Çektiği çileye aşık olanların hayatta, yılmadan bekleyecekleri bir hakikat var dostum. Günün ışıkları muzaffer bir komutan edasıyla yerle bir edinceye kadar geceyi, sığındıkları izbe limanlar var. Kimi secdeye, kimi duaya, kimi hayale, kimi yalnızca umuda sığınırken sessiz, vuslatla aralarına sicim sicim göz yaşı dokuyanlar var. Ağlayanlar ve inananlar var.
Hayat kimseye eşit davranmıyor dostum. Ve sen hep yenilen tarafta kaldığın sahnelerin tekrarını izlemekten bıkıyorsun bir gün. Artık yeter dediğinde kimse açıvermiyor işte sinemanın ışıklarını. Filmin son sahnesini merak etmediğini biliyor, sıkılıp kalkmak istiyorsun da kaderin dört nolu koltuğundan; ilk üç koltuğu kapatmış olan sabır, zaman ve tevekkül izin vermiyor geçmene. Sen oflayıp puflayıp duruyor, kendini uykuya veriyor, karanlıktan bir umut devşirmeye çalışan her çaresizin yaptığı gibi gözlerini kısıp çıkış kapısının yerine kaç basamakla gidildiğini saymaya çalışıyorsun. Bu, kurtuluşa ne kadar var demek senin için. Sabır, tevekkül ve zaman kalkıp yol verdiğinde sana nasıl gideceğini, kalan günlerini nasıl yaşayacağını kalem kalem yazmanın demi yarının müsveddelerine bugünden.
İnsan bir saatten sonra yarınını planlamaktan önce, dününe ilişkin hesaplara girmeye başlıyor artık. Vergi müfettişleri edasıyla açıyor eski defterleri bir bir. Gelir gider hesabına başlıyor yani. ‘Nerede hata yaptım, nasıl inandım, niye yaptım’ ların evresi bu. Kaybolan yılların hesabı işte. Kimsenin kaçamayacağı bir iç hesaplaşma. Dilerim sen bu iç hesaplaşmayı çok gecikmeden yaparsın. Zira kayıplarını telafi etmek için zaman, herkese adil davranmıyor. Ne kadar ömrümüz kaldı, belli değil.
Tecrübe.
Bugüne kadar yaşadıklarım için hayat, teşekkür ediyorum sana. Keşke daha büyük imtihanlarla pişirseydin beni. Zira yıkılmak diye bir şey yok hayatta. Yıkıldığını, yenildiğini, kaybettiğini, bittiğini düşündüğün o nokta hep bir başlangıç, hep bir şükür noktası, hep bir zifiri karanlık; ışığa en yakın an…
Yarınlarından habersiz yaşadığın her bir dakika seni, yükünü teslim edeceğin hakikatlere taşıyor unutma. Bugün sana yarının, kurtuluşun, hakikatin habercisi. Acı, bir emanet. Bulduğun yerden, yerine kadar götürmen gereken… Sonsuza kadar senin değil yani. Sonun değil.
Bil ki çile, öyle herkese bahşedilen bir mükâfat değil.
Hayata dair hiçbir derdinin olmadığını düşün, hiçbir hayalinin yeşermediğini zihninde. Hiçbir umudun büyümediğini düşün, içinde. Hiçbir hedefinin olmadığını mesela. Beklediğin biri olmadan geçip gittiğin tren istasyonlarını düşün. Gerçekten sevemediğini, özleyemediğini hiç kimseyi. Sigaranın dökülen her külünün kendini bir amaca feda etmediğini, sana eşlik ederken.
Dostum,
Zamanı geldiğinde seni, zamanın kuyularından çıkaracak öfke. Umutsuzluk seni, geceler uzun olsa da gün ağarınca terk edecek. Sen, bilenmeyi bil yarına. Gün ağardığında eğer, müebbet yemiş mahkumların iyi hal kağıtlarının kabarmasından sebep beklenmedik bir afla salıverildiklerinde düştükleri duruma düşme sakın. Kala kalma öylece şehrin orta yerinde. Aynı hatayı yapma lüksün yok bir defa daha. Çile takvimin dolduğunda eğer, sana hiçbir şey öğretememişse zaman, asıl o günün gelmesinden kork. Zira bugünden ders almayanların, yarında yaşamaya değecek bir hakikatleri yok.
Bir yol çizmenin zamanı, hiçbir zaman gelecekle gelmeyecek unutma.
Sevgili.
Dedim ya hani sana. Sığındığın o limanda hiçbir dalgakıran sana karşı duran dalgaları yaşatmayacak. Hakikat sensiz akmayacak. Ve Allah hiçbir kulunu adaletsiz bırakmayacak…
Bu böyle işte. İnsan, ölümün kıyısından bile dönüyor. Umut gibi bazen, hüzün de insanı terk ediyor. Bir sınav bu. Olanına razı olanların kazandığı bir sınav. Öyle alelade, sıradan, yazılıp çiziliveren not kâğıtlarının yapışkanları gibi geçici değil. Kaldı mı tam kalacak üzerinde. Tuttu mu bırakmayacak bir yazgı.
Hayat, biliyorsun: Ocak kadar bir bahar sunuyor kimilerine. Ayın bazen yirmisinde, bazen birinde. Şubat kadar bir yaz ferahlığı hissediyorsun bir anda ellerinde; hani herkes üşürken ısınan yüreğinde. Olmayanlar oluyor yani, olduranın kudreti varsa üzerinde.
Sen, dün gibi, bugün gibi, yarın gibi aç ellerini semaya. Bil ki dua, yüzünün gamzesine bir damla rahmeti yol ettiğinde mana buluyor gülüm. İnsan, inandıkça insan oluyor.
Sana inandığım güne yemin olsun ki dua, anahtarıdır tüm vuslatların. Sen, Vuslat yarım…
Saadet, hakikat durağında mola verir unutma. Haydi, Acele et. Vuslat kaçmasın.
mkarakoyunlu@hotmail.com.tr