Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?
Çocukluk arkadaşım, İmam-Hatip Lisesi’nde yedi yıl beraber okuyup, aynı sırayı paylaştığım kadim dostum, Yalova İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdurrahman ÖZDEMİR, yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayan refikasını, hayat arkadaşını, çocuklarının annesini kaybetti. Son nefesinde şükrederek, Rabbi’ne hamd ederek, sabah ezanı okunurken, ellerinden tutan çocuklarını, gözü yaşlı eşini, kadere teslim olmuş anne ve babasını bırakarak, kelime-i şahadetle terki dünya eyledi.
Dün (4 Şubat Çarşamba) Şakirin Camii’nde öğlen namazının ardından kılınan cenaze namazına, başta İstanbul ve Yalova İlahiyat Fakültesi camiası olmak üzere, seçkin bir topluluk katıldı. Yetişebilenler camiye, yetişemeyenler evde taziyeye koştular.
Kadim dostum, telefonla arayan dostlarına, konuşmasının bir yerinde mutlaka “Allah ağzınızın tadını bozmasın” diye dua ediyordu. Hepimizin duyduğu belki telaffuzuna sık rastlamadığı bu duanın aslında bir hadis-i şerif olduğunu biliyor muydunuz? Tirmizi’nin Zühd bahsinde geçer bu sevgililer sevgilisinin sözü. “Her nefis ölümü tadacaktır” emri ilahisini de hatırlarsak, ölümün kaçınılmaz olduğunun bilincinde yaşamalıyız. Her aldığımız nefesi veremeyeceğimizi, her verdiğimiz nefesi bir daha alamayacağımızı iyi düşünmeliyiz. İnsanı aldatan bitmek tükenmek bilmeyen emellerden ve ölçüsüz dünya sevgisinden kurtulmanın tek yolu; en büyük vaiz olan ölümü hatırdan çıkarmamaktır.
İbn-i Mace’de yer alan bir hadiste İbn-i Ömer şöyle rivayet etmektedir: Ben Rasulullah (SAV)’le beraber iken Ensar’dan bir adam geldi, selam verdi ve Peygamberimize şöyle sordu: “Ya Rasulallah! Müminlerin hangisi en faziletlisidir?” Peygamberimiz: “Ahlakı en güzel olanıdır” dedi. Sonra adam: “Müminlerin hangisi en akıllıdır?” dedi. Allah’ın nebisi (SAV): “Ölümü en çok hatırlayandır ve ölümden sonrası için en iyi hazırlığı yapandır. İşte bunlar en akıllı kimselerdir” buyurdular.
Ölümden sonrası için yapılacak yatırımın en mantıklısı, “sadakayı cariye” dediğimiz öldükten sonra da amel defterimizin iyilik kısmına yazılmaya devam edilecek olan işlerdir. İnsan, arkasından başkalarının faydalandığı, içinde güzel işlerin yapıldığı binalar yapmalı, okuyanların istifade ettiği faydalı bir ilim bırakmalı veya arkasından sürekli hayır dua eden salih evlat yetiştirmelidir. Herkes maddi veya manevi gücü ölçüsünde bu hususlara dikkat etmelidir. Yoksa ne zaman ve ne şekilde geleceğini bilmediğimiz ecel, ağzımızın tadını bozmak için beklemektedir.
Üzerinde yaşadığımız şu yalan dünya nice insanlar gördü. Kimisi göklerden aldığı haberi, yerdeki insanlara hakkıyla tebliğ ederek, insanı süründüğü yerden (ahlaken) göğe yükseltmek istedi, kimisi Ebu Cehil gibi cehaletin babası sayılacak kadar çirkin işler yaptılar. Asıl hüneri ecel saati geldiğinde Azrail’e “hoş geldin” diyebilenler gösterecek.
Bir hususu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Dün dündü. Geçti gitti. Geri getirmek mümkün değil. Yarın ise belki de bizim için hiç olmayacak bir zamandır. Değil yarına, akşama ulaşacak kudreti bile bulamayabiliriz. Öyleyse elimizdeki tek sermayenin bugün olduğunu unutmadan yaşamalıyız. Ne yapacaksak bugünden yapmalıyız. Yarına ulaşma garantimiz olmadığına, öldükten sonrası için de azık hazırlamamız zorunlu olduğuna göre elimizdeki günün kıymetini bilmekten başka çaremiz yok dostlar!
Kendini fikren inkişaf ettirmek isteyen bir zat doğruca bir Allah dostuna gelir ve der ki:
-Kalbim katılaştı, ciddi şeyler düşünemiyorum, hayatımın değerini takdir edemiyorum. Sanki üzerimde hiçbir nimet yokmuş, mahrumiyet içinde bir hayat yaşıyormuşum gibi geliyor bana. Ne olur bir çare, bir yol göster ki, kendimi yenileyeyim, fikrimi ve zihnimi çalıştırayım, gerçekleri görmekle huzur ve saadet hissedeyim.
Allah dostu bu zata şöyle tavsiyede bulunur:
-Bu dediğin şeylere sahip olabilmen için şu diyeceklerimi yap. Bak o zaman basiretin açılacak, gerçekleri görme konusunda bir hayli inkişaf elde edeceksin. 1. Hastanelere git, yataktakilere bak! 2. Camilere git, cenaze namazları kıl! 3. Son olarak kabristana git, gömülenleri gör!
Sual sahibi zat: “Baş üstüne” diyerek ayrılır ve denilenleri yapar. Bunlardan sonra kendini yoklar. His duygularına bakar, heyhat! Hiçbir yenilik yok! Allah dostuna koşarak geri gelir:
-Her dediğinizi yaptım, ama nafile. Bende değişen bir şey olmadı. Aynı ihtiras ve dünya arzuları kasıp kavurmaya devam ediyor beni. Allah dostu o zaman şöyle der:
-Öyle ise; sen hastalara hastabakıcıların baktığı gibi bakmışsın. Eğer öyle bakmak insana bir şeyler kazandırsaydı, bütün hastabakıcılar insan-ı kâmil olurdu. Ama durum hiç de öyle değil. Çünkü onlar ibretle bakamazlar, tefekkürle nazar edemezler. Bu hastanın kendisi de olabileceğini, ama olmadığını, bunun büyük bir ilahi lütuf ve nimet olduğunu düşünüp de sevinç hissedemezler. Sen de öyle yapmışsın, ibretle bakmamışsın, tefekkürle nazar etmemişsin.
Camiye gitmişsin, cenaze namazı kılmışsın, ama bu namazı sıradan bir namaz gibi kılmışsın. İbretle kılmamışsın Şu tabutun içindeki ben olacağım bir gün diyecek, kendini içine koyacak, yakınlarını da etrafta döner tasavvur edecektin. Seni tabuttan çıkaramayışlarını, çaresizliklerini hayal edecektin. İşte bu cenaze namazı sana inkişaf sağlayacaktı.
Kabristana gitmiş, ölünün kabre konduğunu görmüşsün ama bunu kabir kazanlar gibi seyretmişsin. Şayet öyle bakmakta fayda olsaydı, bütün mezarcılar insan-ı kâmil haline gelirlerdi. Öyle ise mezara konan insanın yerine kendini koyacaktın. Hayalen karanlık çukura girecektin. İmam telkin verip gidecek, sen orada amelinle baş başa kalacaktın. Kılmadığın namazlarının, tutmadığın oruçlarının, ödemediğin kul haklarının hesabını vermeye başlayacaktın. İşte senin basiretini açan inkişafını sağlayan bunlar olacaktı.
Ağızların tadına bozan ölümden önce kendimizi hesaba çekmeyi unutmayalım.
Hayatı boyunca tek derdi, çocuklarımı daha iyi nasıl yetiştiririm, eşimi daha çok nasıl memnun ederim, daha fazla iyiliği nasıl yaparım olan Hacer Hanım’ın ruhu için el-fatiha!