Şimdi yeni bir yüzyılın başında bulunuyoruz Ne yapabiliriz ne yapmalıyız ona bakmamız lazım. Çanakkaleden İstiklal Harbinden ve yakın tarihimizden dersler çıkarmamız lazım. İşin bence önemli kısmı budur.
Çanakkalede geçen yazımın sonunda naklettiğim kadının oğluna son nasihatı ve oğlunun gidip şehit oluşundaki o iman şuurunu bugünkü nesillere de aktarmak lazım. Bu nasıl olacak? O anne ve oğul o yüzbaşı ve onun ebeveynleri eşi ve kardeşi eğitim ve tahsil durumlarında göze çarpan bir özellik yoktu. Onların çoğu ümmi idi. Fakat şu var ki onlar dindardılar. Böyle bir savaş ortamında bu dindarlık onları vatan din namus gibi değerleri korumak için ölümü göze alıp şehit olmaya teşvik ediyordu. Yani işin başı dindarlık. Bugün bizim de yapacağımız birinci iş nesillerin dindarlaşması için çalışmak. 28 Şubat sürecinde de dindarlaşmayı önlemek için tedbirler alınmıştı hatırlarsanız. İkinci adım bu dindarlık tahkiki olmalı.
Kıymetli okuyucular bu yazıyı yazarken önce kendimin bir kanaat önderi bir içtimaiyatçı(sosyolog) veya bir psikolog olmadığımın şuurunda ve farkındayım ve bu yazdıklarım şahsi görüşlerim olmakla birlikte sizin de fikir ve düşünce dünyanıza bir takım ufuklar açacağını umuyorum. Yoksa benim yazdıklarım ve yazacaklarımın uygulanması şart reçeteler olduğunu iddia edecek değilim.
Dindarlık yeter mi? Elbette yetmez. Çünkü toplum çoğunluk itibariyle dindar olduğu halde yöneticilerinin çoğu yakın zamana kadar dindar değildi. Basiret sahibi dindar siyasetçiler olursa bu çok büyük bir kazançtır. 28 Şubatın aktörleri toplumun dindarlaşmasının önüne geçmek için bütün güçleri ile uğraştılar bunda kısmen de başarılı oldular. Dindarları kısmen dejenere ettiler ve dünyevileştirdiler(sekülerleştirdiler). Bugünkü düne nazaran daha serbest ve özgür ortamda cemaatler olarak insanımızı manevi bakımdan seviyesini yükseltmek gerekiyor. Ayrıca öğretim çağındaki gençlerin mesleki eğitim ve öğretimde iyi yetişmesi kaliteli ve vazgeçilmez eleman olması önemlidir. Bir çok cemaat eğitim konusunda takdire şayan çalışmalar yapıyor.
İleride belli makam ve mevkilere gelecek insanların liyakat sahibi olmaları emanete işe ehil olmaları gerekir ki bu Kuranın emridir.
İkinci bir husus zamanımızı ve tarihi iyi okumak gerekiyor. Yapılan hatalardan ders almamız gerekiyor. Belli makam ve mevkilerde bulunan insanların bilhassa tarihi iyi bilmeleri gerekiyor. Yakın tarihimizde o kadar büyük hatalar yapılmıştır ki bu kadar da olmaz dersiniz . Lozanda Türkiyeyi temsil eden heyetin başı İsmet Paşa iki kulağı da sağır olduğundan müzakerelerde anında cevap verememiştir. Halbuki devlet memur alacağı zaman sağlık raporu ister. Böyle hayati bir konuda İsmet Paşanın durumunu düşünün. Sonra burnumuzun dibindeki oniki adayı İngilizler verecekken İnönü istemediği için alamadık. Hele hele askerin iki de bir siyasete müdahale etme geleneğini sürdürüp siyasi iradeyi istediği gibi yönlendirmesi ve bu yönlendirmenin bedelini görememesi yaşadığımız acı gerçeklerdir. Bir başka (ismini hatırlayamadığım) devlet adamı da Ortadoğu da İngilizlere bıraktıkları topraklar için ‘’bir işe yaramaz ot bitmez ekin yetişmez çorak topraklardan kurtulduk’’ diyor. O toprakların zengin petrol yatakları olduğundan haberi yok. İngilizlerin niçin orada bulunduğunu anlayamayacak kadar gafil. Yakın zamandan da misal verelim. Apo yakalanıp Türkiyeye teslim edildiğinde Başbakan Ecevit Aponun niye teslim edildiğini anamadığını söylemişti. Apo Ecevite seçim kazandırmış ve Başbakan oluşunun önünü açmıştı. Apo yakalandığında da Başbakandı ama o zaman azınlık hükümeti kurmuştu. Apoyu Türkiyeye teslim edenler Aponun idamını da önlemek suretiyle bugün Türkiyenin hala başını ağrıtan Kürt sorununu yeşertmişlerdir. Ecevitin bunu anlayamamasını aslında düşünemiyorum. ABD Apoyu yakalayıp teslim edip tekrar Ecevitin bu sefer daha güçlü bir şekilde Başbakan olmasını sağlamakla iç siyasete müdahale etmiş oldu. Buna benzer uzak ve yakın tarihimizde o kadar çok olay var ki bizim bu olayları iyi okuyup değerlendirmemiz lazımdır.
Geçtiğimiz 20. ve içinde bulunduğumuz 21 . yüzyılda İslam Coğrafyasının durumu iç açıcı değildir. İslam ülkelerinin liderleri al birini vur ötekine misali birbirinden gaddar ve zalim, 30 sene 40 sene milletine zulmediyor, saltanatını devam ettirmek için milli servet ve kaynaklarını batılılara peşkeş çekerek işbirliği yapmaktan çekinmiyor. Geçtiğimiz aylarda Arap sokaklarında bir domino etkisiyle başlayan isyan hareketleri bazı yazarların yorumlarına göre erken yapılmış bir sezaryen olup batılılar tarafından işaret fişeği çakılmış ve batılıların kontrolünde gelişen olaylardır. Şahsi düşüncem odur ki bu hareketler batılılar tarafından organize olsa bile bizim de bu hareketleri başarıya ulaştırmak için neler yapabiliriz ona bakmamız lazım. Bu konuda sivil toplum kuruluşlarına düşen görevler vardır, dışişleri yetkililerine düşen görevler vardır. Her hadiseyi komplocu bakışla değerlendirmeyi de doğru bulmuyorum. ABD on sene önceki ABD değildir. İsrail yenilmez önlenemez bir devlet değildir. Avrupa Birliğinin devamı belirsizdir. Türkiye ABD-İsrail ekseninde devam eden bir ülke değildir. Türkiye bölgede ve dünyada güçlü bir devlettir. Her şeyi komplo ile açıklamak Allah C.C. ın faili mutlak olduğunu unutmak olur.
Birkaç misal olayı çok yüzeyel bir değerlendirme ile de olsa bir bakış açısı ortaya koymaya çalıştım. Bu gün o kadar çok dezenformasyon (bilgi kirliliği) var ki. Merhum Esad Coşan Hocamız maskeli batıla yalana reklama propagandaya yaldızlı sözlere kanmamamız gerektiğini vurguladı hep. Bu nedenle biz bu bilgileri süzerek tahlil ederek sonuçlara ulaşmak doğruları bulmak ve strateji geliştirmek zorundayız.
İşte buna Kritik Analitik Düşünce diyoruz.Bu düşünce bu anlayış hakkında Zinde Sosyal Gelişim Derneğinin öncülüğünde oluşturulan Kritik Analitik Düşünce Platformunu internetten inceleyerek daha geniş bilgi sahibi olabilirsiniz.
İnanıyorum ki Türkiyenin bugün geldiği nokta ve dünyadaki konumu ve İslam Coğrafyasındaki Kurtuluş Hareketleri iyi yönlendirilebilirse bu asır Merhum Esad Hocamızın deyimi ile Tevhid Asrı olacaktır inşaAllah.