Bir önceki yazımızda sayısal azlıkları ve dağılmışlıklarına rağmen Yahudilerin varlık kodlarını günümüze kadar taşımayı başarabilmelerinin sebepleri üzerinde durmaya çalışmıştık. Buradan hareketle eksikliklerimizi görmeye çalışalım.
Öncelikle İslam toplumu ayakta kalmanın gerek şartı olan ancak yeter şartı olmayan hard power (askeri güç) bakımdan fevkalade zayıf ve bağımlı, üstelik birbirleriyle rekabet, hatta çatışma içerisinde oldukları fotoğrafını görmemiz gerekiyor. Oysa ümmetin çok önemli bir kısmı açlıkla mücadele ederken, ümmetin kaynaklarının üzerine çöreklenmiş olanlar milyar dolarları, üstelik ümmetin düşmanlarına bir çırpıda aktarıvermektedir. Kaynak kodları kendilerinde olmadığı sürece de güçlü olmaları beklenemez. Kaynak kodlarından kasdımız sadece silah sistemleri olmayıp, söz sahibi olanların beslendikleri düşüncedir. Milyonlarca aç açık müslüman sefil bir yaşam sürdürürken, ümmetin kaynaklarını bir çırpıda üstelik ümmet düşmanlarına aktaranların kaynak kodları ellerinde değil çünkü… Aslında en temel sorun da bu…
Yahudilerin olayları güncel yorumladıklarını (bir önceki yazımızda) ifade etmiştik. Elbette İslam da güncel yorumlanabilir. Nitekim İslam’ın doğru anlaşıldığı zamanlarda hicretin ne olduğunu bilen müslümanlar Medine’de öylesine oturup ölümü beklemediler. Kimisi kılıçla, kimisi ticaretle dünyaya açıldı... Asya’daki pek çok kavim tacirler vasıtasıyla müslüman olmuştur. Bilim de öyle… Batı için en karanlık dönem kabul edilen Orta Çağ İslam medeniyetinin zirvesidir. Bağdat merkezli bilimsel çalışmalar ve Endülüs medeniyeti irdelenirse bunu görmek hiç de güç olmayacaktır.
Güncel ve acil olarak üç şeye dikkat kesilmek gerektiği kanaatindeyim. Bunlardan birisi bilim (olmazsa olmazdır), ki Yahudiler bu alanı hala önemli ölçüde kontrol etmektedirler. Bir diğeri ticaret, ki öteden beri bu alan Yahudilerden sorulur. Üçüncüsü ise siyasettir. Kitlelerin kontrolü siyasetle mümkün olabilmektedir ve Yahudiler bu alanda da gayet başarılılar. Bunların üçü de esasen yumuşak güçle (soft power) ilgilidir.
Nitekim Yahudiler bu nirengi noktalarını kontrol ederek sadece (küçük) İsrail devletini kurmakla kalmamış, aynı zamanda ‘büyüğünün’ önündeki engelleri tek tek kaldırmaktadırlar. Irak ve Suriye’nin bertaraf edilmesi, Türkiye ve İran’ın hedef tahtasında yer alması bu yüzdendir. Çünkü bölgedeki her hareketliliğin nihai hedefi aynıdır; önce inanç kodlarında kabul gören alanda hakimiyet, sonra bu hakimiyeti bütün dünyaya yaymak… Bunu önemli ölçüde başarmışlardır da… Nitekim üçbin yıllık kadim başkentleri olduğu düşünce ve inancını nesilden nesile aktararak Kudüs’ü 100 yıl (Aralık 1917) kadar önce müslümanların elinden alıp, 50 yıl kadar önce (1967) fiili hakimiyet kurmuş ve yüzüncü yılında (2017) başkentleri olduğunu dünyaya ilan etmişlerdir.
O taraftan görülen fotoğraf böyledir ama bir de fotoğrafın beriki yüzü vardır. Nitekim her inişin bir çıkışı, her gecenin bir sabahı vardır. Her zorluktan sonra da bir kolaylık vardır. Her yükselen düşüşü yaşayacaktır. Bu ilahi bir kanun, sünnetullahtır. Yüz yıllık zifiri karanlığın sonu yaklaşmıştır. Ümmetin şerefini kurtaran ve başka hiçbir güce dayanamayan Filistin'in o yiğit-onurlu insanlarının sabırlı mücadelesi ‘sünnetullah’ın da tecelligahı olacak… Emin olun onların bize değil, bizim onlara ihtiyacımız var… O hakikat tecelli ettiğinde bizim payımıza da utanmak, pişman olmak kalacak...
Bakmayın siz, şimdilerde elini-kolunu sallayarak her istediği zaman Filistin topraklarına girdiklerine… Bunun böyle devam etmeyeceği pek yakın bir zamanda anlaşılacak… Siyonist Yahudi bilgisayar oyunu oynar gibi, ya da kedinin fare ile oynadığı gibi Filistinlilerle oynayamayacak... Artık yataklarında rahat uyuyamayacaklar. Onlar için korkunç akıbet hem de hiç beklemedikleri bir anda, kendilerini en güçlü hissettikleri anda bulacak. Demir kubbeleri de zırhlı araçları da, nükleer güçleri de onları koruyamayacak. Onlar için en iyi çözüm, ‘cennetin krallığı’ filminde canlandırdıkları gibi silahlarını alıp işgal ettikleri toprakları terk edip gitmek... Direnirlerse de akibetleri Medine Yahudileri gibi olacak... Mevlâna diyor ki; ümidin tükendiğini düşündüğün an sakın mücadeleyi bırakma, zira bu nokta kaderin değiştiği noktadır. Hani Fatih Terim der ya; biz bitti demeden bitmez diye… İşte öyle bir şey…
Önümüzde iki adet seçenek var bir başka deyişle; Ya ellerimizi kaldırıp teslim olacağız ve eski düzen rötüşlenmiş bir şekilde devam edecek, ya da mücadele edip bedel ödeyerek 'onurlu' ve 'özgür' olacağız. Unutulmaması gereken şey; onurun da özgürlüğün de insana dair olduğudur, egemenliğin de devlete…