Dünya genelinde yabancılarca imzalanan veya pazarlığı yapılan anlaşmalara konu toplam arazi miktarı 20 milyon hektarı bulmuştur. Bu tür “yabancı tarlalar” bugün büyüklük olarak Fransa’nın ekilebilir alanlarıa denk gelmektedir.
Eğer bu toprak anlaşmaları adil ve şeffaf bir şekilde yapılırsa, sermayedarlara da ev sahiplerine de büyük faydalar vadetmektedir.
Sermaye sahibi ülkeler ya kar ya da gıda güvenliği için bu “maceraya” girmektedirler. Ev sahibi ülkelerse kullanılmayan kaynakları üretime açmak, yatırım sermayesini özendirmek, yeni tekonolojilere erişmek, verimliliği artırmak ve işsizliğe çözüm bulmak için kapılarını açmaktadırlar. Yeni sermaye yatırımlarıyla, kaliteli tohumlara, yeni pazarlara, vasıflı işlere, kolay krediye, okul, hastane ve yol gibi elzem altyapı kalemlerine erişebilmeyi ummaktadırlar. Bu anlaşmalar tarım ürünlerinin arzında ciddi bir artış meydana getirirse, uluslararası değilse de, yerel fiyatlarda bir düşüşe yol açabilir.
Bütün bu vaadlere rağmen, bu anlaşmaların adil ve şeffaf yapılmamasından kaynaklanan sorunlar çıkabilmektedir. Bilhassa Afrika hükümetlerinin bu anlaşmalarla yaptıkları yolsuzluklar, kira-satış gelirlerinin birkaç devlet adamının cebine gitmesi, sermayedarların böyle bir anlaşmayı imzalamaya gönüllü olmayan Madagaskar hükümetinin devrilmesinde rol oynaması gibi örnekler akıllara bazı soru işaretleri getirmektedir. Ayrıca, Çin’in kiraladığı tarlalarlada çalıştırmak üzere 1 milyon Çin’liyi Afrika’ya götürmesi büyük tepki almaktadır.
Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsü’ne (IFPRI) göre, Türkiye ile Bahreyn arasında Nisan 2009’da 500 milyon dolarlık bir zirai yatırım anlaşması imzalanmıştır. Bu projenin ilave yatırımlarla 3 ila 6 milyar doları bulması beklenmektedir.
Aynı şekilde Zaman’da Şubat ortası çıkan “Katar, sebze ve meyvesini GAP'ta yetiştirecek” adlı habere göre, Başbakan Erdoğan’ın en son Katar’a düzenlediği gezide iki ülke firmaları araşında 500 milyon dolarlık gıda, tarım ve hayvancılık anlaşması imzalanmıştır.
Şubat sonu yine Zaman'da çıkan başka bir habere göre, “Anadolu Holding Brezilyalı meyve devi Cutrale ile ortaklaşa, GAP'ta Coca Cola’ya şeftali ve kiraz yetiştirecek. 500 milyon dolar harcayarak, 100 bin dönüm araziye 10 milyon ağaç dikecek olan ortak şirket, takriben 10 bin kişiyi istihdam edecek”.
Anlaşılan, Türkiye bu yeni küresel pastadan pay almak için bu kez erken harekete geçmiştir. Türkiye aslında bu alanda rakiplerine oranla daha cazip bir ülkedir. Türkiye, tüm iç sorunlarına rağmen, ekonomik ve siyasi istikrar bakımından Afrika ülkelerinden çok daha iyi bir durumdadır.
Ayrıca GAP projesi kapsamında Güneydoğuya yıllardır ciddi oranda altyapı yatırımları yapılmıştır. Bu dış yatırımcılar için önemli bir husustur. Zira Sudan’a yatırım yapan ülkelerin en büyük sorunu ulaşımdır (Dünya Bankasına göre, ülkenin 55 bin km’lik toplam yollarının sadece 6,240 km’si asfalttır). Hakeza, Katar Kenya’daki tarım yatırımları karşılığında bu ülkeye deniz limanları inşa etmektedir.
Genç nüfus ve işsiz oranı yüksek Türkiye'nin %35'i hala kırsal kesimlerde yaşadığı için bu alanda istihdam hayatidir. Ayrıca bu tür yatırımlara meyilli Arap ülkeleriyle tarihi ve kültürel bağlarımız ve coğrafi yakınlığımız bizi rakiplere göre bir adım öne çıkarmaktadır.
Anlaşılan, kalıcı sermaye yatırımları için, tarım sektörü cazip hale gelmektedir. Bu bir fırsattır; lakin “talih ancak hazırlıklı olanlara güler”. Bu üçüncü küresel dalgayı yakalamaya çalışırken, alt ve üst yapı olarak hazır olmamız gerekmektedir (ki bu yüksek dalgaların altında kalmayalım). Bu anlaşmalar ancak “kazan/kazan” şeklinde geliştirilebilirse, hüsnü kabul görür.
Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası bu anlaşmaları fakir ülkelere sermaye akışını teşvik için ilk başta “hararetle” desteklemiştir. Ancak bu kurumlar son zamanlarda ihtiyatlı davranmaktadır. Hatta, BM’nin en üst düzey ziraat diplomatı Jacques Diouf bu akımın –eğer iyi yönetilmezse- “yeni-sömürgeciliğe” dönüşmesinden korkmaktadır. En büyük çekincesi, imzalanan kontratların ev sahibi ülkelerin halkının çıkarlarını korumak konusunda yetersiz kalmasıdır. Tavsiye edilen, arazilerin mülkiyet devri yerine, ortaklık, kiralama ve sözleşmeli üretimdir.
Halbuki, yapılan çoğu anlaşma konusunda kamuoyu bilgisizdir. Bazen araziler ya bedavaya ya da 50-99 yıl gibi gerçekçi olmayan sürelere kiralanmaktadır. Ayrıca, kontratlar söz konusu ülkelerde kıtlık ve açlık olduğunda, gıda ürünlerinin ihracatını önleyecek maddelerden yoksun olabilmektedir. Etiyopya 4.6 milyon, Sudan 5.6 milyon açlık sınırındaki vatandaşı için uluslararası gıda yardımı alırken, milyonlarca hektar toprağını zengin ülkelere kiralamaktadır.
Vadedilen sözler yerine getirilmediğinde, bu ülkelerin güçlü sermayedarlar üzerinde yaptırımları sınırlıdır. Bu tür anlaşmalarda zayıfın haklarını koruyacak ulusalararası standardlar henüz mevcut değildir. Bir çok fakir ülke, dengeli bir kontrat düzenleyebilmek için hukuki altyapı ve derinlikten uzaktır. Bu yüzden, Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası zayıf ülkeleri koruyacak bir standard anlaşma üzerinde çalışmaktadır. Ancak bazı otoritelere göre, bu düzenlemeler bağlayıcı olmayacağı gibi, hazırlanması da en az bir iki seneyi alacaktır.
Devam edecek...
Not: Bu analiz UPenn'den Serdar Ozkan'la beraber kaleme alinmistir.