Şu günlerde yaşımı sıkça hatırlar oldum, yaşlanıyorum galiba... Arada birde yapmam gerekenleri de düşünüyorum, geç mi kalıyorum, ya da geç mi başladım hayata, kendimi tanımaya ve tamamlamaya? Yüz yüze kalmaya, çatışmaya, savaşlar vermeye geç mi kaldım?
Kimler için yaşadım, yaşattığım beden benim yaşamımda ne kadar yer tuttu? Toprak çatlayalı hayli zaman oldu...
Nice sular sızdı içeri, nice depremler, nice seller gördü. Her bahar da yine çiçek verdi, çok keşişler geçti üstünden, künyesi kolunda değil, boynunda idi, bıkmadan taşıdı ağırda olsa yaftasını...
Şimdi mil çekilmiş şahin gözüyle görür dünyayı. Tohumlarını serper, toprağını eler, misafir olur yine de köstebek yuvasına. Güneşin ilk ışığını o emer, avını arada bir de görmezden gelir acıma duygusu ağır basmıştır yine. Bilir ki, bu coğrafya kendine esirdir. Her adım ona, her su yoluna, her ışık çatlağına girecektir…
Acelesi yok bekler…
Hummalı kapışmalar yaşatır bedeninde. Boşalır dolar, dolar taşar...
Topraktır…
Her gizemi, kıyımı, talanı içinde yaşar.
Anadır toprak, kadındır…
Her kadın bin toprak…
Biçersin ektiğini, verir sana her türlü meyveyi, çiçeği. En vazgeçilmezi sevgidir toprakta olduğu gibi. Nice oğullar devletler vermiştir sevdiğine, reva görmese de nice umutlar yeşertmiştir koynunda. Anadır kadın…
Yeter ki güvensin denizi çalar, güneşi yakar, ayı indirir gökten...
Dağı eler, serveti neyler deli yüreği, yeter ki sevsin…
İçi boş da olsa hayaller kurar, kurduğu hayalleri tiyatroya koyar, başrolde oynamanın keyfini doya doya yaşar. Kim alıkoyabilir ki onu?
Ağlamayı öğrendiğinde büyümüş olduğunu da düşünürdü, hâlbuki koynundaki yavru ak memeye sarılalı hayli zaman olmuştu…
Büyümek her gün değişik ikonlara bürünmeyi gerektiriyordu oysa. Bazen yaşlı bir kadın, bazen taze bir gelin, bazense acımasız bir dişi. Hangisi en çok yaraşıyorsa o gün bu bedene, onu sahneliyor, çevirimden memnuniyet duyulmasını sağlıyordu. Arada teraziyi tutturamıyor, eksik veya fazla da tarttığı oluyor, ağladığında hep ağlıyor, ya da hep güldürmeye çalışıyordu.
Bu sahne de daha ne kadar kalmam gerekiyor?
Ya aşk kadınısın, ya acı.
Sonuçta kadınsın vereceksin senaryonun hakkını…
Asma dalında yeni yeten üzümdün, tatlanacak, koparılacak, ezilerek şarap olacaktın. Sesin kulağına her değdiğinde sanki biraz daha değişiyor, şekil alıyordun. Bir yerlerde bir şeyler eksik mi? Duyguların anadan öksüz, babadan yetim...
Lütfen yaşamak mı bu, yavaşça çağıldıyor, usulca bağırıyordun anlamsızca. Her susman çentik atıyor adeta can damarına, uzaklara her dalışın boğulmalarla sonuçlanıyor. Neden bu sığmayışlar, hazince niye bu uğultu?
Anlamsız güfteler, tanımsız hisler, zoraki bir kilitlenme…
Zonkluyor beyninin her bir hücresi, salt tek doku olmak ister bu beden…
Tek ve hür…
Kaybetmek her şeyi, tekrar yeniden doğmak ve tekrar kendimi bulmak için aramak,
Sesime yabancı olmak tenimin kokusunu unutmak, ismimi hiç bilmediğim bir lisanda çağırmak. Unutmak kendimi. Yaşadığımı, var olduğumu.
Geçtiğim sokakları, oturduğum bankları, ekmek verdiğim güvercinleri unutmak. Nicedir amansız yakarışlar içimde. Sırtımdaki kambur devasa. Ellerim alev topu, her körükte yüzüm yanıyor. Kavruluyor benliğim ellerime her dokunuşta.
Yanarak var olmak mı bu?