Ah "vefa ah" senin adın İstanbul’un bir semtinin ismi olarak mı kalacaktı!..
Sen buna layık değildin sadece…
Yoksa seven gönüllerin dertlerinin dermanı olmak varken…
Hep zamana, mekana, devrana çoğu zamanda dünyaya kızarız suçlarız, hayıflanırız. Oysa değerli okurlarım hepiniz sormadınız mı kendinize? "vefa nedir" diye, kimde var, nerde satılır, nerede bulunur, kilosu kaç kuruşadır.. Hangimiz, hanginiz yakınmadınız hayıflanmadınız.?
Çoğu zaman kırılıp darıldığınızda hanginiz dertlenmediniz... küfürlü bir söz sarf etmediniz hanginiz.
Kim, sen mi..?
Ne anladınız neyi değiştirdiniz?
Peki? Şükredin halinize; Ya ölümden de öte köy olsaydı. Gitmeyi göze alabilirmiydiniz benim gibi?
İnanın dostlarım yok denecek kadar az…
Alıp başınızı gidebileceğiniz, sığınabileceğiniz bir yer, bir köy, bir mekan yok yüreğinizin sığınağından başka… Oraya da sığdıra bilirmisiniz bedeninizi bilmem, ben sığdıramadım çünkü....
Asıl aradığınız her ne ise adına "vefa ve ya vefasızlık" dediğiniz, en son bakmak ve son bir umut ile sığınmaya çalıştığınız huzuru arayıp, belki oradadır de-di-ği-ni-zin tükenişidir o son sığınak diye sığınmaya çalıştığınız yer...
O an sol yanınızın olmadığını kalanından da bir fayda gelmiyeceğini farkedersiniz…
Kendinize olan öz güveninizin bittiği yerdir, resmini karşınızda gördüğünüzde....
Hani hep ne diyorum ya size; "Ben beni tarif edemedim ki… Ya içimdeki ben beni anlamadı, yada içimdeki ben beni tarif edeni" anladım ki sizde ya tarifi yapamıyorsunuz yada tarif edeni anlamıyorsunuz da ondan,, "Akıl duyguyu yok edemiyor ama duygu aklın aklını alıyor" ve bana inanın size mantıklı gelmeyebilir, saçma sapan bir söz deyip geçiştirebilirsiniz, hatta isterseniz bıyık altından da gülebilirsiniz...
"Tecrübe insanın yediği kazıkların toplamı değilmidir" sizcede:
Şimdi mantık bunun neresinde o zaman, soruyorum değerli dostlar? Bir ömür tüketmek, değer vermek, sevmek, endişelenmek, adı her ne ise; vermek, vermek, vermek hep vermek..
Karşılık beklemeden menfaat gözetmeden sadece vermek... Şimdi bunun adı aptallık mı olmalı? Kullanılmışlık mı olmalı? Aldatılmışlık mı olmalı? İhanet mi olmalı? Yada saflık mı olmalı? Gözü körmüşlük mü olmalı? Ne olmalı ne..? anlayan varsa izah edebilecek bir baba yiğit, yada bir ana yiğit varsa gelsin!..
Şimdi bir aklı evvel okuyucum çok bilmişlik taslayarak, duygu sömürüsü bunlar diyordur..!
o demeden ben duydum zaten..
Cevabını yukarıda vermiştim, dikkatli okumamış demek ki.."hayat"ta hep satır aralarında ki virgüllerde saklı gizli değilmidir? dikkatli bakıp ama gören için!...
Hayatı iki bacağının arasında köprü yapanlar! dan; "vefa" beklemek kimin ne haddine… varsın avunsunlar iki bacağının arasındaki köprüden gelip el sallayarak geçenlerle...
Şimdi bu yazıyı okuduktan sonra, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyebileceğinizi biliyorum. içimi döktüğümü, süslü püslü cümleler kurarak edebiyat parçaldığımı bile düşünenleriniz olacaktır. Buna saygı duyduğumu belirtmek istiyorum.
Lakin kazın ayağı hiç de öyle değil değerli dostlarım ve okuyucularım…
Onun için beni bağışlayın lütfen…
Ne düzende, ne mekanda, ne dünyada arayın vefa’yı vefasızlığı, kişilikte arayın, kişilik de..!
Çünkü;
Eğer maya bozukluğu yürekte değil kişilikte ise, sevginizin ipliği ibrişimden olsa o yara dikiş tutmuyor bilesiniz...
Ve işte yazımın ilk parağrafındaki gibi vefa hep istanbul’un bir semtinin adı olarak kalacak unutmayın...
Değiştirmek mi; meclis kararı kadar basit bir işlem değil ki bu... El kaldır, el indir...
Ama; değerli dostlarım okuyucularım nacizane benden size bir sevgi dolu yürekli insan tavsiyesi, İster tutun ister tutmayın, ister inanın ister inanmayın, isterseniz beni kınayın ama önce okuyun;
Siz siz olun her gördüğünüz her sevdiğiniz, her değer verdiğiniz, koklamaya kıyamadığınız, nadide bir gül deyip gözyaşlarınızla suladığınız, bakmaya dokunmaya kıyamadığınız, insan her ne olursa olsun ama, olması gerekenden fazla değer vermeyin!..
Olması gerekenden fazla olmasın, verdiğiniz vereceğiniz her ne ise… Bir adım ötesi haramdır… Atarsanız o adımı, yürek yangınımı dersiniz, cehennem azabımı çekersiniz varın ötesini düşünün...
Birilerinin koz’u elinize geçtiğinde, sap bana geldi, hee şimdi o’da düştü, bir tekmede benim vurma zamanım demeyeceksiniz!..
Kendinize le, adamlığınızla, insanlığınızla, karakterinizle bağdaştıra bilirmisiniz bilmiyorum,
ama, ben ömrümce kendime yakıştıramadım, yapamadım, düşene vuramadım…
Kendimden özür dilerim..! pişman edildim kendini ve haddini yüzsüzlüğünü içselleştirmiş zavallı aciz, insan demeğe dilimin varmadığı kişi ve kişiler tarafından...
İşte insan konuşamayınca, dili susunca susturulmaya bir ömür mahküm edilince ,böyle kalemine vuruyor dilindekiler. Hazır böyle çok okunan bir yazı yazabileceğin köşe bulunca fırsat bu fırsat düşmüşe bir tanede ben vurdum böylece,,,
Bu benim ilkim di,,inşallah sonuncusu olur..
En iyisi mi gelin değerli okuyucularım, sizinle birlikte bir karar verelim…
"VEFA" İstanbul’un bir semtinin adı olarak kalsın....
Hadi Vefe'nın Ruhuna bir fatiha okuyalım...!!
Razı değilmisiniz? Bu yazıyı okuduktan sonra, varlığını unuttuğumuz, pazarlarda bir pula satılığa çıkardığımız menfaat ve çıkar uğruna bir anlık zevk ve tatmin uğruna o güzelim isme kıymaya değermi..?
Gelin bu kötülüğü yapmayalım güzelim istanbul’a ve kıymayalım vefa'ya...!
Bırakın herkes layık olduğu ile kalsın ve onunla anılsın,,
Olan vefa’ya olmasın.....
Kâinatı sevgi üstüne kurmuşsa Yüce Rabbimiz, bizlerin kalbine verdiği o müstesna sevgi ile, neden birbirimizi sevmeyelim...
Vakit geç olmadı ki…
Ves… selam…
İbrahim DANACILAR
https://twitter.com/#!/iBR_DANACILAR