Ankara’ya ilk gidişim üniversite imtihanı vesilesiyle olmuştu. Birinci basamak imtihana memleketim Çorum’da girmiş, ikinci basamak için Ankara’yı tercihlerimin başına yazmıştım. Bazı arkadaşlar yakın olduğu için Samsun’u tercih etmişler, kimileri de o vesileyle İstanbul’u görmek istemişlerdi.
Kısmetim Ankara’dan açıldı. Fakülte öğrencisi olarak ilk yıl, Emek’te Hakyol Vakfı’nın ilgilendiği bir öğrenci evinde kaldım. İki katlı öğrenci evimizde birbirinden güzel sohbetler dinledik. İdarecimiz Hacı Ahmet Özdemir hafızası kuvvetli, hitabeti güçlü ve latife seven bir Ağabeydi.
Her Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece Demetevler’de bulunan Özelif Camii’ne gider, merhum M. Es’ad Coşan Hocaefendi’nin Hadis Sohbetleri’ni takip ederdik. Hocaefendi, Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi Hazretleri’nin hazırladığı Ramuzül Ehadis kitabından okurdu. Kitap, alfabetik hazırlandığı için her sohbette birden fazla konu ele alınır, dinleyenlerin tadı damağında kalan yeni bir sohbet için bir sonraki haftayı iple çekmemiz gerekirdi.
Biz İlahiyat öğrencilerinin bir avantajı vardı. Merhum Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hocaefendi derslerimize geldiği için istifadeye devam ediyorduk. Kendileri bulunmadığı zamanlar Dr. Mehmet Akkuş ve Dr. Ali Yılmaz Beyler geliyordu derslere.
Geçtiğimiz günlerde, Deniz Feneri Derneği’ne Lübnan’dan bir yardım kuruluşunun yetkilisi ziyarete geldi. Otuz yıl önce M. Es’ad Coşan Hocamızın derste tahtaya yazdığı, benim de o günden beri tekrarladığım, “İlim bir avdır. Yazı onun bağıdır” sözünün Arapça’sını okudum. “Bu sözün kime ait olduğunu biliyor musunuz?” diye sordum. “Biliyorum o söz çok eski ve kıymetli bir sözdür. Bir şaire aittir” cevabını verdi. Sonra da sözün devamını okudu, “Onu sağlam bağlarla bağlayın.” Misafirimiz, “İlmi yazarak kaydetmeyen, unutan kişi; yakaladığı avı bağlamadığı için kaçıran ahmak avcıya benzetilmiş” diye bir de izahta bulundu. Bu izahı da, ezberindeki Arapça bir metinden aslını okuyarak yaptı.
Ona, “Hiçbir haber görmek gibi değildir” sözünün Arapça aslını okuyarak sorduğumda, “O söz bir hadis-i şerif” dedi. Bu görüşmeden birkaç gün sonra Suriyeli meşhur âlim Muhammed Ali es-Sâbûni’nin torunu Âlî es-Sabûnî ziyarete geldi. O da Şeriat Fakültesi’nde okumuş. “Bu söz hadis-i şerif değil” dedi.
Yedi Güzel Adam’ı bir araya getiren ortak paydalardan birisi olan Mavera dergisini lise yıllarımda MTTB’ye gidişlerimde görürdüm. Ama maalesef henüz okuyucusu olmamıştım. Emek’teki öğrenci evimize bir akşam Yusuf Yazar Ağabey sohbete geldi. O akşamdan sonra arkadaşlarımdan çoğu Mavera’nın abonesi ve okuyucusu oldu. Abone işleri için birkaç defa Mavera’nın yönetim merkezine de gittim. Yedi Güzel Adam’dan herhangi birisiyle öğrencilik yıllarımda tanışma fırsatı bulamadım. Yayın merkezine gidişlerimde belki de ayaküstü görmüşümdür onlardan bazısını.
Öğrenciliğim sona erdi. İslâm Mecmuası’nın Anlara Temsilcisi olarak çalışmaya başladım. Yedi Güzel Adam’dan Rasim Özdenören Ağabey’in “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” kitabını altını çize çize okumuştum. Ankara’da Yazarlar Birliği’nin merkezinde bir Kitap Fuarı düzenlenmişti. Rasim Bey bir gün Fuar’da kitaplarını imzalıyordu. Ben de sıraya girip önceden alıp okuduğum kitabı uzattım. Kitabı dikkatle inceledi, iltifatlarda bulundu.
Sonraki aylarda Rasim Bey’le İslam Mecmuası, İlim ve Sanat Dergisi ve Kadın ve Aile Dergisi için röportajlar yaptım. Onların birisini Zafer Çarşı’sında, bazılarını DPT’deki odasında, çoğunu ise evinde gerçekleştirdik. Evinde konuşurken bir çalışma masasına karşılıklı otururduk. Teyp kullanılmasını istemezdi. (Hâlâ öyle midir?) Sorumu sorar, sonra da cevabını cümle cümle cümle yazardım. Bazen konu dışına çıkıp ara bilgiler verir ya da hatıra anlatırdı. O röportajlar hayatımın en istifadeli, en hoş görüşmelerim arasında yerini aldı.
Rasim Bey’in röportaj sırasında sık sık konu dışına çıkmasını isterdim. Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Cahit Zarifoğlu’nu sorardım O’na. Her biriyle ilgili unutulmaz hatıralar dinledim. Yıllar sonra Rasim Ağabeyi İstanbul’da Seha Sohbetleri çerçevesinde misafir ettik. Sorularıma kaldığım yerden devam ettim.
Erdem Beyazıt, Akif İnan ve Alaaddin Özdenören merhumları Ankara yıllarımda bir nebze tanıma ve İslam Mecmuası’nın Ankara Bürosu’nda misafir etme fırsatı buldum. Bir keresinde Akif Bey’i, bir röportaj için görev yaptığı lisede ziyaret ettim.
Ankara’da bir gün Hüseyin Karakaya Ağabey, “Nuri Ağabey’e İslam Mecmuası götürelim” dedi. “İlk görüşmede biraz haşlar, sert konuşur. Sabırla dinle, istifade et” diye sıkı sıkıya tembihlemeyi de ihmal etmedi.
Nuri Pakdil’i, Akay Yokuşu’ndaki Demirler Pasajı içerisinde bulunan Edebiyat Dergisi’nin merkezinde ziyaret ettim. Yanımda birlikte çalıştığımız bir arkadaş da vardı. İlk görüşmede o da nasibini aldı. İkinci görüşmeye tek başıma gittim. İlk gittiğimizde namaz kılıyordu, ikincisinde de onu namaz kılarken buldum. (O iki görüşme, başka bir yazının konusu olur inşaallah.)
Nuri Ağabey’le iki görüşmemi yazdım. İslâm Mecmuası’na ziyarete gelen Alaaddin Özdenören merhuma önce anlattım, sonra okuttum. O yıllar Mavera, İstanbul’da yayına devam ediyordu. Alaaddin Ağabey, “Bu yazıyı Mavera’da yayınlayalım” diye aldı. Sonraki aylarda Mavera’da idareci değişikliği oldu. O yazı yayınlanmadı.
TRT1’de yayınlanan Yedi Güzel Adam dizisi iyi düşünülmüş, hayırlı bir adım. Yedi Güzel Adam’ın gerçek hikâyeleriyle ne kadar örtüştüğünü bilemiyorum. Ana hikâyeden uzaklaşmalar varsa bile mutlaka gerçek kesitlere de yer veriliyordur. Dizi Yedi Güzel Adam’ı anmaya, tanımaya, eserlerinin yeni okuyucularla buluşmasına vesile olacaktır. TRT yönetimini ve emeği geçenleri tebrik ediyorum.
Rasim Özdenören ağabeyin şahsında hayatta olan bütün ‘güzel adamlar’a hayırlı, sağlıklı ve uzun ömürler temenni ederim. Aramızdan ayrılan bütün ‘güzel adamlar’a da rahmet dilerim.
recep.kocakk@gmail.com