Yanlışa hayat öpücüğü

xxx78

Her gün yazmak kendini her gün eleştirilere açık tutmak da demektir. Gazetelerde köşe işgal eden yazarlar da bunu yapıyorlar: Her gün kendilerini başkalarının eleştirilerine açık tutuyorlar... Yalnız yazarlar birbirleriyle kalem mücadelesine tutuşmuyor, internet çağında okurlar da yazarlara eleştirilerini ânında iletebildikleri gibi, -izin verilmişse- yazısının altına görüş de açıklayabiliyor...

Kimi hoş ve olumlu olsa da genellikle eleştirel oluyor okurlardan gelen görüşler...

Tayyip Erdoğan da köşe yazarlarından hoşnut olmayan okurlardan: Gecesini gündüzüne katarak yaptığı icraatların yeterince değerlendirilmediğini, basit ihtilâfların yok yere kriz olarak takdim edildiğini, muhalefet partileri sözcülerinden işitilmemiş türden yıpratıcı eleştirilerin medyadan geldiğini düşünüyor. Yalan ve abartılı yayınlar yapıldığına inanıyor ve kızıyor. Kızgınlığını yazarlarla sınırlı tutmayıp onlara o köşeleri tahsis eden patronları da eleştiri oklarına hedef ediyor Tayyip Erdoğan...

Sorun şurada: Tayyip Erdoğan sıradan bir okur değil, ülkenin başbakanı... Onun ağzından çıkan sözler sıradan bir okurun rahatsızlığı olarak değerlendirilmiyor; değerlendirilemez de... "Onlar beni sütunlarından eleştirmiyorlar mı, ben de onları kürsülerden eleştirebilmeliyim" akıl yürütmesi de söylediklerini makul kılmıyor. Önceki günkü çıkışı, bu yüzden, yazarlardan ve meslek örgütlerinden yoğun tepki gördü.

Dünyanın herhangi bir köşesinde medyadan bütünüyle memnun bir iktidar bulmak mümkün değildir. Nasıl her insan birbirinin tıpatıp aynı düşünmüyorsa, nasıl tek bir siyasi eğilim yoksa, kişilik farkları bile siyasete bakışı etkiliyorsa, muhalefet de mutlaka olacak ve onun sözcülüğünü yapan medya da bulunacaktır.

Başbakan Erdoğan kendi çizgisinde yayın yapan gazeteler olduğu, siyasi görüşlerini savunan yazarlar bulunduğu için kendisini talihli saymalı; toplumda taban bulduğu halde görüşlerini çarpıtmadan aktaracak bir medya zemininden mahrum nice siyaset adamı geldi-geçti ondan önce...

Tek-sesli bir basın, herkes bundan emin olsun, kimsenin işine yaramaz. Ak Parti'nin ortaya çıkışında ve iktidara yürüşünde o yürüyüşü durdurmaya yeminli çok satan gazeteler ve çok okunduğu varsayılan yazarlar yanında döneme göre Ak Parti'nin 'aykırı' görüşlerini savunan az sayıda gazete ve yazar da vardı... İki tarafın birbiriyle kalem mücadelesi eşliğinde iktidarı teslim aldı Ak Parti...

Buradan çıkartılacak gerçek şu: Hep birbirine benzeyen gazetelerin övgüsü ve yergisi siyasi hayatta başarı için fazla bir anlam taşımıyor; 'haklı olmak' herşeyden önemli... 2002'den 2007'ye uzanan çizgide Ak Parti karşıtlarının yaygaraları halkın aklını çelemedi; az ve güçsüz bir medya desteğiyle de doğruları anlatabildi Ak Parti...

İnsanların siyasi tavır belirlemesinde her görüşün siyasal sürece katkıda bulunması şarttır. Tek-sesli propaganda bombardımanına maruz bırakılan kitleler eninde-sonunda o sesin görüşünü mü seçerler? Seçseler bile bunun bir önemi olur mu? Böyle bir ortamda 'demokrasi'nin adı zaten geçmez de, 'hür irade'den de söz edilemez.

Stratejik açıdan yanlış değil sadece Başbakan Erdoğan'ın köşe yazarlarını ve onlara köşe açan patronları karşısına alan çıkışı; bugün içinde bulunduğumuz ortamda kulak kabartılan görüşlerin haklılığını gölgelediği için, o yaklaşım, taktik açıdan da sorunlu... 27 Mayıs'tan (1960) sonra darbeciler tarafından oluşturulmuş düzen bugünün medya dünyasında egemen; çatırtıları işitilen o düzene hayat öpücüğü sunmuş oldu Başbakan Erdoğan...