Wikileaks fenomeni, bizi, bütün insanlığı, zamandaş ve mekândaş kıldı: İnsanlık, belki de ilk kez, aynı çağın içine "düştü"; çağı, bütün enlemleriyle ve boylamlarıyla, bütün içlemleriyle ve kaplamlarıyla, bütün duyarlıklarıyla ve duyargalarıyla dünyayla buluşturdu: Bütün insanlık, aynı zamanın, aynı mekânın, kısacası aynı çağın bütün görünür görünmez tezahürleriyle tanıştı ve ç/ağdaş oldu.
İçinde yaşadığımız çağın bir belirsizlikler, bir tanımlanamazlıklar, bir kaos, katastrof ve "kompleksite" çağı olduğunu küre ölçeğinde hep birlikte hissetmeye başladık eşzamanlı olarak.
İçinden geçmekte olduğumuz çağ, kaostan sekülerleştirilmiş bir kozmos, düzensizlikten bir sanal düzen çıkarma çağı.
Peki, seküler bir zeitgeist'ın / zamanın ruhu'nun hükümferma olduğu bir "dünya"da vücut bulan bir kaostan kozmos çıkar mı?
Elbette ki çıkmaz. Çünkü kozmos, esas itibariyle fizikötesine uzanan boyutları olan derûnî, "sınırsız" bir varoluş alanıdır. Ama neo-paganizm biçimlerine dönüşen, din-dışı kutsallıklarda patlama yaşanmasına yol açan yeni-sekürlerizm biçimlerinin ve ayartıcı neo-barok formlarının bilimi de, düşünceyi de, sanatı da ve sahici din'in bütün ilkelerini ve hakikatlerini de bulanıklaştırdığı, buharlaştırdığı, kısa devre yaptırdığı ve "patlattığı" bir çağda zuhur eden düzenin kozmos üretebilmesi elbette ki olacak iş değil. O yüzden ortaya çıkarılan kozmos'u dolayısıyla düzen'i ancak kozmolojinin kozmografyaya dönüştürülmesi fenomeninin sonucu olan bir tür sekülerleştirilmiş kozmos olarak adlandırıyoruz.
Virilio'nun fizik gerçekliği bile buharlaştıran ve bizi her tür manipülasyona açık bir sanal gerçekliğe teslim eden bir dünyanın tam orta yerinde yaşamaya, varolma mücadelesi vermeye mahkûm ettiğini söylediği çağımızın kaçınılmaz bir gerçekliği ve göstereni işlevi gören Wikileaks fenomeni konusunda şaşkınlık yaşamamız son derece doğal. Oysa, daha ne Wikileaks'ler göreceğiz yarın!
Wikileaks fenomeni, bizi çağla yüzleştirdi: İçinden geçmekte olduğumuz çağın ağlarıyla, bağlarıyla ve en önemlisi de bağlam'ıyla burun buruna getirdi: Nietzsche'den, Heidegger'den itibaren varlığa varoluşsal bir saldırıya, Wittgenstein'dan itibaren hayat üzerinde bütün derinliğiyle ve boyutlarıyla düşünmeyi ıskalamanın faturası olarak "dil oyunları"na (bu kez "ileri teknoloji"nin marifetlerine) mahkûm olduğumuzu; Foucault'dan itibaren "öznenin ölümü"ne, Baudrillard'dan itibaren "toplumsal'ın iptali"ne ve "yeni barbarlıklar çağı"nın zuhuruna maruz kaldığımızı; daha da geriye gidersek, Weber'den itibaren, modernliğin bizi içine fırlattığını haykırdığı "demir kafes"te köklü bir "özgürlük kaybı" ve "anlam krizi" açmazıyla boğuştuğumuzu; yine Virilio'nun ve Zizek'in deyişiyle "çölleşen bir dünyada" varolma savaşı/mı verdiğimizi görmemizi mümkün kılacak bir fenomen Wikileaks fenomeni.
İçine sürüklendiğimiz, içinde de oraya buraya doğru sürüklendiğimiz, nereye, niçin sürüklendiğimizi bilemediğimiz çağımızın, bu belirsizlikler ve katastroflar çağının, Aristo'dan -hatta bilebildiğimiz insanlık tarihinin başlangıçlarından- itibaren insanlığın, varlığın ve varoluşun varlık nedeni, kaynağı ve varedicisi Tanrı fikrini yitirdiğimiz; tabiatı delik deşik ettiğimiz; toplum gibi, aile gibi birlikte yaşama formlarını yerle bir ettiğimiz; bizatihî insanın kendisini yok ettiğimiz bir dünyanın, bir uygarlığın sonunu ve insanların daha insanca yaşayabilecekleri yeni bir dünyanın, yeni bir medeniyetin kurulma imkânlarını, şartlarını arayış sürecinin başlangıcını veya başlangıçlarını haber veren bir durumla karşı karşıya bıraktığı, bizi buna kışkırtan, zorlayan, yine cins düşünür Virilio'nun deyişiyle "estetize yöntemlerle, ayartıcı araçlarla gerçekleştirilen bir yokoluşlar" çağı olduğunu düşünmeye başlamamızı mümkün kılabilecek çapta bir fenomen Wikileaks fenomeni.
O yüzden, kendileri, işlerinin doğası gereği bize esaslı bir şeyler söyleyen değil, en iyisi, söylenenler üzerinde bir şeyler söyleyen, genelde de söylenenleri aktarmaktan, tercüme etmekten öte bir entelektüel ufukları, derinlikleri ve özellikleri olmayan gazetecilere bırakırsak bu Wikileaks fenomenini anlamla ve anlamlandırma çabasını, o zaman boşuna çabalar ve çağla yüzleşmişken çağın türlü yüzlerini, yüzsüzlüklerini, imkânlarını ve zaaflarını konuşma imkânını iptal ve berhava etmiş oluruz.
NOT: Hürriyet'in ciddiye aldığım tek entelektüel kaygı sahibi yazarı Hadi Uluengin, NATO ve Türkiye'nin konumu konusunda yazdığım bir yazı dolayısıyla tam üç yazı "döktürdü"! Ve benim konuyla ilgili olarak söylediklerimi, "hezeyan" olarak niteledi. Uluengin'e yalnızca şunu hatırlatmak isterim: Benim gerek o yazıdaki, gerekse bütün yazılarımdaki durduğum yeri, geniş medeniyet perspektifini anlamadan, söylediklerimi, kendi "dar" ve "sığ" perspektifiyle anlaması elbette ki zor/du Uluengin'in. O yüzden birkaç cümlede, bilemediniz bir yazıda söyleyebileceklerini ancak üç yazıda söyleyebildi! Bu da son derece doğal; çünkü ilk gençlik yıllarımızın o kült Cumhuriyet yazarı yok artık. O da, deyim yerindeyse, "kült'lükten hatta 'komünist'likten konformistliğe sıçrayan" tür'lere dönüştü, ne de olsa!