Ah, “beni böyle havalar mahvetti” diye güzel havalardan şekvacı olan Orhan Veli’nin halinden pay biçersek, bu kasvetli, karlı ve soğuk kış günlerinde benim hali pür melalimi varın siz düşünün!
Neden mi?
Efendim yaş otuz beş, yolun yarısı!
Aslında otuz beşe yeni girmedim girmesine de sıkıntım şu ki, otuz beşin son demlerindeyim!
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Henüz kemale merdiven dayamış bir şairin bu şiirinde kendini baştan sona hissettiren kasvetli hava, aslında, köklü arabesk esintili ruh dünyamızın, aynalardan dökülen resmi gibi duruyor. Cephesel bir devletin, üç yüz yıla yakın süregelen çöküşünün, kabuk bağlamaz iç yaralarının toplumsal dile vurumu gibiyiz.
Müslüm-Ferdi-Orhan üçlüsüyle özdeşleşen arabeskin, aslında, popçusundan topçusuna ve hatta bin bir gece masallarına dönüşen türk dizilerine değin komple toptan bir özümsenmişlik hali var kültürümüzde. Ama, kompleksimiz bunu itiraf etmemize hem mani hem manidar!
Ah, yaş otuz beş yolun yarısı ise öteki yarısı nerde o zaman? Ilerde mi yoksa geride kalan yaşanmamışlıklarımızın içerisinde mi gizli? Ertelediğimiz yarınların arkasında mı? Babam “Çiftçinin karnını yarmışlar, içinden kırk tane gelecek yıl çıkmış” derdi. Yaşanmamışlıkların, daha doğrusu yaşanamamışlıkların, daha da doğrusu ertelenmişliklerin ortasındayız herhalde!
Neden kırk altı yaşında öldü Cahit Sıtkı? Halbuki kemale erme yaşlarındaydı! Kemale erdi belki ama kemale varmadan kapattı Azrail onun defterini. Tıpkı bizim içinde her an olabileceği gibi. Hani şair yolun yarısında yazmıştı o meşhur şiirini! Yolun yarısı, ecelin neresinde oluyor ki acaba?
Tamı tamına yüz atmış yıl yaşayan, 10 Osmanlı sultanı ve Atatürk dönemini gören, altı büyük savaşa bizzat katılan hammal Zaro Ağa hayatında unutamadığı dönemin doksan yaşından sonra başlayan gençlik yılları olduğunu söylermiş! Ne garip değil mi? Ya cenazesinde torunlarından birinin torununun “Hoooy, öldü babam. Dünyasına doyamadan gitti” diye ağıt yakması daha mı az garip! Ya da, ömrü ne kadar uzun olursa olsun, bu ülke insanlarının yaşanamamışlıklarının, çalınan geçmiş ve geleceğinin en sarih ifadesi mi bu?
Ya şuna ne demeli?
Drama Köprüsü’nü Hasan gece mi geçtin
Ecel şerbetini Hasan ölmeden mi içtin
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama Mahpusu’nda Hasan dostlar dinlesin.
Adı bile dramla başlayan “Drama Köprüsü Türküsü” namlı yiğit Debreli Hasan’a ecel şerbetini ölmeden mi içtin diye soruyor. Dramatik “Hey On Beşli” türküsüne göbek atabilme gafletini geliştirmiş bir kültürün çocuklarıyız biz! Sanırım zamanımızın geçmiş olması için hepimizin Lale Devri Çocukları olmasına gerek yok..!
Lale Devri demişken bir basamak daha geri gidelim ve sözü erbabına bırakalımda meramımız anlaşılsın.
On dokuzda olur hasta,
Zülüfleri deste deste.
Gelin şeker, şerbet tasta,
Kız petekte bala benzer.
Naçar Karac’oğlan, naçar,
Aşkın kitabını açar.
Yirmisinde vakti geçer,
Geçmez akça pula benzer.
Yirmisinde vakti geçip, geçmez akça pula düşülüyorsa, demek biz yolu tüketmiş olabiliriz. Yani, yolu çoktan tüketip sonuna gelmiş olabiliriz. O zaman bir saniye sonrası için garanti veremeyeceğimiz bir dünya için fırıldak gibi dönmeye gerek yok. Azda olsa herif olmayı başarmak lazım ki yolun sonunda pişmanlık duymayalım. Yolun ortasını tespit etmeye çalışırken sermayeyi tüketmeyelim.
e mail : akpinartahsin@hotmail.com
twitter: @akpinartahsin