Bugün yazı yazmayacaktım. Sebebine gelince, sabah erkenden kahvaltılı bir iş görüşmesi vardı. Yakın iş arkadaşımın Libya'dan misafirleri geliyordu; rica etti, sabah erkenden birlikte olacaktık, tercümanlık ve mihmandarlık yapacaktım... Gece bu niyetle yattım, sabah erken kalktım ve hazırlık yapıyorken telefon geldi; Libyalı iş adamları gelememiş... Nedense, hemen geçen gün Libya'da düşen uçak aklıma geliverdi!..
Geçen ay, önce Suudi Arabistanlı emekli akademisyen ve iş adamı yakın arkadaşım gelmişti. Bir hafta boyunca hemen her gün kendisiyle ve diğer iş adamlarıyla değişik görüşmeler yaptık; bu ay sonunda görüşmelerimize devam edeceğiz...
Sonra Sudanlı yeni emekli yüksek dereceli bürokrat ve iş adamı Ankara üzerinden İstanbul'a geldi (sonra Kahire üzerinden Hartum'a gitti)... İki gün boyunca İstanbullu iş adamı arkadaşlarımla birlikte taraflar arasında Sudan ve Türkiye'de yapılabilecek işleri yoğun bir şekilde konuştuk... Sonuç: Türkiyeli arkadaşlar Sudan ziyareti yapmaya karar verdiler...
Son olarak, bu sabah Libyalı iş adamları ile ilk defa buluşacak ve kahvaltılı bir iş görüşmesi yapacaktık ama bu sabah gelemedikleri için görüşme şimdilik ertelendi...
Dışişleri Bakanımız her hafta önemli bir ülkede; özellikle İran merkezli gelişmeler önemli... Başbakanımız, 10 bakanı ile gittiği Yunanistan'dan yeni döndü; AB ile birlikte Güney Avrupa ülkeleri (İtalya, İspanya, Portekiz) kendilerine özgü krizde... Rusya Devlet Başkanı Medvedev, dört uçakla ülkemize tarihî bir ziyaret gerçekleştirdi, başta "enerji" olmak üzere (gaz, petrol, atom), çok boyutlu önemli anlaşmalara imzalar atıldı...
Türkiye artık gerçekten de "merkez ülke" konumunda.
Sadece Balkanlar'da, Kafkasya'da, Ortadoğu'da değil; bütün dünyada.
Son zamanlardaki gelişmeleri değerlendiren Mahir Kaynak'ın (16 Mart) yazısının hüküm cümlesi şöyle: Türkiye'nin yapması gereken şey, kendi geçmişindeki insanlar arası ilişki modelini geliştirerek "yeni bir medeniyet"e öncülük etmesidir.
Düşünmeye başladım...
Ellili yıllarda Balkanlardaydım (Eski Yugoslavya şimdi birkaç ülke oldu! Sadece benim memleketlerim dörde bölündü: Kosova, Sancak (Sırbistan), Bosna-Hersek, Karadağ)... Altmışlı yıllarda İzmir dahil Türkiye'deki birkaç şehirde... Yetmişli yılların başından itibaren Almanya'da ve Türkiye'de... Seksenli yıllarda yedi yıl Suudi Arabistan'da ve diğer ülkelerde... Doksanlı yıllarda, zaman zaman Türkiye, Balkanlar, Avrupa, Afrika, Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleri arasında adeta mekik dokumalar... Hangi ay hangi ülkede olacağım tamamen gelişmelere ve zuhurata bağlı/bağımlıydı...
Ve... III. milenyum Türkiye'si, III. bin yıl Türkiye'si...
Küçülen bir dünya ve Türkiye merkezli gelişmeler...
III. bin yıl medeniyetini kurmaya aday Türkiye...
Yeni bir dünya düzeni ve yeni bir medeniyet...
Ve bu yeniliklere öncülük eden Türkiye...
Her şeyden önce kırk yıllık ilmî çalışmalarımızdaki bilgilerime ve şahsi ömürlük veya beşeriyetin tarihî tecrübelerine; ayrıca dünyanın dört bir tarafındaki ülke insanları ile yaptığım görüşmelerdeki izlenimlerime ve bütün bunlara istinat eden sezilerime dayanarak yazıyorum: Geçmiş yıllarda Türkiye'den bir yerlere gitmek önemliyken, şimdilerde dış ülkelerden Türkiye'ye gelmek önem kazandı, çünkü TÜRKİYE "merkez ülke" konumuna geldi. III. bin yılın başlarında, insanlık tarihinin bu önemli merhalesinde TÜRKİYE yeniden kendisi için "mukadder" hâle gelen görevini yerine getirme durumu ile baş başa. Tarih yeniden tekerrür ediyor, tarih yeniden yazılıyor, tarih nihayet tabiî mecrasına doğru yeniden akıyor ve TÜRKİYE de o tarihin en merkezî yerindeki yerini alıyor.