Osmanlı döneminde de bir takım darbeler ve darbe girişimleri olmuştur ama Abdülhamit Han'ın tahttan indirilmesi ve Sultan Reşat'ın 5.Mehmet ünvanı ile tahta çıkarılması aslında ülkemizde darbelerin olağan hale geldiği bir dönemin başlangıcıdır. İttihatçılar bu dönemin süreklilik kazanmasını sağlamışlardır. Gençleştirme adı altında orduda girişilen tasfiye hareketi ile tecrübeli tüm komutanlar emekliye sevk edilmiş, bol keseden dağıtılan rütbeler ile bazı kimseler bir anda kendilerini üst rütbelerde bulmuşlardır. Böylece ükenin kontrolü tamamen İttihaçıların eline geçmiştir. Onlarında ülkeyi nereye sürüklediğini şu anda geniş geniş anlatacak değilim. Ancak, meraklılarına Ekrem Şama'nın "Şu Boğaz Harbi" kitabını tavsiye edebilirim. Esas üzerinde durmak istediğim husus ülkemizdeki darbeler döneminin açılmasının önünde ve ardında hep bulunan Siyonistlerin ve Masonların etkinliğine dikkat çekmektir. Bir süre önce bu sütunlarda tanıtmaya çalıştığım Mustafa Yılmaz'ın "Dul Kadının Oğulları" kitabında da hep aynı çevrelerin devlet üzerindeki oyunlarına dikkat çekiliyordu. Aynı durum dikkatli okunduğunda Ekrem Şama'nın "Şu Boğaz Harbi" kitabında da görülüyor. Bu bakımdan son iki yıldan beri hep darba ve darbe günlükleri ile darbe planlarını tartışırken bu tartışmalardan bir sonuç alınabilmesi için arkasındaki açık ya da gizli güçleri ve oluşumları iyi tespit etmek gerekiyor. Aksi halde havanda su dövmüş hiçbir sonuca ulaşmamış oluruz. Eğer doğrudan yada dolaylı bir şekilde darbeleri yönlendirenlerin gerçek yüzleri görülebilirse, amaçlarını tespit ve darbelerin niçin yapıldığın da anlamak kolaylaşır. İki yıldan beri sürdürülen tartışmalarda son yıllardaki bir takım hareketlere takılıp kalmış durumdayız. Bir İttihat Terakki Hareketi'ni doğru okuyup yerli yerine oturtmadan Balkan Harbini de Birinci Dünya Harbine girişimizi de Kafkas Cephesinde verdiğimiz kayıpları da doğru değerlendiremeyiz. Bu değerlendirmeyi doğru yapamayınca darbeler tarihimizde bir kopukluk meydana gelir.
Demek istediğim o ki, Osmanlı'nın son dönemlerinde darbeci askerler işin başına geçmiş ya da geçirilmişlerdir. Ve o alışkanlık sürüp gelmiştir. Bunun için bugün İttihatçı anlayışa son vermeden bazı değişikliklerin gerçekleştirilmesi zordur. Çünkü, Anayasa ve yasaları değiştirmek anında zihniyetlerin ve anlayışlarında değişeceği anlamına gelmez.
Sayın Prof. Dr. Sami Selçuk bir gazeteye yaptığı açıklamada "Bu Anayasa kaldığı sürece her lider diktatör olabilir" demek suretiyle aslında bir gerçeğe dikkat çekiyor. Ancak, ülkemizde sivillerin diktatörlüğünden çok silah gücünü elde bulunduranların zaman zaman diktatörlüğe heves etmeleri söz konusudur. Ancak, İttihatçı anlayışın sahipleri her darbeye şu ya da bu şekilde sivil destek vermişlerdir. Eğer darbeciler sivillerden destek bulamasalar, karşılarında bir direnç oluşmuş olsa sanıyorum yakın tarihimiz bir darbeler tarihi haline gelmezdi.
Varlığı bilinen birtakım oluşumlar ve kendilerini bir takım sembollerin arkasında gizleyenlerin gerçek maksatları ortaya çıkartılıp toplum önünde teşhir edilmedikleri, darbelerin arkasındaki esas maksadı toplumun görmesi sağlanamadığı sürece bir diğer ifade ile darbeler ve darbeciler toplum nazarında mahkum edilmeden darbelerin yan destekleri ortadan kaldırılmış olmayacaktır.
Demek istediğim o ki, başta Mason Locaları ve Siyonistlerin uzantılarının gerçek niyetleri artık masaya yatırılmalı, onların birer kuzu postuna bürünmüş kurt oldukları görülmelidir. Bu arada darbelerin önünü kapatmak için yeni anayasa ve yasalar yapılırken tüm gizli örgütlerin üzerine gidilmeli, haklarında suç duyurusunda bulunulmalıdır.
Çünkü, bir Başbakan'ın başörtülü eşinin askeri hastaneye ziyarete gidişini engelleyen yasalar değildir, bir zihniyettir. Yine başı örtülü kızların üniversite eğitiminin önünü kesen husus da yasalar değildir. Böyle olsaydı siyasi iktidar yapacağı yeni bir düzenleme ile bu engelleri kaldırabilirdi. Siyasi iktidarın buna gücü yetmediğine göre ortada yasalardan çok bir anlayış dayatması var demektir. Bu anlayış ise 150 yıldır birtakım adlar altında girişilen hareketlerin sonucu İttihat Terakki'ye gelmiş oradan devlet yapısında yerleşilmiş ve giderek bu anlayışa sahip bir elitler tabakası oluşmuştur. Başlangıçta sadece bir zihniyet mücadelesi gibi görünen gelişmeler giderek ele geçirilen iktidarı ve buna bağlı bazı çıkarların korunmasına da dönüşmüştür. Kısacası, ülkemizde bir zihniyet değişikliğine ve bunun için toplumsal harekete ihtiyaç vardır.