AK Parti hükümeti, ikinci kez tek başına iktidarı yüzde 47 gibi çok parlak bir netice ile elde ettiği 22 Temmuz'dan sonra kendisinden beklenen siyasi reformları yapabildi mi?
Yapamadı, yapmadı.
Mesela, Anayasa Mahkemesi'nin yapısı ve yetkileriyle ilgili bir anayasal düzenlemeyi gerçekleştirmek üzere adım atmadı.
Sivil Anayasa'yı hayata geçiremedi.
AK Parti iktidarı ilk dönemindeki başarılı grafiğinden çok uzaklarda kaldı, ikinci döneminde
Erdoğan'ın son günlerdeki Sevmeyenler bu ülkeyi terk etsin şeklindeki sert söylemi de haklı eleştirilere uğradı:
AK Parti hükümetinin demokratikleşme ve sivil siyaset kulvarında giden çizgisini terk ettiğine dikkat çekildi.
Hal böyle iken, Başbakan Erdoğan'ın eleştirel Obama-Bush metaforunu birebir anlamından ziyade sözünü ettiğim negatif tablo bağlamında ele alması gerekirdi:
Böyle değerlendirmeyip -demokratik reform talebini dillendirmeye yarayan doğru istikametteki tenkitlere- gereksiz yere sert tepkiler vermesi üzücüdür.
*
AK Parti hükümetinin şu ana kadar Sivil Anayasa'yı hayata geçiremeyişinin mazereti olarak -Anayasa Mahkemesi'nin türbanla ilgili anayasa değişikliğini iptal etmesini, üstüne de türban ve kapatma davalarının gerekçeli kararlarını göstermek yanıltıcıdır.
Böyle bir mazereti ileri süreceklere, AYM'nin AKP hakkında kapatma kararı vereceğine ezici çoğunluğun garanti gözüyle baktığını ancak hepsinin yanıldığını özellikle hatırlatırım. (AKP'de ve kabinedeki genel eğilim de kapatma yönündeydi.)
Kapatma kararının çıkmayışı, Türkiye'de statükonun değiştiğinin önde gelen göstergelerinden biriydi.
Bunu bir başka biçimde ifade etmeye çalışırsak; Sivil Anayasa'yı şayet AK Parti hükümeti hayata geçiremezse, kendisinden sonra gelecek olan iktidar yapacaktır.
Sivil Anayasa, bölgesel güç konumuna yükselmiş bir Türkiye için mecburi istikamettir:
Sivil Anayasa sürecine şu veya bu şekilde içeriden-dışarıdan ne kadar engel çıkarılırsa çıkarılsın, söz konusu anayasa reformu eninde sonunda gerçekleştirilecektir.
*
Erdoğan'ın sivil siyaset dilini bir kenara bırakmak anlamına gelen sert çıkışları, kendi çizgisiyle çelişmekle kalmadı:
Ankara'nın son dönemde Güneydoğu ve Kürt sorununa bakışındaki 'demokratik açılım ve sivilleşme temelindeki' farklı yaklaşımla da ters düştü.
DTP'nin tahrik edici söylemi, Güneydoğu'daki sokak eylemlerini örgütlemesi, terör örgütüyle yanaşık düzen siyasetine gaz vermesi ve nihayet çözüm yolundaki bütün samimiyetsizliği; Erdoğan'ın Ya sev, ya terk et eksenli çıkışına asla haklı bir mazeret teşkil etmez.
Bakınız, Ankara bütüncül manada bir çözümle ilgili kuvvetli adımlar attıkça; DTP -bu süreci baltalayabilmek uğruna- siyaset sahnesinin dışına çıkarılarak tepe tepe kullanılıyor:
Böyle bir ortamda, Başbakan -demokratik açılıma dayalı Güneydoğu siyasetini daha da kavi hale getirmesi gerekirken, tersine mevcut çizgisini bir kenara itiverdi.
Bu bağlamda, Erdoğan'ın Dengir Mir Mehmet Fırat'ın yerine getirdiği ismin Abdülkadir Aksu olması da yanlış bir tercihtir; böyle bir görevlendirme AKP'nin Güneydoğu siyasetindeki geri adımın bir başka yansımasıdır.