Tartıştığımız konu, ilk elde siyaset ile medya arasındaki ilişkiymiş gibi geliyor; oysa daha derin bir konuyu tartıştığımızı hemen herkes hissediyor. Tartıştığımız, aslında, Türkiye'de demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla yaşayıp yaşayamayacağıdır. Demokrasimiz yeterince olgunlaşmamış ve tabana yayılmamış ise, bunun bir sebebi de medya düzenindeki çarpıklıktır.
Yakınlarda 'medya' diye anılmaya başlayan 'basın' demokrasinin en önemli araçlarındandır. Halkın haber alma hakkıdır söz konusu olan ve bunun en hızlı, en doğru ve en sağlıklı biçimde okura/ izleyiciye ulaştırılması gazetecinin temel görevidir.
Kullanılan ileri teknoloji istenirse 'en hızlı' haber iletişimini mümkün kılıyor artık, ancak iletilen haberin 'en doğru ve en sağlıklı' olduğunu iddia etmek hayli güç. Haberle oynandığını, dosyacılık yapıldığını, gerekirse mizansenlere başvurulduğunu biliyoruz.
Yakın tarihimiz her üç konuda da yeterinden fazla örneğe sahip...
Haberin 'kutsal' yorumun 'hür' olduğu gazeteciliğin temel kuralıdır. Bu kuralın ilk yarısını teşkil eden 'haber' hiç de iç açıcı bir durumda değil ülkemizde; kutsallığına el değdirildi ve birileri tarafından çoktandır her an tecavüz edilebilen bir sıradanlığa dönüştürüldü. Kuralın ikinci yarısı olan 'yorum' ise daha perişan bir durumda. 'Hür olmak', pek çok yorumcu tarafından, patronların istediği istikamette olaylara yaklaşmak biçiminde anlaşılıyor çünkü.
Şu son kavga sırasında kavganın tarafı olan gazetelerde çıkan 'yorum' saymamız gereken yazıların çoğu muhataplarına hakaret içeriyor. Olimpus dağının tepesinden bakarcasına yazılmış yorumlarda patron 'tertemiz', kendini 'dünyevi arzulardan uzak tutan bir münzevi' gibi sunuluyor. Ferrarisini satan bilge sanki... Buna karşılık, kendilerini eleştirenlere her türlü iğrenç sıfat uygun görülüyor. Kalemleri susturmak için 'pislik' arayışında oldukları da belli; grup gazetelerinden biri, beni bile, hiçbir biçimde ilgim olmadığı halde, Deniz Feneri davasında adı geçen şirketlerden biriyle irtibatlandırmaktan çekinmedi.
Bir medya mağduru olarak, ben, Deniz Feneri'yle ilgili verdikleri haberlerin 'en doğru' ve 'en sağlıklı' olduğuna nasıl inanayım?
Aynı durum toplumun geniş bir bölümü için de söz konusu. Bugün medyadan bir biçimde olumsuz etkilenmeyen, bir dostu, yakını, mahalle arkadaşı, iş yeri, derneği, cemaat veya camiası yalan-dolanla haberleştirilmemiş, ya da aşırı yorumlarla taciz edilmemiş kişi bulmak çok zor. Bu yüzden de insanlar, Gazete yazıyorsa doğrudur noktasından Gazete mi okudun, yalandır noktasına vardılar; hem de çoktandır...
İnandırıcılığını yitirmiş bir medya demokrasi için büyük sorundur.
Umarız, önceki dönemlerde olduğu gibi, sonu iki tarafın birbiriyle yanlışta anlaştıkları bir ateşkesle sona ermez. Bu kavga bittiğinde, siyasetçinin ülkeyi yönetmeyle, gazetecinin de olan-bitenden insanları haberdar edip yorumlamayla yetindiği bir yeni ilişki düzenine erişilmelidir. Politikacının yanlışlarının işe geldiğinde göz ardı edildiği, işe geldiğinde devasa büyütüldüğü türden bir haberciliğin yerini, kimsenin gözünün yaşına bakmadan sadece doğruların yazıldığı gerçek bir 'gazetecilik' anlayışı alır.
O durumda patronun ve sırf onun çıkarlarını gözettikleri için patronun ellerine kalem verdiği kişilerin egemenliğinde olmayan bir basın, demokrasiyi zenginleştirecektir.
Medya patronunun tetikçilerden vazgeçebildiğinin örneğini şu yakınlarda gördük; namına tetikçilik yapanın yanından ayrılır ayrılmaz mitralyozunu kendisine çevirdiğini de gördü patron... O olay da mı gözlerini açmadı, hayret!
Aksini yazmak zorunda kalmaları çok hazin; oysa grubun sağduyulu yazarları da, verilenin, onlar adına da üstlenilen bir demokrasi mücadelesi olduğunu biliyorlar.
Bilmiyorlarsa, öğrenecek ve ortaya çıkan yeni tablodan en fazla onlar yararlanacaklar...