Sinan Ceylan... Samsun’da ikamet eden bir yazar dostumuz. Konuşkanlığı, yazım tarzı ve hayata bakış açısıyla oldukça farklı bir yazar... Söyleşimizi dobra dobra yapacak kadar da korkusuz. Hazırsanız başlayalım.
-Hoş geldiniz Sinan Hocam. Öncelikle teşekkür ediyorum vakit ayırdığınız için. İlk sorum şu; Sizce her kitabı olan yazar mıdır? Ya da iyi yazar demek için hangi özellikleri olmalı?
-Hoş buldum ve bu güzel sohbet için şimdiden teşekkür ederim. Öncelikle Yazar nedir veya ne demektir? Bu kelimenin içerisini doldurmak gerektiğine inanıyorum. Ne Yazarlık bir meslek, ne de Yazar bir mesleği icra eden kişidir. Unvandır ve bu unvana ulaşan kişiye de Yazar denir. Bu unvan nasıl edinilir? Tek bir kitap yazarsınız ve okur kitlesi edinirsiniz. O kitle size bu unvanı verir. Ya da, onlarca dosyayı kaleme alır ve kitap halinde yayınlanmasını sağlarsınız. Sadece etkinliklerde ve her kitabı farklı birisine satıyorsanız, oturup düşünmeniz gerekir. Çünkü okur sizin bir dosyanızı beğenmişse diğerini de talep edecek ve size bu unvanı verecektir. Kitap satıcısı olmadığınızı sizlere okurlar izah ederler. Diyelim ki bir dosyayı ele aldınız. Önce kurgusal aşamada okurun taleplerini karşıladınız. Araştırmalar eşliğinde kurgunuzu; mantıkla, bilimle veya düşünsel tasarımlarla çelişmeyecek bir boyuta taşıdınız. Empati kullanarak okuru dosyaya dâhil ettiniz. En önemli nokta olan üslubunuzu da dosyaya yansıtarak akıcılığı sağladınız. İşte bu şartları oluşturduğunuzda dosyanız kitap, siz de Yazar ünvanına ulaşırsınız. Devamında gelecek olan kitaba aynı özellikleri yükleyemezseniz, yani Yazar unvanını aldım diye dosyaya gereken önemi vermezseniz; size Yazar unvanını veren okur, en acımasız hareketle sizden geri alır. Her yeni kitapta kendinizi değil, bir önceki kitabınızı geçmeniz gerekecektir. Bunu yaptığınızda da, okurlar size iyi yazar unvanını verir.
-Türkiye’de binlerce yayınevi var. Yazarlar da yayınevleri de kendi açısından hep daha iyi imkânlar istiyor. Olaya yazar gözüyle baktığınızda yayınevi bir yazara hangi imkânları sağlamalıdır?
-Kitabı yayınlanmış olan her kişinin beklentileri farklıdır. Beklenti ile olması gerekenleri ayıramamak; duyguların, mantık üzerine baskı uyguladığı gerçeğini görememekten kaynaklanır. Varsayalım ki okurlar size Yazar unvanını verdi. İşte o andan sonrası için beklentileri ele almalıyız. Siz, çıtayı daha yukarı taşımanız bilincine sahip olduğunuz için, imkânların da bu doğrultuda cereyan etmesini istersiniz. Yani, bir sonra ele alacağınız dosya için düşünsel rahatlık talep edersiniz. Yayınevi bunu görmeye mecburdur ve görür de. Gerek kitabınızın dağıtımında, gerek imza günleri ve etkinlikler düzenlenmesinde, gerekse fuar organizasyonlarında gerçekleşecek hareket rahatlığını sağlamalıdır. Yazar; telif hakları, maddi kazanımlar ve manevi kazanım hususlarında beynini meşgul etmemelidir. Zaten bu şartlar yerine getirildiğinde yazar ve yayınevi arasındaki iletişim ve dayanışma mükemmel denilecek yere taşınır. Olması gereken de budur.
-Yazarlarımızın “en iyi yazar benim” düşüncesinde olanları hayli fazla. Siz kendiniz için ne düşünüyorsunuz?
-İnsanın moral ve motivasyonunu en üst seviyeye taşıması açısından önemli bir deyimdir. Dosya henüz kitap aşamasına getirilmeden önce bu deyim ile barışık olmak; Kurgulama, planlama, araştırma ve sonuca yönelme aşamalarında yazara büyük destek vereceği kesindir. İmkânlar sınırsızken bile, okurun talep etmediği yazınsal bir doküman (Kitap) oluşturmuşsanız, kendi tezinizi yine kendiniz yok etmek zorunda kalırsınız. Kendi adıma söylemem gerekirse eğer, en iyi yazar olabilmem için sadece bu ülkede değil, tüm dünyada kitap okuyan her okura ulaşmam gerekir diye düşünüyorum. Düşüncelerini kaleme alırken, karşıt fikri sonuna kadar savunmalıdır. Muhalif olmalıdır kısacası. Ama bir ideolojiye, inanca veya daha da genişletelim; müziğe, spor takımına değil, sadece yanlışa muhalif olmalıdır. Üstelik bu yanlışı daha önce kendisi de yapmış olsa bile, duruşundan ve düşüncesinden asla taviz vermemeli ve kendisini de yargılayıp, cezaya çarptırmalıdır. İşte o zaman en iyiler denilenlerin arasında kendisine yer edinebilir.
-Sizce yayınevinin adının duyulmuş olması mı yoksa okura eseri her türlü ulaştırma imkânına sahip olması mı önemli?
-Her ikisi de önemlidir. Çok fazla okumayan toplumlarda herhangi bir sebeple okuma isteğine yönelen insanlar, öncelikle ismi duyulmuş yayınevlerinin yazarlarına ve kitaplarına yönelirler. Zaten ismi duyulmuş olan yayınevi kavramı, hala aynı ciddiyetle işini yaptığı için duyulacaktır. O yayınevleri kitapları da okurlara her türlü ulaştırıyor demektir. Diğer seçeneği ise, daha çok yayın hayatına yeni girmiş yayınevleri açısından ele alabiliriz. Zaten kitabı her türlü okura ulaştıramazlarsa yok olurlar.
-Çocukluğunuzda yazdığınız şiirlerin birinciliklerini ve önemli başarılar elde ettiğinizi söylemiştiniz. Acaba şiir sizin için ne ifade ediyor, şiir yazanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
-İlkokul yıllarında başladım şiir okumaya. Severek okuduğum tek edebiyat dalıydı desem de yanlış olmaz. İlkokul üçüncü sınıf dönemlerinde yazmaya da başlamıştım. Beşinci sınıf seviyesindeyken okul kapsamında katıldığım ilk yarışmada aldığım birincilik ödülü, beni daha fazla cesaretlendirmişti. Orta öğretim, Lise dönemlerinde katıldığım tüm yarışmalarda elde ettiğim birincilikler, şiiri daha farklı düşünmeye kadar yönlendirmişti. Çünkü koca bir hayatı, yüzlerce sayfalık romanlarda anlatılanları, birkaç sezon gösterimde kalan dizilerdeki bütünü iki satırla, birkaç beyitle veya kıta ile izah etme sanatıydı. Yürek emekçiliği yani… Şiir, en kabul edilemez duyguları mantığa kabullendirme sanatı. Şiir yazmak için asla ben olmamak gerekir. Sen olup, sözcükleri kendine hitap ettirebiliyorsan; yazılan şiir, yazan şair olur.
-Kesinlikle okunmalı dediğiniz, yazanı daha ileriye götürecek örnek aldığınız tavsiye edeceğiniz yazar ya da kitap isimlerinden bir kaç örnek verebilir misiniz?
-Önce ‘’Küçük Kara Balık.’’ Genel olarak çocuklar için tavsiye edilen bu kitapta, idealizmi en saf ve gerçek halinde görebiliyorsunuz. Düşünebilme yetisinin her canlıda var olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorsunuz. Hani bir kanı vardır: Düşünebilen tek canlı insan diye. Bu tezin kesinlikle doğru olmadığını anlamanız için mantıkla gözlemleyebiliyorsanız, her canlının düşünebildiğini kabullenmenizi sağlayacak kocaman bir örnek diyebilirim, bu kitap için. Temeli Küçük Kara Balık ile atalım. Devamında Rus edebiyatını öneriyorum. Hala kullanılan ve sayısı dört olan üslubu, edebiyat dünyasına kabul ettirmiş bir akım. Özellikle Dostoyevski, Gorki ve Tolstoy; mutlaka okunması gereken yazarlar. Türk yazarlardan Yaşar Kemal ve Zülfü Livaneli kalemleri, bu sektörde başarı sağlamak isteyecek kişiler için yeterli kaynaklar olacaktır bana göre. Edebiyatın üvey evladı olan bilim kurgu, beş aşamalı düşünce teorisinde kendisine en saygın yeri edinmiş olan Dan Brown ile günden güne sanatsal anlamda da hak ettiği yeri alıyor. Ona da mutlaka kitaplıklarımızda ve düşüncelerimizde yer vermemiz gerektiğine inanıyorum. Şiir…
Yüreğimin kor tanesi... Üç isim vereceğim. Nazım Hikmet Ran, Atilla İlhan, Cemal Süreyya…
-“Yazara zahmet vermeyen yazı okura zevk vermez” demiş bir düşünür. Ben bu sözü çok beğenirim, bir kitabın hazır olma aşaması kitabı yazdıktan sonra başlıyor olsa da bu hususta sizin düşünceleriniz nedir?
-Her yazarın bir tarzı vardır. Tüm kurguyu kaleme almadan önce tasarlamak, heyecanı yok eder. Bu soruya kişisel görüşlerimi cevap olarak yansıtmam daha doğru olacaktır. Kitabı kaleme almadan önce, kurgunun tamamını asla düşünmemeye özen gösteririm. Çünkü dosyayı aşırı monotonlaştırır. Kaba bir taslaktır benim ilk kurgum. Her satır, yeni bir yol ayrımına yönelmeli ve bu kurgu devam ederken yaşanmalıdır. Yapılması gereken araştırmalar, yol ayrımları ortaya çıktığında gerçekleşmelidir. Belki yazım sürecini biraz uzatır ama soruların güzelliğini daha cömert cevaplar eşliğinde kitaba yansıtır. Gerçekten aşırı derecede zahmetli bir yoldur. Okur için ise, aşırı derecede çekici son…
- İnsanları sevdiğinizi, sohbeti seven biri olduğunuzu biliyorum. Söyleşilerinizde konularınız daha çok ne üzerinedir?
-İnsanları seviyorum; çünkü insanım. Kendisini sevmeyen birisinin, başkalarıyla barışık olması ve onları sevmesi düşünülemez. Bu sebeple, beynimde yankılanan her soruyu insanlarla paylaşırım. Aslında Cevaptır paylaştığım ama soru kalıbına sokmaya özen gösteririm. Bu şekilde, mantığın sağlamasını karşımdaki insanların sorularıyla kontrol etme amacı güderim. Bir nevi alış veriş de denilebilir. Söyleşilerime gelince… Düşünülmüş bir konu belirlemem genelde. Katılımcılar ile göz teması kurmaya çalışır ve beklentilerini anlamaya gayret ederim. Ama ters köşe yaparım genelde. İnsanlara; bildiğini, duyduğunu veya tereddütte kaldığını değil, aklına bile getirmediğini; üstelik kendi düşünceleri eşliğinde kabullendirmeye gayret ederim. Çok kültürlü olduğumu izah etmeye çalışmaktan ziyade, her insanın sahip olduğu kültürel bir birikimin varlığını ortaya çıkarmaktır buradaki amacım. Her zaman da başarılı oldum diyebilirim.
- Boş zamanlarınızda maket çalışmalarınız olduğundan bahsedelim mi? Ne gibi maket ve uğraşlar hobiniz?
-Pek fazla boş zamanım olmuyor son zamanlarda. Ama maket yapmayı severim. İnsanlar genel olarak model maket yapmaya yönelir. Ben tam aksine model maket değil, kendi tasarımsal farklılıklarımı da yaptığım maketler üzerinde uygularım. Kendi modelimi yaratırım demek daha doğru olur. Tür olarak; Yelkenli gemiler, eski ulaşım ve taşıma araçları, hayatın içerisinde kullanılmış ama zamanla kullanımına son verilen genel ihtiyaç araçları, farklı evler ve donanımlı yapılar, hiç var olmamış ama kullanılabilir makinaların maketleri denilebilir. Çok değişken bir maket düşünce yapım var.
- TCDD emeklisisiniz. Emekli olduktan sonra Sinan Ceylan’ın bir günü nasıl geçiyor? Okurlarımızla paylaşır mısınız?
- Bu soru galiba cevaplamam gereken en zor olanı. Çünkü uykum düzensizdir. Prensip edindiğim rutin bir planlamam asla olmaz. Hayatı gelişigüzel yaşamayı severim. 52 yaşındayım ve bir 52 yıl daha yaşamayacağıma inandığım için, insanlarla sürekli diyalog halinde olarak bildiğimi anlatmaya, bilmediklerimi ise öğrenmeye gayret ederim. Saatlerini belirlemesem bile, her gün belirli bir süre kitap okurum. Bilgisayar başına geçtiğimde, yeni dosyama birkaç sayfa daha eklemem gerekli gibi, düşünceme dikta eden tavırdan uzak kalırım. Bir anda kalkar ve ağımı veya oltalarımı alarak balığa çıkarım. Ya da ormanlık alana gider, tabiatla baş başa kalırım. Gözüme ilişen her bitkiyi, böceği, ağacı veya ne bileyim yaprağı incelerim. Hayattan zevk almaya çalışırım çünkü bir daha bu dünyaya gelmeyeceğim gerçeğini iyi bilirim. Belki basit gibi görünür ama hayatın her anını dolu dolu yaşarım.
- Yayınlanmış son eseriniz Atatürk’le yeniden başlamak Efsus yayınlarından, saklambaç oynayalım mı ve ikinci bir şans yoktur Asır Kitap Yayınları’ndan çıktı. Öncelikle hayırlı olsun. Kitaba okurlardan gelen tepkiler nasıl? İzmir Fuarında ben çok ilgi çektiğini söylemeyeceğim siz anlatın.
-Teşekkür ederim Fatma Hanım. Kitaplarıma okurlardan gelen yorumlar ve tepkiler çok güzel olduğu için yazmaya ve üretmeye devam ediyorum. Hani, her yazarın bir tarzı ve üslubu olmalıdır denir. Bu söze kesinlikle katılıyorum. Kitaplarımın tamamında, bir kişi veya insanı anlatmaktan ziyade, düşüncelerin ortak yönlerinin çokluğunu ele almaya çalışıyorum. Gerçekler vardır. Değil dünya, tüm kâinatı dolaşma imkânı yakalansa da, asla değişmeyecek olan gerçekler… Örneğin Atatürk düşüncelerinin gerçekliği gibi… Yüz yıl değil bin yıl geçse de; dünyayı yeniden dizayn etmek için yeterli olduğunu kaleme aldığım Atatürk düşüncelerini izah eden kitabım çok güzel tepkiler aldı ve almaya da devam ediyor. Ben yazarım ve düşüncelerimin sözcüsüyüm. En çok sevindiğim nokta, şu ana kadar halâ düşüncelerime muhalif bir söylem üretilmemiş olması. Bu da benim doğru yolda ilerlediğimin en güzel ispatı olsa gerek.
- Eserlerinize isim düşünürken nasıl bir yol izliyorsunuz?
-Bu soru çok güzel. Çünkü kaleme aldığım her kitabımın, düşündüğüm ilk ismini hiç kullanmadım. Aslında bu durum hoşuma gitmiyor da değil. Bir isim ile başlıyorum, konu değişkenliklere doğru yöneldikçe, içerik daha farklı boyuta yöneliyor. Ana tema aynı ama yeni bilinmezler dosyaya farklı bir isim veya isimler yüklüyor. Sonuçta bir tanesine karar veriyorum.
- Çok yakında bir tiyatroda sahne alacağınız söylentileri var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
-Tiyatro çok farklı ve bir o kadar da güzel bir sahne sanatı. Ülkemde çok iyi sahneler ve büyük ustalar var. Son dönemlerde amatör sahneler daha çok ilgimi çekmeye başladı. Sizi sahnede izledikten sonra bir tiyatro eserinde oynamayı çok istemem, yaptığınız sanata olan saygımı ve beğenimi dışa aktarışım olmalı. Siz çok iyi bir senarist ve tiyatro oyuncususunuz. Yazdığınız ve yönettiğiniz Kör Kütük Aşk adlı sahne eseri ise profesyoneldi. Belki de sizin gibi bir üstada olan hayranlığım ile bu kararı almış olabilirim. Bilmiyorum, başarabilir miyim?
-Bir şiirinizi ve romanınızdan bir paragrafı okurlarınızla paylaşmanızı istersek bizi kırmazsınız diye düşünüyorum.
-Tabi ki, seve seve…
Ağla Bebeğim
Bu dünya hep böyle dönmeyecek,
Hep sen çiğnenmeyeceksin;
Birilerinin ayakları altında.
Ve her zaman güneş kapkara doğmayacak,
Gözlerinden akan yaş,
Her zaman kanlı olmayacak.
Hep sen yanmayacaksın,
Kara yürekler üzerine çıra gibi.
Bir gün sende güleceksin bebeğim,
Zarı zarı ağlayarak...
Şimdi;
Gözyaşların seller gibi coşarcasına ağla,
Yakında boğulacak seni ağlatanlar,
Akıttığın gözyaşlarınla.
Ağla bebeğim...
Atatürkle Yeniden Başlamak adlı kitabımdan kısa bir paragraf
Aslında sadece sevgi, mantık ve hoşgörü adına milattı. Bir şeyin devamını planlayabilmek için, ilk adımın atılması gerçeğini herkes kabullenmişti. Dünlerde kalanlar asla geri getirilemeyeceklerle dolu olduğu için, takıntı yapmak da mantığa uygun değildi. Ders çıkarılabilip doğrulara yönelmekse zaten çok zor değildi. Karmaşık görünen ise hayatın kendisi değil, insanların bencilce olan düşüncelerinin seçenekmiş gibi sunulmasının gayretiydi. İzanagi almış olduğu soy isimle sadece isim bazında değil, düşünce bazında da özdeşleşmişti
- Sizce bir eserin çok satması mı çok okunması mı önemli? Bazen içi boş kitapların çok satıldığına şahit oluyor ve okurun daha doğrusu genç okurun faydalanamayacağı kitabı seçmesine üzülüyoruz. Siz ne dersiniz?
- Kesinlikle çok okunması önemli. Anlık popülarite, satış rakamlarını yükseltebiliyor. İyi bir reklam da, satışta olması gerekenden fazla etkili olabiliyor. Okurun bir beklentisi vardır. Ücretini ödeyerek aldığı kitap düşünsel beklentiye cevap vermek zorundadır. Reklamlar veya günübirlik yaşanılmışlar kullanılarak ve sadece satış amaçlı piyasaya sürülen kitaplar rağbet görür mutlaka. Okur kitabı eline aldığında okuyup bitirmeye çalışır ama içeriği boş olan dosyaya çok fazla tahammül edemez, atar bir kenara. Sonuçta eleştiriler çığ gibi büyü de, satış gerçekleştiği için pek bir şey fark etmez.
- Samsun’da yaşıyorsunuz fakat aslen Amasyalısınız. Doğru şehirde olduğunuzu düşünüyor musunuz?
-İnsanlar genelde; ulaşamadığının hayranı, elinde bulundurduğunun nankörüdür. İşim gereği Samsun’da ikamet ettim. Güney bölgesi hariç ülkenin tamamını gezdim ve gördüm. Doğru şehir kavramı biraz göreceli bana göre. Lakin edebiyat alanında yol almak hedeflemişse, İstanbul haricinde kalan her şehir yazarı kısıtlar. Ama ben doğru şehirde bulunduğumu düşünüyorum. Çünkü imkânları ve imkânsızlıkları kabullenecek kadar gerçekçi olmak zorundayım.
- Küçükken sizi olumlu ya da olumsuz etkileyen bir olayı bizimle paylaşır mısınız?
-İkiyüzlü tavırlar ve düşünceler hayatımın her anında karşılaştığım gerçeklerdi. Özellikle 12 Eylül 1980 ihtilali döneminde yaşananlar çocuk yüreğimi çok burkmuştu. Yazınsal basının manşetleri inanılmaz seviyede ikiyüzlülüğü ön plana çıkarmıştı. İhtilal öncesinin kahramanları, darbe sonrasında hain ilan edilmişti. Haninler ise kahraman… Ve kendimce bir karar aldım. Şartlar ne getirirse getirsin, düşüncemden taviz vermeyecek ve doğrularımı asla çıkar ilişkileri masasında meze yapmayacaktım. Başardığımı düşünüyorum. Çünkü başka birilerinin önüme servis ettiği eksikler ve fazlalar üzerine; kişiye, kuruma veya kuruluşlara karşı sevgi veya nefret beslenmemesi gerektiğini yüreğime kabullendirdim. Sonucu nereye varırsa varsın birilerinin kalemi veya dili olmamam, buna en güzel örnektir.
- Kültür sanat faaliyetlerine katılmak yazara ne gibi katkılar sağlar?
-Hem kültürün artmasına yol açar hem de kendi düşüncelerinizin başkalarına ulaşmasına. Ayrıca eksiklerin görülebilmesi adına, sağlama işlemini de gerçekleştirir. Diğer bir katkısı ise, kendinizi izah etme fırsatını yakalamış olmanızdır.
-Okumanın önemine hep değiniriz. İyi bir okur olduğunuzu biliyorum. Yazarlar arasında bu gerçekten çok az. Sadece yazarım, okumam diyen kesim dahi var. Bunun nedeni ne olabilir?
-Okur olmak, yazar olma yolunda ilk adımdır. Sadece düşünen insan, kendi bildiğini tüm kâinatın tek gerçeği sanır. Düşünce önemlidir ama hangi yanlış veya doğruya yönelik bir düşünsel etki-tepki ortaya konulacaktır? Bu kıstas da ayrımı çok özen göstererek yapmak yazar için zorunluluktur. Anlamak için dinlemek, öğrenmek için okumak ve yazmak için birikim gerekir. Anlamayan ve birikimi olmayan insanın ufku, kuyunun dibindeki kurbağanın gökyüzü ufku kadardır. Ortaya koyduğu eser de, kurbağanın ufkundan çok daha fazla kapsamlı değildir. Bu nedenle her gün okumaya özen gösteririm. Yazar olmak için kitap yazmak değil, düşünceyi tasarlayacak alt yapıyı oluşturmak gerekir. Dinleyerek, okuyarak, gezerek ve araştırarak…
- Bir insana dostum demek için hayli vakit gerekir. Tanımaktan öte bazı özellikleri barındırması lazım. Sadece dost olarak değil de insan olarak nasıl kişiliklere saygı duyarsınız?
-Dostluk kelimesi, içeriği çok fazla doldurulması gereken bir kavram bütünü… Zaman gerektirebilir, yaşanmışlıklar istenilebilir… Dostluk kavramı üzerinde kısmen de olsa bir yoruma yönelmek, sohbetin çehresini değiştireceği için diğer soruya yönelmek daha doğru olur bana göre. İnsanlara saygı duyarım ve bunu da her anında yansıtmaya çalışırım. Kişilik farklılığını gözlemlemek için mutlaka tanımak gereklidir. Saygı göstermeden yaklaşılacak her birey, karşınızda duvar misali engellerle dolu olacaktır. İnsan olmanın yapısında var bu savunma mekanizması. Tanıdıktan veya tanıdığınıza inandıktan sonra kendi düşünceleriniz de şekillenmeye başlar. Ben samimiyet, açık sözlülük ve dürüstlük ararım. Bu üç özellik, en önemli vasıflardır ve temel taşlarıdır. Ötesinde istenilen kültür, vicdani yük, sevgi sunumu ve saygı aktarımı; ikili bağ arasında şekillenebilir donanımlardır. Zaman içerisinde de, istenilen zemine ve sağlam temelle yerleşir.
- Yalan, mutluluk, gelecek, pişmanlık, hayat kelimeleri size ne ifade ediyor. Birer cümle ile açıklar mısınız?
- Yalan: İnsanın kendisini kandırma sanatıdır.
Mutluluk: Çok geniş kapsamlı bir sözcük… Aldığın nefesi kâr, verdiğini zarar olarak kabullenmiyorsan; yüreğine ve düşüncene adapte edebilmiş olduğun duygudur.
Gelecek: Kurgularım…
Pişmanlık: Asla taşımadığım. Yanlışlarım bile olması gerekenlerdi. Onlar sayesinde, doğruları buldum çünkü.
Hayat: Hayatın kendisi benim. Varlığımla var olan ve yokluğumla öksüz kalan döngü. Çünkü bireysel düşünmek zorundayım. Yoksa ben bile ben olamam…
- Sinan Ceylan yirmi yıl sonra edebiyatın neresinde olmak istiyor? Plan ve projeleri nedir?
-Hayatı gelişi güzel yaşamayı seviyorum. Yirmi yıl sonra yaşıyor olma ihtimalimi çok fazla düşünmüyorum açıkçası. Bilinen insanlık tarihinde yaşadığı kabul edilen tahmini yirmi milyar insan geldi ve göçtü. Bizler halâ diğer sekizine ulaşamadığımız dokuz gezegene sahip bir güneş sisteminde bulunan Dünya’da yaşıyoruz, sekiz milyar civarında bulunan insanlarla beraber. Güneş sistemimiz bir yıldız. İçerisinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisinde, bilimsel tahmini verilere göre beş yüz milyar adet yıldız, yani güneş sistemi var. Yine tahmini bilimsel verilere göre; kâinatta Samanyolu galaksisi gibi irili ufaklı dört yüz milyar adet galaksi var. Bir anket düzenlesek, klasikleşen rakam ile yüz kişiye düşünceleri ile bildiğiniz kaç insan var diye sorsak. Emin olunuz, tüm dünya üzerinde yapılan anketlerde bu rakam bir elin parmaklarının sayısını geçmeyecektir. Yaşadığı kabul edilen yirmi milyar insandan sadece beş tanesi… Kâinatta başka canlıların bulunduğuna inanıyorum. Onlar da, insan olarak düşünmese bile bizlerin var olduğuna inanıyor. Yirmi yıl gibi kısa bir süre sonrası için düşüncelerimi yoğunlaştırmaya önem vermiyorum yani. Benim için önemli olan, hala kurgusal aşamada bulunan dosyalarımla insanların düşüncelerinde yer edinmek. Yarınlara miras olarak kalır mı, bunu da zaman gösterir. FHİLLOS adlı dosyam ile insanların bakış açısındaki değişimlerin ortaya çıkacağını düşünüyorum. Uzun dönem veya kısa dönem için tek düşüncem bu şimdilik.
- Söyleşimiz için zaman ayırdığınız, samimi ve içtenliğiniz için çok teşekkür ediyor, saygılarımızı sunuyoruz. Yazım hayatınızda başarılarınızın daim olması dileğimizle Sinan Yazarım.
- Bana bu fırsatı vererek, kendimi izah etme imkânı sağladığınız için ben teşekkür ederim. Selamlar ve saygılarımla…