Stratfor'in kurucusu ve “Next 100 Years: A Forecast for the 21'st Century” adlı kitabıyla Türkiye'de çok tartışılan ABD'li jeostratejist George Friedman, belki de bugünlerde Türkiye'de en popüler kişi. Çünkü 21. yüzyılın sonlarına ilişkin senaryolarının merkezinde Türkiye var. Hem de yeni imparatorluk olarak, Yeni Osmanlı olarak, Avrasya'nın en büyük gücü olarak, Hilafet'i yeniden gündeme getirip İslam dünyasının liderliğine kurulmuş olarak, yeniden üç kıtanın hakimi olarak, Karadeniz ve Akdeniz'i kontrol eden güç olarak, başkentini Ankara'dan İstanbul'a taşımış bir küresel aktör olarak, İsrail dahil bölgedeki bütün ülkeleri dize getirmiş bir Avrasya ve Ortadoğu İmparatorluğu olarak, 2050 yıllarında ABD ile küresel liderlik savaşına girmiş bir ülke olarak….
İş Yatırım Menkul Değerler'in davetiyle İstanbul'a gelen, İş Kuleleri'ndeki konuşmasını, gitme kararı almama rağmen dinleyemediğim Friedman'ın, bu senaryolarıyla mı yoksa bugünlerde Türkiye'nin bölgesel açılımı yüzünden mi bu kadar popüler olduğu ayrı bir konu. Senaryonun ne kadar gerçeğe yakın olduğu ya da Türkiye üzerine daha gerçekçi tezlerin neden bu şekilde tartışılamadığı da başka tartışmaların konusu. Ama, kim olursa olsun, geleceğe dair öngörüleri dikkatle izleyen ve önemseyen biri olarak, söylediklerinin dinlenmesi gerektiğine inanıyorum. Öngörülerinin bir tanesinin gerçekleşme ihtimali bile bu önemi hak ediyor. Bu ülkede, on günlük zaman aralığının dışına çıkamayanların bugünleri anlama konusunda ne kadar çaresiz kaldığını hayretle izleyen biri olarak söylüyorum bunu. Özellikle küresel krizin yeryüzünde yeni bir güç dengesini zorunlu kıldığı bir dönemde, benzer tartışmaların yapılması gerekiyor.
Ne diyor Friedman? “Türkiye, hızla yükselen bir bölgesel güç olarak ya da en geniş anlamda, kökleri Anadolu'da bulunan ancak kapalı bir devre içinde politik, ekonomik ve askeri güç planları yapan muazzam stratejik güce sahip bölgesel bir hegemonun yaratılması sürecinin başlarındaki bir ülke olarak görülmelidir. Ulusal güvenliğinin temin edilmesi bakımından Birleşik Devletlere yaslanma arzusu 2003 ile birlikte sona ermiştir. Karşılıklı çıkara dayalı konularda Birleşik Devletler'le işbirliğine hazır olmakla birlikte, tabi bir güç olmak istememektedir.”
“Daha geniş bir bakış açısından bakıldığında üç şeyin gerçekleştiği söylenebilir: Birincisi, Yugoslavya'nın çöküşü Türkiye'yi geleneksel çıkarlara sahip olduğu bir bölgeye doğru çekti. İkincisi, Rusya'daki gücün çöküşü ve yeniden doğuşu Türkiye'nin kuzeye Kafkaslara bakmasına neden oldu. Nihayet, Arap dünyasında yaşanan kaos, Türkiye'yi güneye doğru çekti. Türkiye'nin davranışları üzerindeki Avrupa ve ABD kısıtlamaları, Batı stratejisinin sonuçları nedeniyle dramatik biçimde eridi. Türkiye, Birleşik Devletler ve Avrupa'nın Türkiye'nin çıkarları karşısında ya etkisiz ya da düşmanca tutum almasıyla birlikte bu bölgelere düzen getirme ihtiyacında olduğuna inanıyor.”
“2020'de Rusya ve Çin'in zayıflaması iki ülkenin sınırlarını savunmasız hale getirir. Avrasya, Türkiye'nin de dahil olduğu komşu ülkeler tarafından avlanma cennetine dönüşür. Japonya, Rusya'nın doğu kıyılarına ve Çin'in doğusuna gözünü diker. Avrupa'daki Fransız-Alman üstünlüğü yerini Polonya liderliğinde Doğu Avrupa ülkelerinin üstünlüğüne bırakır. Fransa ve Almanya'nın Polonya'nın istilacı ruhuna karşı küçük Baltık ülkelerini savunmakta çekimser davranması, NATO'yu pratik olarak bitirir.
Bugün dünyanın en büyük 17'nci ekonomisi olan Türkiye 2020'de 10'uncu sıraya yükselir. Rusya'nın çöküşüyle birlikte hem Avrasya'nın hem de Arap dünyasının en güçlü aktörü haline gelir. 2020'ye yaklaşırken ABD'ye karşı son kozlarını kullanan Rusya'nın karıştırdığı Ortadoğu ve Balkanlar savunmasız ve güçsüz durumdadır. Bu, Türkiye için büyük fırsat doğurur. Etkisini Kafkasya'nın kuzeyine, Rusya ve Ukrayna'ya kadar ilerletir, Don ve Volga ırmaklarının arasındaki vadiye oturur, Rusya'nın tarım cennetine kurulur. Kazakistan'ı din kartını kullanarak hakimiyeti altına alır, Orta Asya'ya iyice yerleşir. Artık Karadeniz bir Türk gölü haline gelmiştir.
Asıl amaç hem Karadeniz hem Akdeniz'i kontrol etmektir. Avrupa ülkelerini Boğaz'dan uzak tutmaya çalışır. Giderek büyüyen sınırlarını korumak için Balkanlar'ı da kontrol altına almak ister. Irak ve Suriye'de karmaşa vardır. Türkiye bu iki ülkeyi de kontrol altına alır. Arap Yarımadası'na kadar iner. Türkiye'nin Akdeniz rüyasını gerçekleştirecek gelişme, Mısır'daki bir iç savaş sayesinde yaşanır. Mısır'daki huzursuzluğu bastırmak için bölgeye barış gücü gönderir. Böylece oraya da yerleşir ve Süveyş Kanalı'nı kontrol altına alır. Ortadoğu'da Türkiye hakimiyetine girmeyen iki ülke kalmıştır: İran ve İsrail. İsrail direnir ama dört bir taraftan Türkiye'yle çevrilmiş durumdadır.
Ortadoğu'daki bu hakimiyetin sadece ekonomik ve askeri boyutta kalmasını yeterli görmeyen Türkiye işin içine dini de katar. Tam bir “halifelik” gibi davranır. Bu arada Osmanlı döneminin gücünü tüm dünyaya hatırlatmak istercesine başkenti de Ankara'dan İstanbul'a taşır. 2050'ye gelindiğinde dünya güçleri büyük bir gerilim içindedir. İşte bu dönemde Türk-Amerikan savaşı çıkar. ABD-Polonya ittifakı'na karşı Türk-Japon ittifakı arasında savaş çıkar. Bu, Üçüncü Dünya Savaşı'dır. Tabi korkunç bir savaş olur…
Senaryo heyecan verici! Ama bir not aktarayım da ne demek istediğim anlaşılsın. Friedman'ın sözünü ettiği Türk-Japon ittifakı geleceğin dünyasıyla sınırlı değil. Osmanlı-Japonya ilişkilerine bakılırsa böyle bir ittifak çalışması zaten yapılmış. Hem de yüz yıl önce. Asya'da Rus yayılmacılığı, Osmanlı topraklarında Avrupa istilaları üzerine iki güç arasında ciddi ittifak arayışı söz konusu olmuş. Japon Asyacılığı ile Osmanlı'nın Panislamizmi sömürgeciliği karşı kıtalararası dayanışmaya girmiş. Bu nedenle İstanbul'da, Kabil'de, Kahire'de, Mekke'de, Medine'de toplantılar yapılmış. Friedman bir iyilik yapıyor. Bize, unuttuklarımızı hatırlatıyor. Biz, yüz yıl öncesini unuttuğumuz için onu dinliyoruz bugünlerde. Biz, yüzyıl öncesini yadsıdığımız için onu getirip konuşturuyoruz. 2. Abdülhamid'in bu ittifak için çabalarını, Ertuğrul Fırkateyni'ni hatırlayalım. Yüz yıl önceki Asya Dayanışması'nı bilseydik, yüz yıl önce dünyanın şimdiki gibi arayışlara girdiğini bilseydik adresimizi çok kolay bulacaktık.
Konuyu merak edenlere Prof. Dr. Selçuk Esender'in “Japan's Global Claim to Asia and the World of Islam: Transnational Nationalism and World Power, 1900-1945” başlıklı makalesini şiddetle öneririm. Abdürreşit İbrahim'i okumalarını da. Konuya dikkatimi çeken Selçuk Türkyılmaz'a buradan teşekkür ediyorum…