Yanlış yapma hakkı sınırsız mıdır?

xxx78

Geçmişin demokrasi-karşıtı müdahalelerinin hesabını yargı sormaya başladığından beri sürecin bin yıl devam edeceğine inandırılmışlar şaşkınlıklarını belli ediyorlar. Şaşkınlaşmasalardı, “Emir ve talimatları uyguladık” savunması yapmazlardı.

Bütün hukuk sistemlerinde ‘kanuna aykırı emir olmaz, olursa yerine getirilmez’ genel kuraldır. 28 Şubat (1997) sürecinde ön planda yer alanlar, verilen emirleri yerine getirdiklerini varsaysak bile, hiç de gönülsüz görünmüyorlardı.

Kendilerine daha farklı bir savunma tarzı bulmalılar...

Neyse... Hüküm vermek bizlerin değil yargı mensuplarının işi; kılı kırk yararak verecekleri kararın kamu vicdanına aykırı düşmeyeceğini umuyorum.

Çoğumuzun merakı, başlayan soruşturmanın askerlerle mi sınırlı kalacağı, başkalarına da teşmil edilecekse hangi kesimleri ve kimleri içine alacağı noktasında yoğunlaşıyor. İş dünyası, bürokrasi ve yargı da soruşturmaya dahil edilecek mi?

Ya medya?

Medyadaki sıkıntı kendisini nicedir dışa vuruyor. Soruşturma kendisine kadar uzanırsa savcılara ne söyleyecekse onu şimdiden yazıya dökenler, aile albümünü herkesle paylaşanlar var. Dedikleri şu: “Bizim de sizlerden farkımız yok... Bugünlerde siyasilere ‘yandaşlık’ yapanlar yok mu, bizler de 28 Şubat’ta askerlere ‘yandaşlık’ yapmışız, çok mu?”

Ne olmuş yani, Genelkurmay’daki brifinglere katılmışlarsa? Biri askerlerden özel randevu almış, diğeri de ondan geri kalmamak için aynı gün randevu için bastırmışsa?

Doğru. Ne olmuş yani? Eğer savcılar metazori olarak dayatılan brifinglere katılanları veya

Genelkurmay karargâhında askerlerle görüşenleri bu eylemleri yüzünden suçlayacaksa, bu duruma herkesten önce ben karşı çıkarım. Bunlar pekâlâ ‘masum gazetecilik faaliyeti’ olarak kabul edilebilir davranışlar...

Peki de, ‘içeriden biri’nin “28 Şubat sürecinde atılan manşetlerin yüzde 90’ı yalandı” ifşaatını ne yapacağız? Ya manşetlerden yapılan infazları? Kendi yazarının, hem de onun gözü önünde atılan yalan manşetle yırtıcı hayvanların önüne fırlatılmasını? Bir sivil toplum liderinin aynı manşet yüzünden canını zor kurtarmasını? Şapkadan tavşan çıkarırcasına sahte şeyhler, şeyhin çorap suyunu içen kadınlar bulunup çıkarılmasını? Parti kapatma malzemesi ihtiyacındakilere malzeme servisi yapılmasını? ‘Andıç’ belgesini hazırlayanların “Seçilmiş köşe yazarları ve televizyonlar” diye tanıttığı işbirlikçileri?

Hadi söyleyin, bunları ne yapacağız?

Yıkılan yuvaların, kapısına kilit vurulan işyerlerinin, mesleklerinden atılan üniformalıların, üniversitelerin kapısından çevrilen genç kızların, üzerine kadınlar musallat edilerek intihara sürüklenen hâfızların kâtili haber ve yorumlar ‘masum gazetecilik faaliyeti’ sayılabilir mi?

Süreci MGK toplantısından ibaret görenler, MGK’da alınan kararların medya için de bağlayıcı olduğunu nereden çıkardılar, söyleyebilirler mi?

“Uyarılmadık” diyemezler, yaptıklarının yanlışlığı konusunda uyarıldılar çünkü...

Merak ettiğim bir nokta daha var: Süreçte oynanan roller gerçekten masumsa, devrilen hükümetin yerine gelen hükümetler neden medyanın çizgisine girdi, kimine RTÜK Yasası, kimine banka hediye etti?

Nedamet hissi duysalar bâri; kendilerini unutturmaya çalışsalar...

Kimsenin haksız yere kılına zarar gelsin istemem, ama geçmişte yaptıkları yanlışları fırsat bulsa yarın da tekrarlamaktan geri kalmayacaklara sürekli yanlış yapma hakkı tanınmasına -gönlüm olsa bile- aklım razı olmuyor işte...