“Bazen bir şey yapar ve belanızı bulursunuz. bazen de yapmadığınız şeyler size belanızı buldurur.”
Fight Club’1999
Gerek günlük hayatımızı ilgilendiren haberleri, gerek şahsi ekonomimizi ilgilendiren gelişmeleri ve gerekse sosyal-siyasi konuları değerlendirirken (onlar hakkında bir kanaat sahibi olmaya çalışırken) yani yargılarken neredeyse duyguların tahakkümü olmadan düşünemez hale geldik. Aklımızı işletmenin, düşünmenin hayatın her köşesinde bizi insan kılan en önemli olgu olduğundan bîhaber yaşayıp gidiyoruz. Duygusal toplumların veya kişilerin düşünme denilen akıl işinin hakkını veremedikleri bilinen bir gerçektir. Halbuki düşünme denilen olay tamamıyla akıl işidir. Bizim birey ya da toplumsal olarak kârımıza veya zararımıza olan işleri veya gelişmeleri sağlıklı olarak tartabilmemiz için aklımızı gereği gibi kullanmamız şarttır. Bu akıl kullanma işinin duygularımızın baskın etkisi altında hakiki manada gerçekleşmesi ise imkansızdır.
Bir ortamda bahsi geçen bir şahsı değerlendirmek ve fikir öne sürebilmek için onun hakkında bilgiye sahip olmalıyım. Nerede doğmuş, hangi eğitimleri almış ve nasıl yetişmiş, şu anda bulunduğu konuma nasıl ve hangi etkiler altında gelmiş gibi soruların cevaplarını bilmiyorsam yapacağım her türlü yargılamayanıltıcı olacak ve/veya haksızlık doğuracaktır. (Konuyu bağlamından koparmadan söyleyebilirim ki bugün kurumlardaki insan kaynakları departmanlarının bu zor işe girişmeden kalıplarla hareket ettiklerini görmek acı vericidir.) Aynı şekilde gelen bir haberin veya gelişen bir olayın da benzeri tarzdasorgulanması bizim o o olay ya da haberin sonuçlarından en karlı veya en az zararla çıkmamıza olanak sağlayacak ilk adımdır. Hele hele ortaya atılan veya ana akım tarafından dolaşıma sokulan bir fikrin, düşüncenin yahut akıl yürütmenin nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışmadan, öteden beri bizi kuşatan duygusal yüklemelerin bizi hangi uçurumlara sürükleyeceğinden emin olamayız. Bütün bu sıralamaya çalıştığımız hayatımızı doğrudan etkileyen olguları yani kişileri, olayların ve ortalıkta dolaşan fikirleri sağlıklı tartmanın yegâne yolu eleştirel düşünme becerimizden geçiyor.
Eleştiri, kelime kökü olarak Yunanca “kritike” sözünden gelen ve Latinceye “criticus” olarak aktarılmıştır ve farklı dillerde yargılama becerisi anlamında kullanılagelmiştir. Genel olarak düşünceyi bir yargılama sanatı seviyesine yükseltme çabalarınailk kez Yunanlı filozof Sokrates tarafından M.Ö. 600’lü yıllarda girişilmiştir. Sokrates “Bir şeyi iyi ya da kötü yanlarıyla değerlendirme” olarak tanımladığı eleştirel düşünmeyi, bir sorgulama yöntemi olarak tanımlamış ve sonunda yaşamına da mâl olacak şekilde otoriteye (ana akıma) veya gösterilene olduğu gibi inanmanın yanlış olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır.Bunun nasıl bir şey olduğunun basit izahı için, özellikle hafta sonları televizyonlarda futbol maçlarının kritiğinin yapıldığı programlar herkesin bildiği bir örnek olarak gösterilebilir. Orada farklı fikirlerdeki spor adamlarının maçın olumlu ve olumsuz yönlerini ele alarak (kritik ederek) futbol severlerin maçın heyecanı içinde göremedikleri ayrıntılarla aydınlatılması ana amaçtır. (Heyecan düşünmenin önündeki çok güçlü bir duygudur.)
Bazı düşünce adamlarına göre “bilhassa günümüz dünyasında yüzeysel ve basit görünen konuların derinliğine ve karmaşıklığına ulaşabilmek açısından; bu tekniğin temellerinde yer alan amaca, eldeki bilgiye, yoruma, varsayımlara, göstergelere, kesinliğe, tutarlılığa ve kullanılan akıl yürütmeye yönelik sorular gerçekten de zorunluluktur. Çünkü hayatımızınher köşe bucağının bilgi toplumu tarafından belirleniyor olmasının da gereği olarak, bu bilgi bombardımanı karşısında uygun davranışlar geliştirebilmenin en akılcı ve sağlıklı yolu, bu saatten sonra sunulanı olduğu gibi kabul etmeksizin bir sorgulama tekniği içerisinde değerlendirebilmekten geçmektedir.”
Son yıllarda toplumda eleştirel düşünme yeteneğinin kazanılması ve/veya kazandırılması meselesi eğitimciler, psikologlar, sosyologlar, felsefeciler ve analistlerinin katıldığı çalıştay, sempozyum ve kongrelere türü toplantılarda giderek daha geniş bir zeminde ele alınmaya başlanmıştır; ve bu son derece sevindirici bir gelişmedir. Ancak bunun karar vericiler nezdinde çok daha ciddi bir şekilde ele alınması gerekmektedir. Bendeniz bunun toplumumuzun geleceği açısından son derece hayati bir karar ve eylemler zinciri olduğunu düşünenler safındayım.
“Düşünmenin gerçekleşmesi, genel olarak düşünmeyi etkileyen sebepleri devre dışı bırakarak ve duyguların dizginlerinin ele alındığı oranda mümkün olmuştur. Öte yandan eleştirel yanikritik düşünme duygulardan tamamıyla uzaklaşmayı adeta dayatan bir düşünme tarzıdır. Daha sade olarak ifade edecek olursak düşünme ancak duygulara sırtını dönmekle gerçekleşen bir eylemdir. İnsan birçok kaynakta bir anlam varlığı, bir düşünme ve anlamlandırma varlığı olarak tanımlansa da bunun farkında olmayan insanlar günümüz dünyasında çoğunluğu teşkil etmektedir. Bugün bu çoğunluğun zihin sağlığıbakımından olması gereken yerde durduğunu söylemek güçtür. Eleştirel/ Kritik düşünme sadece bir düşünme biçimi olarakkarşımıza çıkmıyor; daha önemlisi kişilerin zihin sağlığınındevamı için bir zorunluluk olması bakımından da hayati derecede kıymetli olduğu vurgulanıyor. Bu ikaz sonunda ortaya çıkan kanaat şu olmuştur: Kritik ve analitik düşünme becerisi olmayan insanlar ya zihin sağlığından yoksun kalacaklardır veya düşünmenin hiçbir biçimi herhangi bir şekilde hayatlarında yer bulamayacaktır.” Çünkü onlar dayatılan kalıp ve startlarda yaşamaya alıştırılmışlardır ve bu alan gayet konforludur!
Kritik (eleştirel) düşünme bize kişileri, olayların ve fikirleri değerlendirme, kavrama, yorumlama ve bir yargıya varma imkânı sunar. Eğer böyle bir düşünme yetenek veya becerisi gelişmemiş ise insanlar bir olay, kişi ya da fikirle karşılaştıklarında (bağımsız düşünmekten mahrum olduklarıiçin) afallayacaklardır yahut alçaltıcı taklite baş vurarak duygusal yola sapacaklardır; duygusallık ise insanın aklı devredışı bırakmasıyla ortaya çıkmaktadır. (Bu arada şunu parantez içinde belirteyim ki duygululuk ile duygusallık farklı olaylardır.) Bunun dışındaki ileri sürülen şeyler, fikir kırıntısı taşımayan boş laflardan veya safsatadan ibarettir. Gerek siyasi, gerek sosyal ve gerekse akademik dünyada düşünme devre dışı kaldığında geriye gayet konforlu bir alan olan “kardaki izleri takip etmek” kalacaktır; zaten günümüzde genel olarak tercih edilen de budur.
Amerikalı düşünür Robert Ennis eleştirel düşünmeyi:“İnanılması ya da yapılması gereken konusunda bir karara yönelmiş akılcı ve tepkisel düşünme” olarak tanımlamıştır. Ne işe yarayacak bu eleştirel (kritik) düşünme diye sorulduğunda, çağımızın en önemli bilgelerinden biri basit bir formül ile bunu şöyle ifade etmiştir: “Bizi ayaklarımıza baktırıp, bize tokat atmak isteyenlerin niyetini anlamak ve gereğini yapmaktır.”Yani gerçekleşen bir olaya reaksiyon göstermekten ziyade zarara uğrama ihtimalini görecek şekilde gerçekleşmeden proaktif olma(önleyici tedbirler) becerisi kazanmak… Bir haber duyduğumuzda veya izlediğimizde bunun sonucunda bizim kişisel, ailevi ya da toplumsal menfaat veya zararımızı görebilmek yeteneği eleştirel düşünmenin ta kendisidir!Bunun yapılması için en önemli malzemeler kelimeler ve kavramlardır. Yani düşünmek için kavramları tanımamız ve buradan çıkan sonucu etkili bir tarzda ifade edebilmemiz için de kelimelere İhtiyacımız var… Kelimeleri ve kavramları düşüncenin üretim merkezi olan zihnimize düzenlilik ile doldurmanın iki yolu vardır okumak ve dinlemek… Etkili ve nitelikli okumalar olmadan düşünme gerçekleşemez; Boş çanağın içinde su döverek yemek olmaz ki!