Yangınını içinde taşır âşık!..
İçi alev alevdir. Ölmelerden beter olmuştur. Dünyanın dört bir yanından ocağına ateşler atılır. Kimi ise daha fazla harlanması için karıştırır da karıştırır.
Âşığın şikayeti var mıdır? Asla!
Âşık şikayetsizdir. Sevdasına ulaşmak için çabalar, engeller yorar elbette ancak her engel onun ateşine canlılık verir. Ulaşma isteğini arttırır. Azmini biler.
Elbette ozanın dilinden ses verir:
“ Dağlar dağlar…/ Kurban olam yol ver geçem/ Sevdiğimi son bir olsun/ Yakından görem!..”
Onun gözünde dağlar aşılmalı. Her dağ onun için aşılasıdır.
Yâre varmak isteyen âşık nasıl yangını yüreğinde taşırsa, dağını da taşır.
Yürekte aşılamayan dağlar ayakla aşılası değildir. Adımlar büyür yürekte, aşılamadığında…
…
Yangının içinde taşıyan sevdalı yürek dışarıya ses vermez. Sırrını ifşa etmez. Yabanlara bildirmez. Göze gelmesini istemez.
Onu gönlünde kadife kundaklarda barındırır, saklar. Sarar sarmalar. Gözü gibi sakınır. Bazen gözünden de sakınır.
İfşa edilmemeli aşk…
O nedenle ozanlar onu kimi zaman bir mimoza ile remz eder, sembollerle anlatmayı yeğler, kimi zaman nergisle süsler… “Bir demet yâsemen aşkımın tek hatırası” gibi yanık cümlelerle iç feryadını asumana salar…
Salar ama ifşa etmez. Sırrını vermez. Derdini dillendirir ama sırrını ele vermez. Bir yandan yüreğinin peçesini açarken diğer yandan semboller kullanarak yeniden kapatır, saklar. Aşkın mahremiyetine inanır. Kutsiyetine iman eder. Tenhasında yaşar.
Ve işte tam da bu sebeple yanar ama yanmamış görünür.
Yüzü soluk, benzi atmış olabilir ama o yürek yangınlarından haberdar etmez kimsecikleri.
Hem ne yangın!
…
Yanmadan olmaz.
Kül olmadan gül ne vakit olunabilmiş ki!
Köz olmadan da kül olunamıyor. Tüm bu evrelerden geçilerek ancak gülzâre yani yârin içinde bin bir baharı barındıran misler gibi kokan gönül bahçesine ulaşılabilir.
Kül olmadan yine ‘kün ‘ olunamıyor. ‘Ol’ emri gelmiyor ruha kül olmadan! Zira henüz yanmasını tamamlamamıştır nefsin… Dalından, budağından arınmış olunsa da odun diye tarifleyebileceğimiz ana kütle durmaktadır. Henüz tam yanma gerçekleşmemiştir ki, kül olunabilsin.
Bir de soğuma devresi var ki, çok önemlidir.
Yanmakla kalınmaz, bununla yetinilemez. Köz durumundan çıkmak için yeniden soğumak gerek. Ateşlerden çıkmak gerek. Ancak o zaman kül olunabilir.
İşte tüm bunlar yangını içinde taşıyabilen sevda kahramanlarının marifetleridir.
Herkesin nasibi değildir.
…
Yangını içinde olanların içi ateşlere her zaman gebedir ama dışı serin olmalıdır. Yoksa ifşa edilmiş olur. Başkalarının fark etmesini sağlar. Bu ise yasaktır. Aşkın kanununu hiçe sağmak, çiğnemektir. Bedeli ağır, cezası büyüktür.
İleri gidilmeye devam edilirse ‘Aşksızlığa mahkûm’ olunabilir. O sebeple azami dikkat gerektirir.
Evet, ifşa ceza gerektirir. Yunus Emre’nin “Gözün ile gördüğünü dilin ile söyle” prensibine aykırı davranılmış olur.
Gönül gözü ile görülen baş gözüne emanet edilmemeli. Gönlün dili yerine baş dili söze girmemeli, yangın kıvılcım atmamalı, ifşa edilmemelidir.
Kendi tenhasında durup, aşkını sırlasa da yaşadığı durumu “İçerim yanıyor, dışarım serin” diyen ozana gel de hak verme!
…
Âşık taşan ama dökülmeyendir. İçinde tufanlar kopsa da ortalığı sele vermeyendir.
Boranlar içinde kalsa da içindeki rüzgarını hissettirmeyendir başkasına, sevdasını yele vermeyendir. Ele vermeyendir.
Yangınını içinde taşıyandır âşık! Taşıyabilendir. O sevda yükünü omuzlayabilendir.
Ateşlere gelen ama ateş de neymiş diyebilendir.
Gönlüne yangın düşendir.
Sönmeye değil, yanmaya talip olandır. Onu isteyendir.
Kısacası yanmalara doymayandır âşık!
Yangınını içinde taşıyabilenlere ne mutlu!
Yangınınız daim olsun erenler…
Daim olsun!
canbolatugur@gmail.com/
https://twitter.com/ugurcanbolat
https://www.facebook.com/iyibak.kendine7