kendini 'Bilderbergçi' sanan amiral gemisinde sığıntı konumundaki kişinin yazdıklarına alınmış. Yoksa diye haber göndermiş o yazar, Gerçekten Bilderbergçi olduğunuz için mi artık bu konuya girmiyorsunuz?
Kendimi hiçbir zaman Bilderbergçi görmedim; Bilderberg Group'un da beni öyle gördüğünü sanmam. Ülkemizden toplantılara davet edilen pek az kişi bu sıfatı hak ediyor zaten. Kuruluşundan 1990'lara kadar Selahattin Bayazıt globalizmi zorlayan çekirdek kadronun içerisindeydi; 1990 sonrasında Koç Ailesi görevi devraldı. Önce Suna Kıraç, o rahatsızlanınca Mustafa Koç...
Merkez Bankası'na başkanlık yapmış Gazi Erçel'i birkaç yıl üstüste çağırdılar; ötekilerin hemen hepsi bir veya bilemediniz iki defalığına toplantılara çağrılmış kişiler: Bilgilerinden yararlanmak veya etkilemek üzere...
Daha önce Bilderberg aleyhinde yazılar yazmış da toplantıya çağrılmış benden başka bir örnek yok. Ben de, sizlere söz verdiğim gibi, Ottowa toplantısını bir dizi yazıya konu ettim, döner dönmez...
'Bilderberg' denildiğinde aklınıza getirmeniz gereken yapının ana gövdesini her toplantısına katılan 50-60 kişilik bir grup oluşturuyor. Onlar arasındaki iletişim çok güçlü. Her ülkeden olabiliyor o insanlar. Birbirleriyle dayanıştıkları da muhakkak. Aralarına 'konuk' olarak davet ettikleri kişilerden edindikleri bilgileri merak saikiyle dinleyip arşivlemediklerine de bahse girerim. 'Bilderbergçi' denilebilecek kişilerin çoğu dünyanın gidişini etkilebilecek güce sahip zaten. O gücü kullanıyorlar mı, nasıl? sorusunun cevabı Bilderberg ile ilgili bugüne kadar yazdığım yazılarda var. Tekrarlasam ne olacak?
Geçen yılın Bilderberg toplantısı İstanbul'da yapıldı. Burada ağırlanmaktan mutlu göründü Bilderbergçiler; acaba ayrılırken gerçek hisleri bu muydu? Türkiye'de son bir yıl içerisinde yaşadıklarımızın bir biçimde Bilderberg'le ilgisi olabilir mi?
Ondan önceki toplantının teneffüsünde yanıma kadar gelip bir Türk işadamının haksızlığa uğratıldığıyla başlayıp Ak Parti aleyhine bir dizi iddiayı 'karanlık' bir Bilderbergçi yüzüme tekrarlamıştı diyeyim de, varın siz kendi sonucunuzu çıkarın.
Bugün canımın sıkıntısını hafifletecek bir mutluluğum var. 'Yenilmez armada' diye takdim edilen bir takımı Cenevre'de perişan ettik. Başka yenilmez armadaların da hakkından gelebilecek bir durumda olduğumuza inanıyorum.