Barış için beş adım neydi? Başbakan Erdoğan’ın koster krizini çözmesi... PKK’nın çatışmasız bölgeye çekilmesi...
TSK yeni komuta kademesinin sürece sıcak bakmaları...
BM’ye silahsızlanma başvurusu...
Ve yeni kongre...
Taraf Gazetesi’nin 15 Ağustos tarihli manşeti galiba “savaş lobisi”nin bir engeliyle karşılaşmaz ise adım adım gerçekleşiyor...
***
Gerek ateşkes kararı, gerekse silahsızlanma için Kürt Siyaset Kurumu’nun da devreye gireceği ve eşbaşkanlığına Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un getirildiği Demokratik Toplum Kongresi’nin bu amaçla 21 Ağustos tarihinde olağanüstü ateşkes gündemiyle toplanacağı biliniyordu. Aralarında PKK çizgisinde olmayan Kürt siyasetçilerin de bulunduğu kongrenin 101 üyesinin gündeminde ateşkes sürecinde Cumhurbaşkanı, Başbakan ve siyasi parti liderleriyle görüşmeler yapmak da var.
Demokratik Toplum Kongresi Daimi Meclisi’nin toplantısında alınan kararları eşbaşkan Ahmet Türk dün açıkladı ve talepleri şöyle sıraladı:
-Yeni bir demokratik anayasanın hazırlanması,
-Haksız şekilde tutuklu bulunan barış grubu üyeleri ve Kürt siyasetçilerin bırakılması,
-Yüzde 10 barajının kaldırılması.
Bunları “temel gündem” olarak vurgulayan Ahmet Türk, “Özerk Kürdistan” için de şunları söyledi:
“Özerk Kürdistan çözüm önerisi daimi meclisimiz tarafından esas alınmaktadır. Birlikte yaşama projesidir bu. Demokratik özerklik projesi ile ilgili bir çalıştay düzenlenecek ve sonuçlar kamuoyu ile paylaşılacaktır.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK), hükümet, Öcalan ve PKK başta olmak üzere çözüme katkıda bulunacak herkesle görüşmeyi amaçlamaktadır. DTK, Kürt ulusal birliğine yönelik tüm çalışmaları esas alacaktır.
Referandumun barışçıl bir ortamda geçmesi için üzerine düşen her şeyi yapmıştır. DTK, boykot tavrının ilkeli bir görüş olduğu görüşüne de inancını sürdürmektedir.”
***
DTK’nın “temel gündem” olarak sıraladığı konular, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkiye Kürtleri’nin de devleti olduğunu” göstermesi açısından yapması gerekenleri de kapsıyor... Yeni anayasa ve yüzde 10 barajının düşürülmesi bu açıdan gerekli ve zorunlu adımlar...
“Tutuklu olan Barış Grubu Üyeleri ve Kürt siyasetçileri” meselesi ise gerçek bir hukuk devletinde yargının işi... Ama mahkemenin askerler için tutuklama kararı aldığında Genelkurmay Başkanı’nın gece yarısı Başbakan’ın evinin kapısını çaldığı, onun da apar topar Adalet Bakanı’nı Ankara’ya çağırdığı bir hukuk devleti burası... Yargıya karşı orduevlerinin kullanıldığı bir hukuk devleti...
O nedenle, Türkiye, “dağdan adam mı indirecek, dağa adam mı çıkaracak” sorusuna samimiyetle bir cevap verip, konuya bir de bu boyuttan bakmalı...
***
En çok tartışılacak ve sömürülecek olan ise “Özerk Kürdistan” ve “Demokratik özerklik” kavramları olacağa benzer...
“Demokratik özerklik projesi” ile ilgili bir çalıştay düzenleneceği belirtildiğine göre, bu noktada kafalarda henüz fazla da bir berraklık yok.
***
Avrupa Konseyi’nin “yerel idarelerin güçlendirilmesi, özerkliklerinin savunulması, yerinden yönetim ve demokrasi ilkelerine dayanan bir Avrupa’nın kurulmasının temel koşuludur” ilkesinden hareketle 15 Ekim 1985 tarihinde imzaya açtığı Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı Türkiye 21 Kasım 1988’de imzaladı.
Türkiye, anlaşmanın merkezi otoritenin yetkilerini yerele devreden bazı maddelerine çekince koyarken; 1991’de çıkardığı 3723 sayılı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile anlaşmayı mevzuatına dâhil etti.
***
Kürt siyaseti gerçek bir “demokratikleşme” peşinde ise, AB zihniyet ikliminden “siyaset rantı” sağlayacak olan kimi unsurları cımbızla çekmek yerine, tüm ağırlığını patinaj yapan AB sürecinin hızlandırılmasına koysa çok daha hayırlı olur...
Bu sadece demokratikleşme konusundaki inandırıcılığı arttırmakla kalmayacak, hem de “demokratik vatandaşlık” vurgusuyla ilkel bir “ırk milliyetçiliğini” de saha dışına itecektir...
Daha önce de söyledim...
Ben, yerel yönetimlerin Avrupa standardında “özerk” olmasından yanayım ama bu “özerkliğin” yeteneğinden dolayı değil de “ırkından” dolayı işbaşına gelmesi gerektiğini düşünen insanların elinde bir “aldırmazlığa” dönüşmesine de sonuna kadar karşıyım.
***
Tabii aynı kıvamda bir soru da şu:
Otuz yıldır yürürlükte olan ve belediyeleri “vesayet” rejimi altında inleten 82 Anayasası’na fiilen karşı çıkmayıp, belediye konusunda Avrupa Konseyi kararına sahip çıkmak, “insan odaklı” bir rejim arzusunu mu ifade eder yoksa siyasetçinin “yönetme” kavgasını mı?
İnsanı dışlayan bir yönetim işe yaramaz.
“Siyasetçi” koltuk için yanıp tutuşsa da, “ulus-devletlerin” iyice epridiği bu çağda “kimin yönettiği değil, nasıl yönettiği” önemli.
Herkes samimiyetle buna inansa, Türkiye’de zırıltı, dırıltı kalır mıydı?
Ama çağın bu ilkesini duymamanın da...
Buna aldırmamanın da faturası çocuklarımıza çıkıyor.
Beni de en çok bu yakıyor...