Geçenlerde bir misafirim apartmanlarında yaşanan şiddet olayından bahsetti. Komşusunun kocası hanımını sık sık şiddet uyguluyormuş. Kadın “Bu sefer kulağıma fena vurdun, gözüme niye vuruyorsun?” diyerek hem ağlıyor hem çığlık çığlığa bağırıyormuş. Komşular gürültüden değil kadının ölmesinden korkuyor ama hiçbir komşu arayıp da ihbar edecek cesareti bulamıyormuş. İlk sorum; “Peki o kadın ölürse vicdanen nasıl rahat edeceksiniz?” oldu. Misafirimin de komşularının da ihbar edene de zarar verebileceği. Bir de kadın canı yandıkça adama hakaretler yağdırıyor, iyice kızdırıyormuş. Sonraki günlerde de - hiç bir şey olmamaış gibi- el ele sokakta görünüyorlarmış. Bu durumda görenlerin bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye sordukları kesin…
Hepimizin yüreğine bıçak gibi saplanan meseleler vardır.Benim ilkine “nerde kaldı bu idam?” dediğim sonraki ikisine de “Belki düzelir” umuduyla baktığım üç olumsuz durum var. Birincisi çocuk istismarı ki; bu konuyu “Maktul” romanımda içim yanarak işledim.
İkincisi kadına şiddet ve son olarak hayvanlara yapılan eziyet…
Birinci maddem için fikrimi biliyorsunuz, ikinci ve üçüncüsüne gelince;
"Yazıklar olsun!" diyorum.
Bir insan Allah’ın kendisine verdiği bedensel gücüne güvenerek nasıl olur da karşısındaki kadına vurabilir? Sonra onun yüzüne nasıl bakıyor utanmadan? Ondan kendisine sevgiyle yaklaşmasını nasıl bekliyorsun? Hele o gurursuzlar yok mu?
Kadın boşanmak istedi diye başına bela olan, istenmediğini bile bile ısrarla hayatı hem kendine hem karşı tarafa zehir eden. Bir anlık sinirle, karısını, çocuğunu hatta karısının ailesini bile gözünü kırpmadan şiddet uygulayan, öldüren… İnsanın düşünürken bile "offf" diyeceği kadar içini karartan bir durum bu.
Altında yatan sebepleri elbet bilemeyiz; Psikolojik sorunlar, maddi problemler, aileden öğrenilen davranış bozuklukları...
Kimsenin iç dünyasındaki ilişkilerini de bilemeyiz. İlk verdiğimiz örnekteki gibi bir dengesizlik de söz konusu olabilir. Hiçbir kadın bıçak kemiğe dayanmadan evini, çocuklarını terk etmeye meyletmez.
Hiçbir kadın eşi olarak kabul ettiği adamla boşanmak için evlenmez. Şiddete maruz kalan kişi şikâyete gittiğinde kolluk kuvvetleri bir ay uzaklaştırma cezası verirken, mahkemede bu ceza artırılabiliyor. Kadına şiddet için aranacak numaraları hepimiz biliriz de bildiklerimizi kullanmazsak işe yarar mı?
Atatürk, “Toplumların gelişmişlikleri kadına karşı davranışlarıyla ölçülür,” derken tam da bunu kastetmiş olmalı.
Gelelim “ah şunu bir benim elime verseler” diyerek izlerken, yüreğimizden yaş akmasına neden olan o hayvan işkencesi görüntülerine…
Atlar, köpekler, kediler, kuşlar, maymunlar… Gözlerinden akan sessiz yaşlar bu canileri mutlu mu ediyor acaba? Çoğumuz onlara yapılanı gördükçe “Hangisi hayvan?" diye tereddütte kalmadık mı? Bunu yapan birinin zihinsel muhakkak sorunu olmalı, normal insan bir canlıya kıyabilir mi? Atalarımız göçmen kuşlara yuva yaparken bizim toplum niçin bu hale geldi? Bunlar Osmanlı tokadını hak etmiyor mu?
Halit Altun demiş ki: “Bir şeyi anlamak zekâ, anladığını uygulamak ise vicdan gerektirir. Ve ne yazık ki çoğu insanın zekâsı değil, vicdanı eksiktir.”
Sosyal medyada bakmaya cesaret edemediğim videolar var inanın. Yorumum onlara ağır gelir ama sesimiz olan bu sözlerin en masumlarından bir kaçını paylaşmak istedim sizlerle;
“Hayvan sensin işte adi herif! Masum köpeğe nasıl vurdun vicdansız?”
“Belediye hayvanlara zarar verenleri toplasın bence daha mantıklı.”
“Sana 69 TL. ceza yazıp salıveren kanunu… Akıllı hayvan hakları kanunu düzenlemeyen meclis bakanlarının… Ve sülalesinin…”
"Allahsız, kansız, imansız Firavun!”
“Pislik mahlûkat! O hayvana verdiğin acının bin katını çekesin!”
“Dilerim sana da bunu yaparlar da görürsün keyfi vurmayı o.. ç..”
Elimizden bir şey gelmiyor mu? O halde bize de yazıklar olsun!