Dünyanın köşe bucak dört bir yanından geldiler, sevgi, barış televvünlü şarkılarıyla, şiirleriyle hepimizin yüreklerine su serptiler. Gelecek adına ümitlerimiz daha da pekişti. Adeta bahar havası yaşattılar bizlere. Ayrılırken de gözyaşlarını tutamadılar, tutamadık.
Kendileri gibi binlerce öğrenci arasından süzülüp gelen barışın çocukları buradayken bir takım hadiseler zuhur etmedi değil.Kısa sürede ülke sınırlarından çıkıp, ülke dışında gündem olan Taksim olayları ne hikmetse bu dönemde ortaya konuldu. Televizyon kanalları, gazeteler, internet siteleri haftalarca Türkiye’den bahseder oldular. Hiç de iç açıcı olmayan tablo ve yorumlar, henüz yakın tarihte barış sürecine girmiş ülkemizin imajına haksız yere leke sürdü.
İnsanı ve insanımızı dehşete düşüren kareler (yakıp yıkılan polis arabaları, biber gazı sıkan polisler, barikat kurulmuş sokaklar, pankartlarla işgal edilmiş meydanlar) yüreklerimizi burktu, gözlerimizi yaşarttı.
Bütün bu acı hadiseler yaşanırken sevgi dili Türkçe’nin çocukları ve aileleri aklıma geldi. Bir anda tüm dünyaya olumsuz yönleriyle servis yapılan bu hadiseler mutlaka sosyal medya ve diğer basın yayın organlarıyla onların da gündemine düşmüş olabilirdi diye düşünmeden edemedim. Binlerce kilometre uzaklara, Anadolu’ya çocuklarını gönderen bu insanların tepkileri endişeyle karışık bir merak konusu oldu bana. Ama bu merağımı gideren Türkçe-Der Başkanı Sayın Doktor Ali Ursavaş’ın şu sözleri oldu:
“Evet, dünya televizyonlarını izleyen aileler çok huzursuz oldu; ancak hiçbir ebeveyn çocuğunu geri çağırmadı.” Çok önemli! Neden? Çünkü o aileler bir yeryüzü markası haline gelmiş Türk Okulları’nı biliyordu. Biliyordu ki o okullarda vazife yapan öğretmen, cehennemî ateşlerin bir ucundan girip diğer ucundan çıkar; ama kendisine emanet edilen öğrencisinin saçının bir tek teline bir küçük kıvılcımın sıçramasına müsaade etmez. Dünyanın tâ öbür ucundaki öğrenci velisi, evladını her türlü husumeti ayaklar altına alan ve her bir varlığı sevgiyle saygıyla bağrına basan Anadolu insanına emanet etmişti. Uluslararası konferansların askıya alındığı, otel rezervasyonlarının iptal edildiği bu karmaşık ortamda bir tek öğrenci, “Buralar çok karışık, ben ülkeme dönmek istiyorum!” demez mi? Demedi! Bir tek anne “Oralarda kaotik bir ortam var, yavrumu geri gönderin!” demez mi? Demedi!
Yaklaşık bir aydır bizimle birlikte olan, kendilerini sevgi ve barışa adayan öğretmenleriyle bu çocuklar, ortaya koydukları performanslarıyla bizlere ve tüm insanlığa her türlü kargaşa ortamına rağmen, sevgi ve barışın da temsil edilebileceğini, temsil edenlerin de bulunduğunu ispatladılar.
Şimdiden gelecek yılın heyecanı sardı tüm benliğimizi…
AMA SADECE ŞARKI SÖYLÜYORLAR. BUNUN NERESİ HİZMET?
Ama sadece şarkı söylüyorlar, bunun neresi hizmet? Sorusu Türkçe olimpiyatlarının gündeme geldiği dönemlerde muhatap dostlar tarafından şahsıma yöneltilen sorulardan biri olmuştur.
Öncelikle sanat, bunun içerisinde özellikle müzik farklı toplumların, kültürlerini tanıma ve tanıtma noktasında kullandıkları en önemli araç. İçerisinde insani değerleri barındıran sözcüklerle ortaya konan bir eser şüphesiz rağbet görmektedir, beğenilmektedir. Bu açıdan bakıldığında olimpiyatların çıkış noktası, asıl maksat bizim kültür geleneğimizde asılda olup da değişik sebeplerle unutulmuş veya yozlaşmaya yüz tutmuş sevgi, kardeşlik, barış gibi ki, mensup olduğumuz inanç sisteminin adı budur değerleri insanlığa nasıl aktara biliriz? Sorusu olmuştur.
2003 yılı Ocak ayında ilk defa Kırgızistan’da öğretmenken bizlere anlatılan bu proje üzerinden tam 11 yıl geçti. Yapılan tüm gayretler neticesinde bugün bu organizasyon binlerce öğrenci üzerinden yüzbinlerce ailenin hayatının bir parçası oldu. Kendi ülkemizdeki ilgi ise bunun dışında o, tam manasıyla muhteşem. Bu ilgi ise bir sanat dalının insanı merkeze koyup onun değerini anlatan bir çizgide ortaya konduğunda rağbet göreceğini ispatlamaktadır.
Dolayısıyla biz dilimiz için sevgi ve barışın, kardeşliğin dilidir diyebilmekteyiz. Yeryüzü insanları, Türkçe’nin vesilesiyle erdemli ve faziletli söz ve davranışları öğreniyorlar. Kısacası Türkçe kullanılarak özümüzü, değerlerimizi yansıtan şarkı ve türkülerle bizim üzerimizden bir mesaj olarak ülkemiz insanına ve tüm dünyaya yayılıyor.
1981 yılında bir konservatuar öğrencisine “Müzik gelecekte insanlığa ve İslam'a çok büyük hizmet edecek, sakın okulunu bırakma” diyen ve böyle bir olimpiyatın gerçekleştirilmesinde düşünce planında öncülük eden, o zaman bile müziğe bugünkü bakış açısıyla bakan bir insanın, Türkçe Olimpiyatları'yla tüm insanlığı “sevgi ve hoşgörü” etrafında birleştirmesi gayet doğal değil mi?
Ya olimpiyatın bir parçası olan “Naat Gecesi”ne ne demeli insan?
ulvi_sevecen@hotmail.com