Ayarı olmayan kantarlarda tartmayın,
Saflığımı, sevecenliğimi, beni bana verin,
Esir pazarında üç kuruşa satmayın,
Türkü söyleyen dilimi, gülen gözlerimi verin.
İmdat diyorum, bağıracak sesim kalmadı
Gülümseyen yüzümü, bağışlayan kalbimi verin,
Feryadıma kuru ağaç, çakıl taşı, sigaramın külü ağladı..
Uzanan elimi, eğilmeyen belimi, beni bana verin,
Çığlıklarım yüreğimi zelzeleye tutuyor,
Kurumuş dudağıma bir damla su verin,
Başım, boynumdaki onur ilmeğinden dik duruyor.
Kıymet biçmediniz bari aldıklarınızı verin.
Bulutlar taş kesti, okyanuslar matemde,
Coşkumu, sevincimi, neşemi verin.
Gün sayarken menzile, menzil günün içinde,
Sevdamı, kaderimi, dudağımdaki ıslığı verin.
Gözlerim nasır tuttu, akacak yaşı aldınız,
Merhametimi, vicdanımı, şakülümü verin,
Köşesine sindiğim kabuğumu kırdınız,
Uçurtmamı, çarığımı, lokmamı verin.
Meğer gönül bildiğim hancının odasıymış,
Parmak izimi, ayamı, söktüğünüz tırnaklarımı verin,
Dost sesi sandıklarım cellâdın narasıymış.
Dizlerimi, kederimi, ağaran bir telimi verin
Kuytularda değil meydanlarda darağacını kurdunuz,
Hayallerimi birer birer astınız, diyetini verin
Bağdat’tan döndü işte yanlış hesabınız,
Kuvvetimi, kudretimi, sıkılmış yumruğumu verin.
Vurmayın boynumu akacak kanım yok,
Vefamı, derdinizi dinleyen kulağımı verin,
Sessizliğe gömüldüm dayanacak dermanım yok.
Başka şekerlere konun, sömürün, beni bana verin,
Diyor Sayın Sırrı Çınar “BENİ BANA VERİN” isimli şiirinin mısralarında…
Türkiye’de önüne gelenin şairim yazarım dediği son yıllarda gerçek şair ve yazarların olması ne kadar güzel bir duygudur. Tarifi imkânsız bu duygularla, haksızlığa tahammülü olmayan, hayat mücadelesinde zirveye adım adım koşmuş, kişiliğiyle örnek bir insan şair-yazar Sayın Sırrı Çınar
Medeniyet ve kültür kokan Vangölü'nün kıyısına yaslanmış Ahlat'ta doğan şair yazarımız ilk ve lise öğretimini de Ahlat'ta tamamladı. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme bölümünü 1986’da bitirdi.. Ankara'ya geldiği gün iş hayatına başladı. Yedek Subay olarak askerliğini yapıp tekrar Ankara'da iş hayatına bıraktığı yerden devam etti. Uzun yıllar Uluslararası ticaret yaptı. Yoğun bir ticari hayatın içinde Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde İşletme Yüksek Lisansına 1989 yılında başladı. Sivil toplum örgütlerinde ve siyasi partilerde başkanlık, başkan yardımcılığı, genel sekreterlik gibi çeşitli görevlerde bulundu.
Fotoğraf, tiyatro, halk müziği, halk oyunları, şiir, edebiyat, resim, karikatür ve halk kültürü ile yakından ilgilendi. Gençlik günlerinden başlayan Kültür ve sanatla ilgili çalışmalarına, 2000 yılından itibaren ticari faaliyetlerini sonlandırarak “yazar ve şair” olarak devam etmektedir.
Birçok TV programına konuşmacı olarak katılan, radyo programı hazırlayıp sunan yazarımız ayrıca televizyon programı yapımcılığı ve program danışmanlığı yaptı.
Bir yıl kadar günlük ulusal yayınlanan bir gazetede köşe yazdı ve birçok yazısı çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı.
1993 yılında Serzeniş,
2004 yılında Gökyüzü Kırpıntıları,
2008 yılında Düşen kelimeler ve
2008 yılında Kan Salkımı adlı dört şiir kitabı,
2008 yılında Eksik Zamanlar,
2008 Yılında Ana Kokusu adlı romanları,
2008 yılında Sorgu adlı deneme kitabı ve
2011 yılında İlk Dönemeçte Son aşk adlı romanı
2013 yılında Parola Suriye-İşaret Türkiye adlı siyasi analiz kitabı yayımlandı.
Ulusalcılığın Anatomisi adlı kitaba makalesiyle katkıda bulundu.
Ihlamur,Lamure, Dilge,Bilahare gibi edebiyat dergilerinde öykü ve şiirleri yayımlandı.
Ihlamur Dergisi 15.sayısının kapak ve dosya konuğu oldu.
Haber Ajanda Dergisinde 7 yıl boyunca “düşünce ve siyasi” yazılar yazdı ve “Dünyadan yansımalar” sayfasını hazırladı.
-Sırrı üstadım, öncelikle gönülden teşekkür ediyorum. Böyle bir biyografiye imza atmak, Sırrı Çınar olmak çok emek ister. İsminizin şahsınızı geçtiği vakitlerdesiniz, Sırrı Çınar olmak zor mu?
.-Ben teşekkür ederim. Çok zarifsiniz. Yaşam ömür denen bir zaman dilimi, bir süreç… Bu zaman diliminde yapma imkânı bulunan faaliyetlerin bedeli ödenerek elde edilen sonuçlarla insan olunuyor. Aslında sorunuzun cevabı çok uzun ve ağır cevapları var ama o cevapları ben öldükten sonra biri mutlaka cevaplayacaktır. Şunu söyleyebilirim; ben tercihimi yaptım, bedelini en son noktasına kadar ödedim ve kazanıp kazanmadığımı bilmediğim bir mizana sahip oldum. Asıl mizan Allah’ın huzuruna çıktığımızda belli olacak ve eğer tarih yazacaksa hakkıma düşeni tarih belirleyecek.
-Eserlerinizle, yazılarınızla, şiirlerinizle ve de ail duruşunuz, karizmanız ile tanınıyorsunuz. Bir eserin başına geçmeden önce Sırrı Çınar nasıl bir hazırlık aşaması yapar?
-Her yazarın, şairin çalışma biçimi farklıdır. Benim çalışma biçimim ise disipline edilmiş bir çalışma biçimi değildir. Şiirse yazacağım; yakaladığım tema ve birkaç cümleyi kafamda farkında olmadan yoğurur ve oturur yazarım. En uzun şiirimi bile tek oturuşta yazmışımdır. Diğer çalışmalarımda da benzerdir. İlk önce kafamda oluştururum, üzerinde düşünürüm, tasarlarım, araştırılacak konuları araştırırım oturur yazarım. Öykü ve romanlar ise tamamen kurgu olduğu için beynimin bir yanı oluşturduğum kurgu üzerine uyurken, gezerken, yemek yerken onunla meşgul olur ve yazmaya başlayınca akıp gelir.
-Her romanın kurgusu farklıdır. Bir yazarı tanımak için sadece bir kitabını okumak yetmez düşüncesindeyim. Bana katılır mısınız?
-Yazarın anlatımını, düşünme biçimini bir kitapla tanımak bence zordur. Hele romanda çok daha zordur. Çünkü her roman yeni bir hayali dünyanın oluşturulmasıdır. Bir yazar farklı romanlarında benzer temaları işliyorsa zaten onun yazarlığında sıkıntı vardır. Bir de, tekamül vardır ki, her yazar bunu yaşar ve her yazdığından daha iyisini yazmayı düşünür. Nitekim genelde de öyle olur.
-Yayım aşamasında olan birçok kitabınız var. Bunların bazıları internet aracılığıyla okurlarıyla buluşuyor. Sizce bir eser internet ortamında mı yoksa elle tutulan, kokusu okurunu büyüleyen bir eser olduğunda mı kalıcı izler bırakır?
-Yayıma hazır altı kitabım bilgisayarımda duruyor. İşin doğrusu yayımlatmak için gerekli heyecanı taşımıyorum ve o yüzden bekletiyorum. Yayımlayalım diyen birkaç yayınevi var ama dediğim gibi o heyecanı duymadığım için yayımlamıyorum. Kitaplaşacak yazılarımı, romanlarımı ve şiirlerimi baskısı yapılan bir yerde yayımlanmadan internet ortamında yayınlamam. Bir dergide, gazetede veya yayımlanmış kitaplarımda olanları internet ortamında paylaşıyorum. Tabii ki internet hayatımızın vazgeçilmezi oldu ve internet aracılığıyla çok fazla okuyucuya ulaşmak mümkün. Bu imkânı kullanmak doğrudur ama internetin kalıcı bir tarafı olduğunu düşünmüyorum ve belki yüz yıla kalmadan dijital hayat sonlanacak. Çünkü kütüphanelerde ve arşivlerde bilgiyi saklamanın verdiği kalıcılık, rahatlık ve kullanma biçimi dijitalde mümkün değil. Teknoloji değişiyor ve nereye kadar değişecek? Bundan on yıl önce disketlerde veri saklıyorduk şimdi disketi okuyacak bilgisayar bulamazsın. Windows tabanlı yazılımlardaki değişimi de biliyorsunuz. Dijitalde bağımlısı olduğun birçok etken var. Elektrik, bağlantı fiber kablolar, serverler, hatlar, cihazlar vs. Oysa basılı eserde sadece kağıt ve mürekkep var. Basılı eserin yerini internet tutamayacaktır. Belki yaygınlaşması bir süre basılı eserlerin yerine geçecekmiş gibi duracak ama sonuçta kaybeden dijital ortam olacak.
2002 yılından itibaren yayında olan www.sirricinar.com adresinizde okurlarınız için çok güzel paylaşımlarınız var. Sizce yeterli kesime ulaşabiliyor mu? Buna insanların doğuştan yorgun olmaları mı yoksa araştırma ve öğrenmeye isteksizliği mi sebep oluyor?
-Tabii ki ziyaretçi sayısını görebiliyorum ve yıllık ortalama beş yüz bin ziyaretçi alıyorum. İnsanların tamamından araştırmacı olmasını beklemek doğru değil ama en azından herhangi bir öğretimi yapanların, gençlerin ve bir sözüm olsun diyenlerin araştırması, okuması gerekiyor. Ne yazık ki şu anda böyle bir kitleyle çok sık karşılaşmıyoruz. Bireysel çalışmalar yapanlar var ama genellikle böyledir diyemiyorum. Bu ülkede altı milyona yakın üniversitede okuyan öğrenci var ama kitap satışları, gazete satışları vs. ortada… Ben üzerime düşeni yapıp eserlerimi paylaşıyorum almak isteyen alır… Tabii ki özellikle sosyal paylaşım sitelerinde bile birkaç cümlelik yazılar ancak okunurken benim uzun yazılarımı okuyanların çoğunlukta olduğunu düşünmüyorum.
Türkiye'nin tamamını ve Dünyanın birçok ülkesini gezen bir kalemsiniz. Diğer ülkelerde ile bizdeki edebiyat anlayışı arasında nasıl benzerlik ve farklılıklar var?
-Edebiyatta maalesef bütün dünyada hâkim olan bir popüler yayın yapma meyli var. Bizde yaşananların benzerleri veya daha yoğunu gelişmiş ülkelerde yaşanıyor. Ama hala ısrarla kaliteli ürünler vermeye gayret eden yazarların olduğu da bir gerçek. Sadece bu yazarların kitapları çok satanlar arasında görünmüyor. Edebiyatın sosyal yapıyla, siyasetle, yaşanan olaylarla, ekonomik gelişmişlikle, yaşam biçiminin zorluk veya kolaylığıyla hatta soğuk iklim, sıcak iklimle bile ilgisi vardır. Dünyada hedonist anlayışa sahip olanların çokluğu kadar acı çeken, zulme uğrayan ve insanca yaşayamayan milyarlarca insan vardır. Kapitalizm her türlü piyasayı yönlendirdiği gibi edebiyatı da yönlendiriyor ve hedonistlere uygun, can acıtmayan eserleri sunuyor.
Türkiye’de artık parası olan herkes yazar şair kategorisine giriyor ve bu gerçekten çok üzücü. Öyle kitaplarla karşılaşıyoruz ki –istisnalar hariç diyelim- matbaaya yayınevine parayı veren eser sahibi olduğunu düşünüyor. Hayal dünyaları genişleyen bir çok insanın yaptığı tek şey kâğıt israfı. Türkiye’de bu bir kurul ile belirlenecek olsa yine torpil söz konusu olurdu sanırım. Neler söyleyeceksiniz?
-Kitabın yayımlanmasına uygun diyecek bir kurulun olması sansüre benzer bir durumu oluşturur ki bu sakıncalıdır ve olamaz da, yazma eylemiyle yan yana gelecek düşünce olamaz… Ancak, az önce dediğim gibi kapitalizmin bir sonucu olarak, yayınevleri işe sadece para gözüyle bakıyor ve parayı da yazandan alıyor. Bizde okuma yazma bilen herkes yazar, sesi güzel olan herkes şarkıcı, güzel veya yakışıklı olan oyuncu olabiliyor. Yazan arkadaşlar okumadan yazıyorlar. Okumuş olsalar yazdıklarının aslında kalitesiz ve yayımlanmaya uygun olmadığını bilecekler. Ben yazdım oldu diye düşünüyorlar ve onlara hayır olmamış diyecek kimse de olmayınca paragözlü yayınevlerinin tuzağına düşüyorlar. Bu durum yazın dünyasındaki kaliteyi olumsuz yönde etkiliyor ve okuyucudaki güveni sarsıyor. Çözümü olmayan bir konu ve zaten parasıyla kitap bastıranlar sadece eş-dosta dağıtıyorlar ve okuyucudan karşılık bulamıyorlar. Bu bir süre daha devam edip bitecektir diye düşünüyorum.
“Sevmek, öğrenilebilinen bir duygudur, kültürel temellidir. Öğretmenler, sanatçılar, yazarlar ne olur sevmeyi öğretin.” Diyorsunuz bir söyleminizde. Gerçekten sevgisiz yaşamı düşünemeyen bir eğitimci olarak sevgi ve saygıyı günbegün kaybeden bir toplum olarak dostlarımıza neler tavsiye edersiniz?
-Evet, sevmek öğrenilebilinen ve sosyokültürel temelli bir duygudur. Yani bir Afrikalının sevmesiyle, bir Amerikalının, bir Rus’un, bir Türk’ün sevmesi farklıdır. Bizim kültürümüzde merhamet diye bir kavram var ve dinimiz de Türk tarihimiz de merhameti çoğaltan önerilerle, olaylarla doludur. Merhametle birlikte sevgi bütün yaraları iyileştirecek mucizevi bir merhemdir. Sevginin oluşması için çocuğun yetiştiği aile ortamı en önemlisi… Anne babalar çocuğunu sevgiye doyurmalı ve nasıl sevileceğini öğretmeliler. Anne baba sevgisizse ne yapacağız? O zaman öğretmenler okulda, eğitim sistemimiz sevgiyi aşılamalı… O da olmuyorsa veya olsa bile sanatımız, sanatçılarımız, tiyatro, sinema, edebiyat ve tabii ki en etkili iletişim aracı olan TV’ler buna özen göstermeliler. Bireysel olarak da sevgiyi öğrenebilmenin yolu empatiden geçer. Empati yapmaya çalışsınlar.
28 yıl yaşadığınız Ankara'dan sonra İstanbul'da yaşamaya başladınız. İstanbul şair yazar için bir ilham kaynağı mıdır? Sırrı Çınar doğru şehirde mi?
-İnsanın yaşadığı şehirler düşüncesine etki eder. Ankara çağdaş, modern ve yaşaması kolay bir kent. Ama Ankara’nın beni etkileyebilecek bir kimliği yok. Bunun eksikliğini hep hissettim. İstanbul daha farklı ama İstanbul diye bir şehir yok ki… Yani isminin kapsadığı yeknesak bir şehir yok. Neresine bakarak İstanbul’u tarif edebilirsiniz ki? Sorunuza gelirsek, yaşam tecrübesinden mi nedir bilmiyorum ama artık nereye gidersem gideyim hiçbir yer beni şaşırtmıyor ve her yerde istediğimi bulabiliyorum. Ama şunu biliyorum ki ilişkilerin ve iletişimin en yoğun olduğu yer neresiyse benim şehrim orası olmalıdır. Sıcak ilişkileri, doğayı ve tabiatı seviyorum.
Yazarın özgür olması gerektiğini savunuyorsunuz? Edebiyatta özgürlük size göre nedir?
-Bir tek yazarın değil, herkesin özgür olmasını diliyorum ve istiyorum. İnsanlar hep başkalarının fikirlerinden ve dayatmalarından edindikleriyle düşünüyor ve yaşıyorlar. Tabii ki başkalarından fikir alınmalı ama bu ideolojikse, baskıcı ve dayatmacıysa, başka türlü düşünmeyi engelliyorsa bu özgür düşünceyi engeller ve yazar kendi kendini tekrar ederken hep birilerinin istediği şeyleri yazmaya başlar. Bir tür onaylanan düşüncelerin tekrarını yazar. Kendi dışına taşamaz. Bunu daha önce de söyledim; ülkemizde her yazar için başında solcu-sağcı-İslamcı-Kürtçü-Ülkücü-Sosyalist vs. bir sıfattan sonra ismi söylenir veya düşünülür. Her kesim kendi yazarına sahip çıkar ve her yazar da kendi kesimine uygun şeyler yazar. Oysa ben ısrarla diyorum –ki ister kabul edilsin ister edilmesin- “ ben Türk yazarıyım”. Kimseye yaslanmadım ve yaslanmayacağım. Tabii ki dünyaya bakarken temele koyduğum değerlerim var ama bu değerlerim beni sınırlandırmayacak, Ben hep kendi bildiğim doğrularımı yazacağım ve gelişerek değişeceğim. Özgürüm ve özgür olacağım. Bunun bedeli ağırdır ve bu bedeli ödedim, ödüyorum ve ödeyeceğim ama kimsenin kalemi olmayacağım. Edebiyatta özgürlük; yazarın hayal ve düşünce dünyasında öğrenilmiş kurallardan sıyrılabilmesi, korkusuzca yazabilmesi, kimseye eyvallah etmemesidir. Ama ve tabii ki adı üzerinde edepten türemiş bir sanatı yaptığını unutmadan.
Karakter, bir insanın doğuşunda kazandığı ve ruhunun iskeletini yaptığı özelliklerden biridir demiş Le Senne. Siz buna katılıyor musunuz? Bir şair yazar karakteri nasıl olmalıdır?
-Hayır, bu söz doğru değil. Genetik özelliklerin ve doğuştan gelen bazı özellikler mevcut ama ağırlıklı olarak sonradan kazanılanlarla oluşur karakter. Bu uzun bir konudur. Sorunuza gelirsem, yazarın karakteri şöyle olmalıdır diye bir şey söz konusu olamaz. Diğer bütün insanlar için talep edilen ne kadar olumlu özellik varsa hepsi yazar için de geçerli. Ama şu var; nasıl ki lokantanın mutfağında çalışan aşçının, bir demir atölyesinde çalışan ustadan çok farklı ve sınırsız bir hijyen hassasiyeti olması gerekiyorsa, yazar ve şairin de karakter özellikleri, yaşam biçimi ve düşünce biçimi hijyen olmalıdır.
Yetenek, şahsiyet, zeka, bilgi, beceri vb. konularda bir adım öne çıkamamış insanlar en kolay; siyasi, ideolojik, dini yapılarda yer bulurlar diyorsunuz ve bu hususta da size sonuna kadar katılıyorum. Durdurulamayacak ya da öğretilemeyecek büyük bir kesimden bahsettiğiniz aşikâr… Ne yapmalıyız?
-Sosyal konularda yapılacak faaliyetler sonuçlarını kısa zamanda vermez. Uzun süre alabilir. İnsan yetiştirmek diyeyim… İnsan yetiştirirsek ve bu sayıyı çoğaltabilirsek birçok sorunu çözeriz. Şu anda sosyal kaos ve kökten yıkım yaşıyoruz. Küçük ıslahatlarla kısa dönemde sonuç alamayız. Bir tür devrim yapılmalı bazı konularda. Çok uçuk şeyler yapılmalı. Mesela eğitim müfredatında farklı değişimler yapılmalı. İlköğretimde sadece okuma yazma öğretip geri kalan zamanda sanat, spor ve diğer oyunlarla geçirilmeli, böylece yetenekler ortaya çıkarılıp yönlendirilmeli. Bu konuda yazılmış birçok yazım var.
Ahmet Yenilmez’in yorumuyla ve çekilen kliple “Koca Yürekli Adam” şiiriniz birçok gönüle tercüman oldu. Şiiri müsaadenizle paylaşırken bu şiirin hikâyesini bizimle paylaşmanızı istesem haddimi aşmış olur muyum? İçimden bir ses en kısa sürede, ilhamın doruklarında gelen bir koca yürekle kaleme almış olmanız, belki de yazarken ağlamış olmanız… Yanılıyor muyum?
-Evet, o şiiri bir gece, babam yanımdaki odada hasta yatağındayken yazmıştım ve dediğiniz gibi ağlayarak yazmıştım. Zaten ağlayarak yazdığım şiirlerimin okuyucuda bıraktığı izler de farklı oluyor. Birçok şiirim öyledir. Rahmetli babamdı öznem ama ben de babaydım. Babalığı anlamış birisi olarak babama, babalara yazmıştım o şiiri… Ki o şiir yazıldığında nerdeyse Türk edebiyatında babayla ilgili şiiri birkaç taneyi geçmemişti. Babalık söz konusu olunca bütün babalar birbirine benzer. Ben babamda ve babalığımda bulduğum duyguları dile getirerek bütün babaları anlattım. Babam da ozandı ve kitabı var.
|