İlk yapacağımız iş okumak. Neyi okuyacağız, kimin adına okuyacağız, nasıl okuyacağız?
Bizi yaratan bize örnek olarak gönderdiğine böyle seslendi. İlk emir buydu. Oku…
Neyi okuyacak? Kendini okuyacak, kâinatı okuyacak ve oku emrini verenin vereceklerini okuyacak.
Nasıl okuyacak? O’nun adına, O’nun adıyla okuyacak.
Ve O okudu. Önce kendini okudu. Ben kimim? Nereden geldim, nereye gidiyorum, buraya getirilmemin sebebi ne, bundan sonra nereye gideceğim, gittiğim yerde beni bekleyen neler var? Bütün bunlara cevap aradı. Bulmak için kendini okudu. Meniden dünyaya getirilen ben, öldükten sonra yok olmayacağım. Hayat devam edecek. Hatta burada ektiklerimi biçeceğim. Beni ben olarak yaratan tekrar yaratacak beni. O’na zor değil tekrar yaratmak. Topraktan, balçığa, balçıktan meniye, oradan ete kemiğe büründüren, beni tekrar yaratacak. Beni ben yapan var, dedi okudukça. Okudukça kendini, hayranlığı arttı var edene. Ta gönlünün derinliklerinde hissetti var edenin “kün” emrinin tınısını.
Tanımak için içine yöneldi. Kendinde aradı. Kendini dinledi. Etki edenlerden, fıtrata dokunanlardan, özünü dinlemesine engel olacaklardan uzak kaldı. Aradığını buluncaya dek. Dinledi günlerce gönlünün sesini. Gönlünden gelen ile kâinat kitabının satırları arasında okudukları hep aynı şeyi söylüyordu. Hep O’na işaret ediyordu. Kalbi doğru söylüyordu. Ama İbrahim atası gibi O da gönlüm mutmain olsun istiyordu. Günlerce bekledi. Rabbinden gelecek olanı. Beklemesi gerekiyordu, arınmak için. Fıtratına bulaşanlardan tamamen arınıncaya kadar. Rabbinin yarattığı gibi aslına döndüğü gün, aradığı Rabbince verilecekti. İşte o gün O’nun yeniden doğduğu gündür. O gün Kur’an’ın doğum günüdür. Ve o gün ilk gelen emir: OKU’dur.
O güne kadar okuduklarına ilave olarak ya da onları anlamlandıran, çokça okunacak olan Kur’an O’na nazil olmaya başladı. O, okudu, okudukça her şey anlam kazandı. Aradıklarını hep onda buldu. Okudukça kendini ve rabbini daha iyi tanıdı. Aradığını bulmanın mutluluğu ile okudu okudu okudu.
Okumak için zaman ve mekân aramadı. Ama seher vakitlerinde okumayı tercih etti. Anlayışın önündeki engellerin kalktığı, Rabbinin tavsiye ettiği vakitte onu tane tane, acele etmeden okudu. Çünkü nasıl okuyacağını Rabbi O’na tarif etti. Ne dersiniz biz de bu ilkyazımızı o cümlelerle taçlandıralım:
EY örtülere bürünen (insan)!
Gece biraz ilerleyince [namaz için] kalk; gece yarısı -biraz önce ya da sonra- (kalk) ve ağır ağır, duyarak Kur'an oku.
Biz sana (sorumluluğu) ağır bir mesaj tevdî edeceğiz; [ve] gerçek şu ki, gece vakti zihin daha zinde ve güçlü olur ve okuma daha da berraklaşır, halbuki gündüzleri seni meşgul edecek yığınla iş var, ama [hem gece hem gündüz] Rabbinin adını an ve bütün varlığınla kendini O'na ada. [1]
Peki ya biz ne haldeyiz? Okuyor muyuz en çok okumamız gerekeni? En son ne zaman okuduk? Nasıl okuduk? Niçin okuduk? Bu sorulara verebileceğimiz makul bir cevabımız var mı? Olanlara ne mutlu…
Günlük işlerimiz, yapacaklarımız arasında onu okumaya zamanımız var mı? İhtiyaç listemizin kaçıncı sırasında Kur’an’ı okumak? Gelecek yazıya kadar bu sorulara cevap arayalım. Ve sözlerimizi bir dua ile bitirelim:
Ey Rabbim! Kur’an’ı kalbimizin ilkbaharı eyle…