“İlim, fikir ve gönül önderi Mahmud Esad Coşan Hocaefendi, dünyaya gelişinin Hicri 76. yıldönümü vesilesiyle bugün yâd ediliyor.
Esad Coşan Hocaefendi, AKRA FM’de 15 farklı programdan oluşan özel yayın akışıyla gün boyu, İskenderpaşa Camii’nde ise akşam namazını müteakiben severleri tarafından anılacak.
Hakk’ın rahmetine kavuşan zat-ı muhteremlerin, Mevlid Kandili’nde olduğu gibi doğumlarının Hicri yıldönümü vesilesiyle yâd edilmeleri geleneği devam ettiriliyor. Mahmud Esad Coşan Hocaefendi, doğumunun 76. Yılı olan Hicri 13 Safer 1433, Miladi 7 Ocak 2012 Cumartesi günü akşam namazını müteakip İskenderpaşa Camii’nde özel programlarla ve hatim duasıyla, AKRA FM’de ise gün boyu sürecek 15 farklı programdan oluşan özel yayın akışıyla anılıyor.
İskenderpaşa Camii’ndeki programda Diyanet İşleri Başkanlığı Ümraniye Vaizi Mikdat Kutlu, M. Esad Coşan Hocaefendi’nin "Sıdk, Sadakat, Doğruluk ve Ahde Vefa” üzerine fikirlerini ve tavsiyeleri aktaracak. Sohbetin ardından okunan hatimlerin ve tesbihatın kabulü niyazıyla İskenderpaşa Camii’nde yapılacak hatim duası saat 22.00’de AKRA FM’de yayınlanacak.
20. yüzyılın önemli mürşidi kâmillerinden gönüller sultanı M. Zâhid Kotku Hocaefendi, doğumlarının 118. yılında, Hicri 30 Muharrem 1433, Miladi 25 Aralık Pazar günü yâdedilmişti.” (http://www.akradyo.net)
Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’yi hayırla yâd ederken O’nun 28 Ocak 2000 tarihinde Avustralya’dan gerçekleştirdiği ve AKRA FM’de Cuma Sohbeti saatinde yayınlanan konuşmasından bir bölümü istifadenize sunuyorum.
…
a. Gàziye Yardım Etmenin Karşılığı
Mühim kaynakların çoğunda bulunan, Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Hibban, Hàkim'in Müstedrek'i, Beyhakî'de ve diğer kaynaklarda Hazret-i Ömer RA'dan rivayet edilmiş bir hadis-i şerifle sohbetime başlamak istiyorum.
(Men ezalle re'se gàzin) "Kim, bir gàzinin başını gölgelendirirse, (ezallehullàhu azze ve celle yevmel-kıyâmeh) Allah-u Teàlâ da kıyamet gününde bu gàzinin başını gölgelendiren kimseyi gölgelendirir.
Şimdi tabii, bir gàzinin başını gölgelendirmek nasıl olur?.. Başı açık savaşa gitse, belki ok isabet eder, kılıç çarpar, mızrak gelebilir. O zaman gazinin başının gölgelenmesi, miğfer dediğimiz demirden bir başlık giyiliyor, o zaman korunmuş oluyor. Gözünü koruyor, yüzünü koruyor, boynunu koruyor. Belki böyle bir şekilde olabilir. Yahut da seyahata gittiği sırada, güneşin altında yürürken gölgelenebileceği bir şey, bir imkân olabilir.
"Kim böyle bir gàzinin başını gölgelendirirse... Yâni başına miğfer alırsa gibi olabilir veya bir başka şekilde güneşte kalmamasını sağlayacak bir imkânı ona sağlarsa, aziz ve celîl olan, çok izzetli ve çok celâlli olan, izzet ve celâl sahibi Allah-u Teàlâ Hazretleri de onu kıyamet gününde gölgelendirir."
Biliyorsunuz kıyamet gününde, mahşer yerinde insanlar toplandıkları zaman, güneşin başlarına yaklaştırılacağı bildiriliyor hadis-i şeriflerde. O sıcaklıktan beyinlerinin kaynayacağı bildiriliyor. Terlerinin toprağın içine, yetmiş arşın aşağıya işleyeceği beyan ediliyor hadis-i şeriflerde. Ter kimisinin dizine gelecek, kimisinin beline, kimisinin çenesine, kulağı hizasına gelecek diye bildiriliyor. İşte o günde, başının gölgelenmesi önemli...
Başka hadis-i şeriflerden de biliyoruz ki, o gün sadakalar, zekâtlar, onu veren kimselerin başına gölge olacak. Yâni onlar bu sıkıntıya uğramayacak.
Demek ki, bir kimse bir gàzinin başını gölgelendirirse; o şiddetli, azablı, tahammül edilemez, zor günde Allah-u Teàlâ Hazretleri de onu gölgelendirecek.
Şimdi bu gölgelendirme sadaka verenin, zekât verenin, sadakasının, zekâtının gölgelendirmesi gibi olabilir. Bir de bazı kulları Cenâb-ı Hak Teàlâ Arş-ı A'lâsının gölgesinde gölgelendirecek. Arş'ın gölgesinde gölgelenmek, nurdan minberlere oturmak, o tabii çok kıymetli bir bir şey... Onlar mahşer halkından da yüksekte olacaklar. Dünyadaki insanların gökteki yıldızları seyrettiği gibi, mahşer halkı onları yukarıya doğru bakıp öyle seyredecekler. O da olabilir. Yâni Arş-ı A'lâsının gölgesinde de gölgelendirecek olabilir.
"Kim bir gazinin başını gölgelendirirse, Allah da onu kıyamet gününde gölgelendirir. Gölgelendirme artık nasıl olacak, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin bildiği bir şey ama, güzel bir mükâfât olacağı muhakkak.
(…)
Tabii, gàzi tepeye çıktıkça, vadiye indikçe, yürüdükçe, yoruldukça hep ecir alıyor, sevap alıyor. Ama onu techizatlandıran da, olduğu yerden o ecrin mislini alır. Yâni o ecir aynen ona verilir, esirgenmez, bölünmez, ama onu techizatlandırana da Cenâb-ı Hak o ecri verir. (hattâ yemûte ev yercia) Allah yolunda gazâya çıkmış olan kimse ölünceye, veyahut da beldesine, ailesine dönünceye kadar, techizatlandıran kimseye o gàzinin ecrinin bir misli, aynısı, kopyası verilir."
Demek ki gazâya gitmek çok sevap, çok muazzam bir sevaplı, kıymetli iş. Ama onu techizatlandıran da aynı sevabı alıyor. Çünkü bazısı ihtiyar olur, bazısı hasta olur, bazısı zayıf olur... Bazısı ailevî bağlantılar, sorumluluklar dolayısıyla cihada gidemeyebilir ama, işte bir gàziyi techizatlandırdığı zaman, dönünceye kadar veya ölünceye kadar onun sevabı kadar sevabı alır durur.
Ve bildiğimiz bir hadis-i şerif olarak, başka zamanlar da duyduğumuz bir konu da bu sözlerin arkasına ilâve buyrulmuş Rasûlüllah Efendimiz tarafından:
(Ve men benâ mesciden yüzkeru fîhismullàhi) "Kim içinde Allah'ın isminin anıldığı, namazın kılındığı, Kur'an'ın okunduğu, zikrin yapıldığı bir mescidi kim binâ ederse; (benallàhu lehû beyten fil-cenneh.)Allah da ona cennette bir ev bina eder."
Tabii, cennetin evleri de böyle muazzam köşkler, saraylar şeklinde olur. Yetmişbin odası olur Her odası dayalı, döşeli olur.
Demek ki elimizden geldiği kadar Allah'ın emirlerini tutmağa çalışmalıyız. Allah'ın em mühim emirlerinden birisi de İslâm aleminin, İslâm'ın, müslümanların, ülkelerin korunması için savunma veya savaşmadır, gazâdır. Böyle vazifelerden de kaçmamak lâzım! Ama bunu yapamıyorsa, bu vazifeyi yapan kimseleri de olanca gücüyle desteklemesi gerekir bir müslümanın... O zaman sevabı aynen alıyor; gàzi savaştan dönünceye kadar veya ölünceye kadar...
Bir de biz burda, kardeşlerimizin sayıca çok oldukları yerlerde, onların güzel ibadet edebilmesi için, mescid sahibi olsunlar diye gayret sarfediyoruz. Başka ülkelerde de gayret ediyoruz. Amerika'da, Avrupa'da nâçizâne âcizâne çalışmalar yapılıyor.
Bir müslüman, Allah nasib eder de içinde Allah'ın adının anıldığı bir mescid bina ederse, o zaman Cenâb-ı Hak da ona cennette bir ev, bir köşk, bir saray ihsân edeceği için, hepimizin ameçlerinden bir tanesi de, "Allah rızası için ben kendim müstakıllen bir mescid bina edeyim!" diye mescid yapmak olmalı diye düşünüyorum.
Hani insanın arzusu nedir?.. İşte, "İnşaallah kazancımdan artan paramı biriktirebilirsem, kısa zamanda kiradan kurtulayım, bir ev sahibi olayım!" Veyahut, işte böyle umûmî vasıtalarla işe gelmek gitmek, veya çoluk çocuğu bir yere getirmek, götürmek zor oluyor. Bir arabam olsa, Allah nasib etse ne iyi olur." filân diye araba almağa çalışır insan... İşte bir amacı da ne olmalı müslümanın?.. "Elhamdü lillâh benim imkânım müsait, elim geniş. İnşaallah ben de Allah rızası için nerede ihtiyaç varsa, bir güzel mescid bina edeyim!" diye hatırında olmalı, niyetinde bulunmalı!..
(…)
Benim babamın küçükken okuduğu bir medrese vardı Çanakkale'de... "Oraya gidelim, görelim! Babamız okumuş, nasıl bir yermiş?" diye ziyarete gittik. Mübarek, rahmetullàhi aleyh Çırpılarlı Ali Hocafendi diye... Sonradan Bayramıç müftüsü de olmuş. Bayramıç'ta mezarlıkta kabri var, ziyaret ettik. O İstanbul'da bizim Gümüşhànevî Dergâhı'nda yetiştikten sonra Çanakkale'ye dönmüş. Orada, köyünde güzel bir cami yapmış; gördük camiyi. Etrafına da 20-30 odalı bir medrese yapmış.
Aynı şekilde yine bizim Gümüşhàneli Dergâhı'na bağlı Muhammed Zâhid-i Kevserî Hazretleri var. Onun da Mısır'da, Malezya'da, dünyanın her yerinde talebeleri var, geçtiğimiz devrenin, neslin büyüklerinden, tanınmış büyük bir alim. Onun da Düzce'de köyüne ziyarete gitmiştik. O da bir cami yapmış, etrafına medrese yapmış.
Demek ki, o zamanki büyüklerimiz, "Gittiğiniz yerde hem ibadet için bir yer yapın, hem de ilim irfanın yayılması için bir yer yapın!" demiş olmalı. Misallerden anlaşılıyor ki, böyle demişler. Onlar da gittikleri yerde, köylerinde bir cami yapmışlar, bir de medrese yapmışlar. Halkı irşad etmişler, güzel ahlâkı öğretmişler, ilim irfan öğretmişler... Ne kadar güzel hizmetler yapmışlar.
Allah bize de hem böyle ibadet için bir yer, hem de İslâm'ın öğretilmesi için bir yer yapmayı nasîb eylesin diye temennî ediyoruz. Allah-u Teàlâ Hazretleri kolaylaştırsın, nasîb eylesin...
(…)
Mü'mine Yardım Etmenin Karşılığı
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
RE. 406/7 (Men eàne mü'minen alâ hâcetihî veheballàhu lehû selâsen ve seb'îne rahmeten [vâhidetün minhâ] yuslihullàhu lehû dünyâhu ve ahhara lehüsneyni ve seb'îne rahmeten medhùreten fî derecâtil-cenneh.) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Sanıyorum burada ya yazı olarak vardı düştü ya da anlam olarak var; (Vâhidetün minhâ) gibi bir ilâve olması lâzım! Söylemesek de mânâ anlaşılıyor ama, olduğunu düşünerek tercümeyi yapalım.
Ebül-Fityan eserinde Fadlüs-Sultân bölümünde kaldetmiş, İbn-i Said babasından rivayet etmiş. Mânâsı şöyle:
(Men eàne mü'minen) "Kim bir mü'mine, imanlı, müslüman kimseye yardım ederse, yardımcı olursa..." Ne konuda?.. (Alâ hâcetihî) "Onun ihtiyaç duyduğu bir konuda ona yardımcı olursa..." Mü'minin bir noktada, bir yerde, bir mekânda, bir zamanda bir şeye şiddetli ihtiyacı belirdi. O ihtiyacı olduğu sırada o mü'mine kim gider yardımcı oluverirse; (veheballàhu lehû selâsen ve seb'ìne rahmeten) "Allah-u Teàlâ Hazretleri ona yetmişüç rahmet ihsân eder, bağışlar."
Meselâ mü'min bir yerde aç kalmış; gidiyor, ona yemek veriyor. Susuz kalmış; ona su veriyor. Paraya ihtiyacı var; borç veriyor... Veyahut daha başka bir şekilde ihtiyacı olduğu bir sırada ihtiyacını gideriyor.
Ben bir havaalanına inmiştim, sanıyorum Cidde Havaalanı idi. Ordan bavul koymak için araba alacağım, küçük bir para istiyorlar, bir riyal istiyorlar. Arabaların başında makbuzlu birisi bekliyor. Cebimi kurcaladım, bir riyal yok! Başka paralar var, dolar var, mark var ama, onu da o bozamaz.
Şimdi ben geriye döndüm, hanımın yanına, oturduğu yere kadar gideceğim, "Bir riyalin var mı?" diyeceğim. Çantaları karıştıracağız, bulacağız parayı getireceğiz. Sonuç itibarıyla bir riyal vereceğiz, çok büyük bir para değil, bir araba alacağız.
Be böyle geriye gidecekken bir beyefendi, Allah razı olsun bir müslüman kardeş, "Dur gitmi!" dedi, bir riyal daha verdi adama, bana da bir araba çekti ordan, aldı. Benim arabaya ihtiyacım vardı, onu sağlayıverdi, Allah razı olsun... Benim param da vardı ama, biraz zor olacaktı, gidip gelecektim. Parayı temin edinceye kadar, o andaki ihtiyacımı gideriverdi. Bu da bir misal olabilir. Yâni yardımcı olunca, Allah yardım eden kimseye yetmişüç rahmet bahşeder diyor.
Şimdi burada, benim olduğunu tahmin ettiğim kelime şu: [Vâhidetün minhâ] "Bu yetmişüç rahmetin bir tanesiyle, (yuslihullàhu lehû dünyâhu) onun dünyasını islâh eder, Yâni yardım eden kimsenin dünyevî meselelerini, sorunlarını çözer, huzurlu bir hale getirir, iyi bir duruma getirir."
Yetmişüç rahmet bağışlamıştı, bir tanesiyle dünyasındaki işlerini rast getirir. (Ve ahhara lehû isneyni ve seb'ìne rahmeten) "Geriye kalan yetmişiki rahmetini (medhûreten) saklar, geriye bırakır." Ne işte kullanacak?.. (Fî derecâtil-cenneh) "Cennetteki derecelerinin yükselmesi için..." Demek ki cennete sokacak, o yetmişiki rahmetle cennetteki derecelerini yükseltecek.
O halde aziz ve muhterem kardeşlerim, bu konuda zâten hadis-i şerifler çok. Hatta bir hoca kardeşimiz, Ali Rıza [Temel] kardeşimiz bu konu ile ilgili kırk hadisi de topladı. Müslümanın müslümana yardım etmesi konusunda bir kırk hadis tercümesi yapıp, onu neşretmişti; sağ olsun.
Bu çok önemli! Müslüman diğerbîn olmak, başkasına iyilik yapıcı olmak, başka müslüman kardeşini düşünmek fikriyle hareket ederse çok sevap alıyor. Bütün hadis-i şerifler bunu gösteriyor.
Onun için büyüklerimiz buna çok dikkat etmişler, başka müslümanlara faydalı olma hususuna çok önem vermişler. Bencil olmamışlar, başkalarına iyilik yapıp onun duasını almağa gayret etmişler. Yunus Emre'nin öğretmesi böyle, Mevlânâ Hazretleri'nin öğretmesi böyle, bütün evliyâullahın öğretmesi böyle... Mütevâzi bir şekilde, kenarda, kimseye belli etmeden hizmeti yapıp, dua almağa gayret etmişler.
Biliyorsunuz cömertlik dediğimiz şeyin bir çeşidi mal cömertliğidir; paran vardır, malın vardır, verirsin. Bir çeşidi de beden cömertliğidir, ten cömertliği deniliyor ona; hizmete koşarsın, birisine bir iyilik yaparsın, "Allah razı olsun!" diye dua eder; ordan sevap alırsın.
Bir mal cömertliği var, bir ten cömertliği var, bir de can cömertliği var. Müslüman kuvvetli müslüman olunca, gerekirse hak yolda canını da veriyor. Öylece şehid oluyor, yüksek dereceler kazanıyor. Bunların hepsi niçindir?.. Şehid oluyor, canı gidiyor, dünyada faydalanacağı bir şey kalmıyor. Nedir bu?.. Başkalarının sağ sâlim, huzur rahat içinde yaşayabilmesi için kendisini feda ediyor. Muazzam bir fedâkârlıktır, başkalarına bir iyiliktir.
İşte bu iyilikler, Allah'ın çok sevdiği şeyler... Onun için, biz de bu duygulara sahib olalım! Her yerde, herkese, her vesile ile hizmeti bir ganimet bilelim, dua almaya çalışalım, dua kazanalım!.. Allah'ın sevdiği işleri yaparak, sevdiği kulu olalım, huzuruna sevdiği kul olarak varalım!..
Rabbimiz sevdiği kulları ile beraber; Hocalarımızla, ihvân kardeşlerimizle, aile efradımızla, sevdiklerimizle beraber bizi cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin... Habîb-i Edîbine komşu eylesin... Rıdvân-ı ekberine nâil eylesin...