Türkiye geciken değişimini süratle gerçekleştirmeye çalışıyor. Dinozorlar bu değişimi bir türlü algılayamıyor, algılasalar da kabullenemiyorlar. Onların kabullenmemeleri hiçbir şeyi değiştirmiyor, hatta kendilerini bile bu değişim rüzgârının etkisinden kurtaramıyorlar. Varlıklarını hegemonyaya dönüştürmüş olanlar bir bir sahneden çekiliyorlar.
Çekilmekte direnenler kendi alışkanlıklarıyla vuruluyor, doğal sürecin gereği olarak trajik bir sonla oyun dışına sürülüyorlar. Egemen dil, kendi yok oluşunu hüzünle seyredip, arkasından ağıt bile yakmaya cesaret edemiyor. Her çözülüşü bireysel yanlışın faturası olarak lanse ediyorlar; ancak hepsi tek tek bu faturayı ödüyorlar. Ödemek zorundalar da.
On yıllardır hiçbir bedel ödemeden bu halka hakaret ettiler, küfrettiler, değerleriyle alay ettiler. Kalemlerindeki pisliği kan zannedip, fikir diye yutturdular. Bu yaptıklarından hiçbir rahatsızlık duymayıp, pişmanlık yaşamadılar ve her geçen gün daha bir pervasızlaştılar. Kurdukları düzenle pespayeliklerine, çirkinliklerine, zulümlerine methiyeler dizdirip bununla kariyer yapıp, zalimliklerinin devamını sağladılar.
Bunların şahsi tarihleriyle, zulmün tarihi özdeştir. Bu ülkede işlenen bütün zulümlerde bunların imzası vardır. Dinine, inancına bakmadan mazlumların yanında olan, zalimlerin değirmenine su taşımayan herkes, onların eşkıyalığından payına düşeni almıştır.
Bugün artık bu adamlar büyük değiller, dünyanın değişimiyle birlikte bunları ‘büyük adam’ yapan değerler iflas etti. Dünya değişti, Türkiye değişiyor. Yeni bir Türkiye kuruluyor. Yeni Türkiye’de pespayeliğe, ahlaksızlığa prim verilmiyor. Küfürbazlar çirkinliklerinde boğuluyorlar. Son bir çığlığa bile güç yetiremiyorlar. Çünkü Türkiye’nin nerelerde uçtuğunu göremiyor, zamanın ruhunu kavrayamıyorlar. Eskiden derin Kemalistliğin gücüyle bütün sığlıklarını, bütün beceriksizliklerini hatta pespaye ahlaksızlıklarını gizleyebiliyor hatta bunu güç haline de dönüştürüp burunlarından kıl aldırmaz hale gelebiliyorlardı. O günler geçti, artık sığlıklar sırıtıyor.
Yaşanan Oktay Ekşi olayında bunu daha somut görmek mümkün.
Sevenleri, yamakları “Bu adam kibar, nazikti” diye şahadet ediyorlar. Bunu yıllarca böyle yutturdular, böyle kabullendirdiler. Bugünkü küfrünü, kabalığını bunaklığına vermeye çalışıyorlar. Hâlbuki bu adamın geçmişi de aynı kirlerle dolu. En yakın arkadaşlarını, sütun komşularını bile; yaranma adına çok kolaylıkla satabilen, arkalarından en galiz küfürleri edebilen bir adam. Hatta bunu daha bunamadan önce yapan biri. Basın tarihinin önemli yazı başlıklarından biridir: “Bu alçakları tanıyalım” yazısı. En beyefendi ayaklarında bile mütekebbir bir duruşun sahibiydi. Çünkü arkasını sağlam dağlara dayadığını sanıyordu. Çevik Bir’in ilelebet yegâne güç sahibi olacağına inanıyordu. 28 Şubat’ın “Bin yıl süreceğini” düşünüyordu. Bir türlü zulmün abat olamayacağını akledemiyordu.
Hayatının bütün dönüm noktalarını, yıldızının parladığı anları zulüm dönemlerine borçluydu. Demokrasinin baş gösterdiği her dönemde köşeye itiliyordu. Bunu bildiğinden hürriyet ortamlarının düşmanı oldu. Babası tek parti döneminin milletvekiliydi. 2. döneminde kimin eliyle olduğu hala meçhul bir biçimde kapı dışarı edilmişti. 1960 darbesi kendisi için bir ufuk oldu, Kurucu Meclis üyesi oldu. 1980 darbesiyle medyaya çeki düzen vermek için oluşturulan Basın Konseyi’nin ölmez yitmez başkanı oldu. 1980 Darbesi ailenin bütün fertleri için verimli geçti. Abisi Behiç Anadolu Ajansı’na kapağı atıp genel müdür oldu. 28 Şubat’ta kılıcının iki tarafı da kesti.
AK Parti iktidarı Ekşigiller için bir zeval dönemi oldu. Hırçınlıkları, gayretleri bu zeval döneminin sona erdirilmesi içindir. Seviyesizlik aile boyu: Hayrunnisa Gül için, “O kadından nefret ediyorum” diyen de karısı bilmem ne derneğinin başkanı Aysel Ekşi’ydi. Aysel Hanım 29 Mart seçimlerinde CHP için ne kadar çok çalıştığını, tam 7 sayfalık mektupla Önder Sav’a bildirmişti. Çağlayan Cumhuriyet Mitingi’nin organizatörlerinden olduğunu da not düşmüştü. Tek kurtuluşları CHP iktidarıydı. Kılıçtaroğlu’nu bir umut olarak görmüşlerdi, eski günlerin yeniden doğuşu için. CHP kongresinde Kılıçtaroğlu’nu masaların üzerine çıkarak alkışlamıştı. Ama nafileydi. 12 Eylül Referandumu görünen köye kılavuzluk etmişti. Bu durum Ekşigilleri hırçınlaştırıyordu. İşte son küfür bu hırçınlaşmanın eseriydi. Şaşılacak bir durum aslında yoktu. Her zaman bu küfürleri çok rahat edebiliyorlardı ve de bundan hiç pişmanlık duymuyorlardı. Çünkü hiçbir bedel ödemiyorlardı. Bu son yazıda da aynı durum olacağını sanmıştı. Küfrettiklerinin sineceğini zannediyordu. İki gün sonra baskılar üzerine kerhen ortadan bir özür diledi. Pabucun pahalı olduğunu görünce de, işte son nokta. Onun yaptığını onun arkadaşları da ona yaptılar. Dün karşısında el pençe divan duranlar, bu gün “Hak etti” diyorlar.
Hakkın, hukukun hâkim olduğu yerde pespayeliğin yeri yok. Bunu artık öğrenmeye başladılar. 20 yıl genel yayın yönetmenliği yapan Ertuğrul Özkök kendine yeni bir sözlük oluşturduğunu yazıyor, küfrün aşağılamanın artık para etmediğini görüyor, ‘Yeni Türkiye’de eski jargonun iş görmediğini fark edip, yeni güne hazırlıklı olmaya çalışıyorlar.
Yeni Türkiye hepimize hayırlı olsun.