YAŞATMA ZEVKİYLE YAŞAMAKTAN VAZGEÇME

Ulvi SEVECEN

 

Sadece kendini düşünen, ya hiç insan değildir veya eksik bir varlıktır.Gerçek insanlığa giden yol, başkalarını düşünürken gerektiğinde kendini ihmal etmekten geçer.

***

Ramazan, diğer aylardan farklı, kendine ait hususiyetleri olan kutlu bir ay. Bu ay boyunca kulluk adına kazanç hanemize işleyeceğimiz ekstra alışkanlıklarla kendimize bir defa daha söz vererek, yıl içersinde yeni bir irade hamlesiyle hayatımızı daha anlamlı hale getirme gayretinde oluruz.Ekstra alışkanlıklara gelince onlar, ruhi ve kalbi hayatımızda bizlere manevi hazlar ve lezzetler tattıran sevgi, merhamet ve hoşgörü duygusudur.Bu duygularla donanımlı fertler bir araya gelince toplumlarda sosyo-ekonomik hayatı destekleyen dayanışma ve yardımlaşma en zirve noktasında yaşanır.

Ramazan'ın diğer aylara nisbeten farklı bir üstünlüğünden bahsederiz hep.Tabii ki fazilet  ve içinde barındırdığı değerler bakımından bu ayrıcalığı hak etmektedir. Nasıl ki bu mukaddes ayın üstünlüğü her anlamda inananlar tarafından fark ediliyorsa, Ramazan'da her bir gün ve gecenin kıymetinin farkında olup, avf, mağfiret ve sonunda kazanılacak büyük mükafat beklentisini tüm hücrelerinde hissederek yaşayan inananların, diğerlerinden farklılığı da ortaya çıkmaktadır.Bu manada en belirgin farklılıklardan biri de 'fedakarlık'tır. Dolayısıyla Ramazan'ı fedakarlığın ruhlarımızda yer edindiği zaman dilimidir şeklinde de tanımlayabiliriz.

Rabbimiz Allah (c.c), “ Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vadetmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.Nisa / 95. “ ilahi beyanıyla bu farkllığı bizlere en açık şekliyle dile getirmektedir.Tüm inananların gidecekleri “ortak mekanı” cennet olarak müjdelerken, ekstra performans göstererek, hatta “Gözümde ne cenet sevdası ne de cehennem korkusu var. Mü'minlerin imanını selamette görürsem, gönlüm gül gülistan olur” dercesine beklentisiz bir ruhla malları ve canlarıyla fedakarane hizmet ve gayrette bulunanlara da kendi nazarında ayrı bir kıymet vermektedir. O'nun hoşnutluğunu kazanmak, tüm beklentilerin üstünde bir değer olsa gerek.

Yaşatma zevkiyle yaşamaktan vazgeçme” anlamına da gelen fedakarlık, inanmış insanların en mümeyyiz özelliklerinden biridir. Fedakârlık herşeyden evvel, dünyevi ve nefsi arzulara karşı koymakla başlar ve toplumdaki 'diğerlerin' mutluluğu adına, kendi saadet ve hazlarını unutmakla kemale erer. Bu duygu ile gönlü dop dolu olan fertler, geçmiş zaman dilimlerinde olduğu gibi günümüzde de üst üste yaşanılan delaletler, helaketler ve felaketler karşısında bu vazifeyi yüklenmekten geri durmamalıdırlar.Hem şu zaman diliminde günümüz insanının, hak ve hakikate, Kur'an'ın hayat üfüren soluklarına daha çok ihtiyaç olduğu düşünülürse, her devir de istenilen fedakarlıklar bu gün de bizlerden istenmektedir.

Fedakarlık adına geçmişte kulaktan kulağa anlatıla gelen ve  ilk defa yıllarını insanlığa hizmete adamış bir büyüğümüzün ağzından dinleme fırsatı bulduğum örnek “Lahmacuncu Tevfik Amca “nin hikayesi olmuştu.

Kendileri şöyle anlatıyor:

Elinde lahmacun arabası lahmacun satan birisi vardı. İki sene evvel bana gelip: “Hocam siz talebelere yer arıyor, onları barındırmak için taalluk gösteriyorsunuz. Ben şu arabacığımla lahmacun sata sata iki kulübecik (kendisi ve ailesine yetecek kadar büyüklükte bir ev) yaptım. Bu iki kulübecikten bir tanesi bana yeter. Kabul buyurursanız ikincisini talebeler kalsın diye vermek istiyorum. Birisi bana yeter.” demişti.

Ben Rabbimin rızası istikametinde samimi olarak getirilen bu teklife hayır demedim. “Olur” dedim. Çünkü, benim olur dememle Rabbim belki afv edilmeye liyakati olmayan beni de afv eder diye düşündüm. Fakat bununla doymadı. Hayra aç olan bu insan bununla doymadı. Allah’a gönül vermiş bu insan bununla doymadı. Aradan altı ay yedi ay geçti. Bu defa “Hocam evimin kapısının önünde bir bahçe var ya ben bu bahçeyi yurt yapıp yüz talebeyi barındırmak istiyorum.” dedi.

Ben evvela şaşkın şaşkın sokaklarda küçük el arabasıyla lahmacun satan bu adamın yüzüne baktım. Bu işi nasıl yapacaksın. Burada hizmeti tekeffül eden arkadaşlar beş altı inşaat yürütüyorlar. Bin talebeye üniversite hazırlık kursu açıp sahip çıkalım. Bin talebeyi üniversiteye imtihana geldiğinde barındıralım, yurt yapalım diye taalluk gösteren bu cemaat zaten dopdolu nasıl yapacağız bunu diye sorduğumda ise, “Hocam Allah’ın lütfuyla bu arabayla bu işi yaparım. Bu arabayla ben bu işi yaparım” demişti.

Aradan sekiz ay dokuz ay geçti o yurdu yaptı.İşi bitirdi, ferih ve fahur keyfi yerinde.

...........................................

Dünya hayatında tek sermayesi olan el arabasıyla lahmacun satarak böyle bir hizmete vesile olan Tevfik amca, tüm bunları yaparken şahsi hayatında elbette fedakarlıklarda bulunmuştu.Yine bir gün inşaatın devam ettiği zamanlarda ayağındaki ayakkabısı giyilemeycek hale geldiğinde, bir arkadaşına gelerek kullanılmış ikinci el ayakkabısı olup olmadığını sorar...

Geçmişte daha ilk yapılanmalarda insanımızın ortaya koyduğu bu ve buna benzer bir çok fedakarlıkla bu güne kadar gelindi.Şimdilerde ise gerek İslam aleminde, gerekse dünyanın bir çok coğrafyalarında yaşanan felaketler ve bıraktığı trajik manzaralar karşısında özellikle ana şefkatiyle özdeşmiş Anadolu insanı için yeniden malı ve canını ortaya koyma dönemi başlamıştır. Dün Kırgızistan'da “bir anneden süt emmiş kardeşler” in ihtiyaçlarını karşılayarak onlara ümit olan fedakar ruhlar, şimdilerde her şeyleriyle kendilerini çok ağır imtihanlar içerisinde bulan, adeta haritadan silinme tehlikesi ile karşı karşıya kalan diğer bir kardeş ülke Pakistan için durmak nedir bilmeden bir koşturmaca içersindeler. Bir dostumun “ Şartlar, yerimizde durmamıza izin vermiyor. Rabbimiz, biz inananlar için kullandığı ve "yapılanla yetinme" alışkanlığından bizleri uzak tutan “daha yok mu” şuuruna bizleri alıştırılıyor sanki.” deyişi fedakar ruhların bir davranışını daha bizlere hatırlatıyor,”yapılanla yetinmemek”.

Ramazan'ın, bu kısa kutlu zaman diliminde hayat tarzı veya fıtrat haline getirdiği 'fedakarlık' şuuruyla donanan inananlar, “Ateş düştüğü yeri yakar.” düşüncesinden uzak, “Ateş nereye düşerse düşsün önce beni yakar.” düşüncesiyle, şimdilerde dünyanın köşe bucak neresinde olursa olsun mağdur olan, gözyaşı dökenlere kucak açarak, onlar için sahip olduğu, çok sevdiği her şeyi gerektiğinde, hiç düşünmeden seve seve feda edebileceğini tüm dünyaya göstermeye devam ediyorlar. Hem de hakiki bir ruh inceliğiyle onları kendi nefsine tercih ederek.

“Dünya Anadolu'yu bekliyor.”

“Dünyanın  umudu Anadolu insanı.” desem inanır mısınız?

Lütfen inanın!

ulvi_sevecen@hotmail.com



 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.